BÎHNA SÊVÊ
Em difikirîn ku Hitler mirî ye û dê naha mezin nebe, em ê nizanin ku kurê wî li Bexdayê mezin bû. (Hitlerin öldüğünü , şimdilik yeşermeyeceğini zanettik, oğlunun Bağdat’ta büyüdüğünü bilemezdik.)
Eyaz Yusuf’un Halepçe şarkısından alıntı.
Dünyanın birçok ülkesinde birçok halk, özgürlük mücadeleleriyle büyük bedeller ödeyerek zafere ulaşmıştır. Doğal olarak iktidarlar da bunu engellemek için her türlü yola başvurmuşlardır. Tek bildikleri de şiddete başvurmak olmuştur. Özgürlük taleplerini bastırmak çoğu kez katliamlarla sonuçlanmıştır. Bunun en acı örneklerinden birisi de şüphesiz Halepçe katliamıdır.
Halepçe İran sınırına 15, Süleymaniye’ye 61 km uzaklıkta, sırtını Havaraman Dağı’na dayamış bir Kürt kasabasıdır. Havraman’ın arkası İran. Saddam 8 yıl süren İran-Irak savaşının son döneminde, İran’a ve Kürtler’e gözdağı vermek için Halepçe’de Kürt halkına karşı soykırım uyguladı. Bunu kimyasal silah kullanarak gerçekleştirdi. “Hain” diye nitelendirdiği Kürtlerin cansız bedeni üzerinden İran’a mesaj veriyordu. Ne yazık ki Ortadoğu diktatörlüklerinin tümü muhalifleri hain görüyor. Irak’ın anti Kürt politikası İran-Irak savaşından çok önceye dayanır.
Halepçe, 12 Mart 1986’da başlayıp, 7 Haziran 1989’da sona eren Enfal soykırımının son halkasıdır ki Enfal katliamında toplam 182 bin Kürt katledildi, 4500 köy ve 30 ilçe yerle bir edildi, camiler, kiliseler ibadethaneler yıkıldı.
Enfal, ”Ganimetler”, Kur’anın sekizinci suresinin ismi olmasına karşın Bağdat yönetimi Kürt soykırımına bu adı uygun görmüştü.
16 mart 1988 tarihinde Saddam Hüseyin’in emriyle havalanan Irak ordusuna bağlı 8 adet Rus yapımı MIG-23 savaş uçağı Halepçe’yi üç gün boyunca yoğun bombardıman altına aldı. Binlerce insan can verdi. Dünya sağlık örgütü (WHO) verilerine göre 5 bin insan yaşamını yitirdi, katliamda 7 bin kişi yaralandı ve 61200 kişi de sakat kaldı. Halepçe’de önce çocuklar öldü, sonra yaşlılar, sonra kadınlar, sonra erkekler ve en son insanlık öldü.
Yaşamını yitirenlerin çoğu elma kokusunu andıran kimyasal gazlar sonucu can verdi. Bombalar arasında annesine koşan bir çocuğun “Daye bîhna sêvê te” (anne elma kokusu geliyor) sözü hafızalara kazındı. Bu katliam Kürtler’in hafızasında kalıcı bir iz bıraktı, bir nevi bağımsızlık ateşini yaktı. Kürtler Halepçe katliamından sonra “ümmetin yetimleri” olduklarını anladılar.
Başta ABD olmak üzere bütün dünya, dönemin konjonktürü içinde sessiz kalmayı tercih ederek bu zulmün vebaline ortak oldu. Saddam, Enfal ve Halepçe katliamını yaparken bir numaralı müttefiki ABD ve Suudi Arabistan idi. Katliamın hemen akabinde 17-19 Mart tarihleri arasında 53 İslam ülkesinin katılımıyla toplanan İslam Konferansı Teşkilatı’nda Halepçe katliamı gündeme dahi alınmadı.
Hiroşima, Nagazaki, Srebrenitsa, Hama neyse Halepçe de odur. Katliamı “sessiz tanık” fotoğrafıyla dünyaya duyuran gazeteci Ramazan Öztürk; Halepçe küçük bir Hiroşima’dır demişti.
Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli “The Sydney Morning Herald” gazetesinde yayınlanan “ Experiment in Evil” başlıklı makalesinde; Halepçe’de özürlü doğum oranının, Hiroşima ve Nagazaki’nin 4-5 katı olduğunu iddia etti.
Halepçe’den kaçan çoğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan 500 bin Kürt Türkiye’ye sığındı. Sığınmacıların büyük bölümü Diyarbakır, Muş ve Mardin’de kurulan kamplara yerleştirildi. Sığınmacı Kürtler’e, Kürt kelimesini kullanmamak amacıyla bir aşağılama vurgusuyla “Peşmerge” deniliyordu. Yıllar sonra Turgut Özal; bu sığınmacılara devletin şiddetle karşı çıktığını, kendisinin diretmesiyle kabul edildiğini Cengiz Çandar’a açıklamıştı.
Saddam Hüseyin’in gerçekleştirdiği bu katliam soykırım suçudur. Bu nedenle soykırım olarak adlandırılması gerekmektedir. Soykırım gibi en ağır suçun işlendiğini kabul etmek, gelecekte olabilecek benzeri suçları önlemekte caydırıcı bir rol oynayacaktır. Ayrıca soykırımda yaşamlarını yitirenlerin acılarına ortak olmak demektir.
Enfal operasyonu kapsamında işlenen suçların soykırım olduğunu bugüne değin Irak ve Federal Kürdistan bölge yönetimi, Norveç, İsveç ve İngiltere kabul etmiştir. Ortadoğu’da en çok Kürdün yaşadığı Türkiye’nin de Enfal operasyonu kapsamında işlenen suçları soykırım olarak tanıması anlamlı olacaktır. Aynı zamanda kardeşlik hukukun gereğidir. Kendi vatandaşı olan Kürtler’in aidiyet duygusununu gelişimine de katkı sunacaktır.
Irak’ta 2003‘te devrilen Saddam Hüseyin, Kürtlere karşı yürüttüğü Enfal hareketi kapsamında 182 bin kişinin ölümünden sorumlu tutularak yargılanırken başka bir katliam suçundan Duceyl katliamından insanlığa karşı işlenen suçlardan mahkum edildi ve 5 Kasım 2006’da asılarak idamına karar verildi, Kurban bayramına denk gelen 30 Aralık 2006’da asıldı. Saddam Hüseyin davasında “özel yargıç” olarak görev alan Rızgar Muhammed Emin, Rudaw TV’de yayınlanan röportajında Saddam’ın Enfal davasından önce asılacağını bildiğini belirten Yargıç Emin “Düceyl davası ile ilgili 8 kişinin yargılaması kararı vardı. Bunlardan dördü hakkında idam kararı verilmesi önceden kararlaştırılmıştı” dedi.
8 Temmuz 1982’de Şii Arapların yaşadığı Düceyl kentine aşiret liderleriyle görüşmeye giden Saddam Hüseyin’in konvoyuna kalabalıktan ateş açılıyor. Olay esnasında Irak ordusuna ait helikopterler vatandaşlara rastgele ateş ediyor. Yüzlerce insan tutuklanıp işkenceye maruz kalıyor. Irak devrim mahkemesi kararı ile 143 kişi idam ediliyor. Bu davada Saddam Hüseyin’den başka sağ kolu Taha Yasin Ramazan, Saddam’ın üvey ağabeyi Barzan İbrahim Tikriti ve devrim mahkemesi başkanı Hamid el Bender yargılanıp idam edildiler.
Saddam’ın Enfal davasından değil de Duceyl davasından idam edimesi önemli bir soru işareti. ABD katliam karşısında sessiz kalarak Saddam’ı cesaretlendiren, destekleyen rolünün ortaya çıkmasını istememiş olabilir.