Tarih: 11.09.2022 13:31

Elizabeth’in hayatı, imparatorluğun ölümü

Facebook Twitter Linked-in

Kraliçe II. Elizabeth 96 yaşında hayatını kaybetti ve oğlu 73 yaşındaki Prens Charles “III. Charles” unvanıyla nihayet İngiltere tahtına oturdu. 1996’da Kraliçe’nin biyografisini yayınlayan Sarah Bradford’ın tahmini doğru çıktı. Söz konusu kitabında Bradford, “Eğer Elizabeth, annesi kadar uzun yaşarsa, zavallı Prens, tahta çıktığı zaman yetmiş yaşını geçmiş olacaktır” diyordu. Bradford bu satırları kaleme aldığında Kraliçe II. Elizabeth’in annesi Elizabeth Bowes-Lyon 96 yaşındaydı. Ana Kraliçe 2001’de 101 yaşında ölecekti.

32 ülkenin Kraliçesi olarak 1952’de tahta çıkan II. Elizabeth 70 yıl İngiliz tacını başında taşıdı. Bu süre zarfında 17 ülke, Kraliçe’nin zaten sembolik/törensel nitelikteki ‘devlet başkanı’ statüsünü kaldırdı. III. Charles döneminde başka ülkelerin de aynı yolu izlemesi bekleniyor.

1926’da dünyaya gelen II. Elizabeth, İngilizlerce “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak nitelenen imparatorluğun adım adım sönümlenmesine tanıklık etti. Oysa babası VI. George 1937’te tahta çıktığında hem “Birleşik Krallık ve İngiliz Dominyonlarının Kralı”, hem de ilave olarak “Hindistan İmparatoru” unvanına sahipti. II. Elizabeth tahta çıktığındaysa Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasının üzerinden yaklaşık 5 yıl kadar bir zaman geçmişti.

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları İngiltere’nin gücünü zayıflatmıştı. Üstüne üstlük “ABD” ve Sovyetler Birliği bu süreçte İngiltere’nin önüne geçtiler. Aslına bakılacak olur ise İngiltere her iki dünya savaşından ABD’nin yardımıyla galip çıkmıştı. İngiliz imparatorluğunun ufalanması II. Dünya Savaşı’ndan sonra tam gaz devam etti. İngilizlerin imparatorluğun üzerindeki güneşin battığını idrak etmeleriyse 1956’daki “Süveyş Krizi” ile gerçekleşti. Kriz, Mısır’da darbe ile iktidara gelen Cemal Abdünnâsır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesiyle başladı.

İngiltere Başbakanı Anthony Eden bu kararı “Nasır parmağını İngiltere’nin soluk borusuna bastı” diyerek karşılamıştı. İngiltere, Fransa ve İsrail “Sevres Anlaşması” olarak bilinen bir gizli anlaşma çerçevesinde Mısır’ı işgal ettiklerinde II. Elizabeth 30 yaşındaydı. Sözde İngiliz ordusunun başkomutanı sayılan Kraliçe’nin bu anlaşmadan haberdar edilmediği söylenir.

ABD ve Sovyetler Birliği askeri müdahaleye sert tepki verdi. İşgal, İngiltere’yi malî krize soktu, Altın ve dolar rezervleri yüzde 15 azaldı. ABD’yse Londra’nın yardım talebini geri çevirdi. Operasyonu “saçma” olarak nitelediği söylenen II. Elizabeth ilk ciddi kriziyle yüz yüzeydi. “Süveys Operasyonu” ABD ve İngiltere arasındaki “özel ilişki”yi paramparça etti. ABD’nin baskısıyla işgalciler Mısır’dan çekildiler. Başbakan Anthony Eden ise utanç içinde istifa etti.

“Süveyş fiyaskosu” İngiltere’nin emperyal gücünü kaybettiğinin bir tesciliydi. Bu fiyasko, imparatorluğun sonuna ve Ortadoğu’nun yeniden şekilleneceğine işaret ediyordu. “Soğuk Savaş” olarak biçimlendirilen yeni küresel güç oyunundaysa artık ABD ve Sovyetler Birliği baş roldeydi. Yeni güç sisteminde İngiltere ve Fransa’ya ise “alt-destekleyici aktörler” rolü düştü.

“Süveys fiyaskosu” İngiltere ve Fransa’yı küçük düşürüp nüfuz kaybına uğratmakla kalmadı, dünyanın dört bir tarafındaki sömürge imparatorluklarının parçalanmasını da hızlandırdı. Sömürgeleştirilen ülkeler milli kurtuluş hareketleriyle birer ikişer bağımsızlıklarını kazandılar.

19. yüzyılın ilk yarısında insanlık dışı “Birinci Afyon Savaşı”yla İngiliz sömürgesi yapılan Hong Kong’un 1997’de Çin’e devriyse İmparatorluğun “resmî” sonunu işaret ediyordu. II. Elizabeth imparatorluğun 1956’da fiilen, 1997’deyse resmen son bulmasına donuk gözleriyle tanıklık etti. Elizabeth geçmiş yüzyıllarda işlenen emperyal suçların uzun bir listesini kabul ettiyse bile özür de dilemedi. Kraliyet, eski sömürgelerden gelen tazminat çağrılarınıysa reddediyor.

İngiltere’de yaşayan beş kişiden dördü Kraliçe’nin tahta çıkışından sonra doğmuştu. Böylece Elizabeth, 70 yıldır İngiliz uyruklarının tanıdığı tek hükümdardı. Siyaset üstü tutumuyla öne çıkan Elizabeth İngiliz gelenekselliği, imparatorluk ihtişamı ve ulusal süreklilik duygusunun “nostaljik/sembolik” bir temsiliydi. Özel yaşamıysa bir “gizem perdesi” arkasındaydı. Diğer yandan Kraliçe’nin 96 yıllık yaşamı ‘üzerinde güneşin batmadığı’ imparatorluğun yatalak hale gelmesi, sonra bitkisel hayata geçmesi, nihayetinde soluksuz kalarak ölümünün bir tarihiydi.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —