Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

El uzatan Bahçeli, duvar ören muhalefet mi olacak?

Hasan Ayer, Kürt sorununun çözümüne yönelik, muhalefetin, böylesi bir hayati sorun adına bir politika önerisi olmayacaksa ve de katkı sunmayacaksa, onun Kürtler için bir tercih olamayacağını belirtiyor.

El uzatan Bahçeli, duvar ören muhalefet mi olacak?

2 Ocak günü Devlet Bahçeli ve DEM Parti heyeti arasında gerçekleşen görüşme, Kürt Meselesi’nin çözümüne ilişkin kamuoyuna ümitvar bir görüntü verdi.

Halihazırda yüksekten uçarak konuşmak için çok erken. Öte yandan, apolitik bir tavırla bu süreci kategorik olarak mahkûm etmek içinse ortada anlamlı bir gerekçe bulunmuyor.
Hele hele belediyesine kayyum atanmış ve Türkiye’de birçok dönemde yargılanmış Ahmet Türk, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan bu süreci destekleyip inisiyatif alıyorken böyle bir bakış açısıyla hareket etmek absürt duruyor.

Bu perspektifin siyasal bir körlüğün ya da iç siyasete ilişkin başka pazarlıkları hesaba katan bir aklın eseri olduğu ortada. Muhalifler, Kürt Meselesi’nin çözümünü iç siyasetin kıskacına alıp kafeslemek ve her meseleyi “muhalefetin siyasal ikbali” bağlamında okumaktan vazgeçmeli.
Çünkü bu politik değil, son derece apolitik ve olduğu yerde sayıklayan bir pozisyon.
Belki de Türkiye’de cereyan eden siyasi gelişmeler, muhaliflerin düşündüğünün aksine, salt iç siyasete bağlı değildir.
Hele hele son bir ayda Suriye’de yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında, meselenin bölgesel veçhesi ortada.

Yani ana sebep Erdoğan’a bir dönem daha hediye etmek yahut Ekrem İmamoğlu’nun Kürtler ile olan bağını aşındırmak değil: Türkiye, Kürtlerini kaybetmek istemiyor.

 

Vahap Coşkun, 31 Aralık günü Serbestiyet’te yayınladığı “Dengeli ve Olumlu” başlıklı yazısında meselenin bölgesel veçhesini şu üç hat üzerinden tanımlıyor:

  1. Suriye Kürtleriyle yeni bir ilişki modeli geliştirmek.
  2. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile işbirliğini derinleştirmek.
  3. PKK’ya silah bıraktırmak ve Kürt meselesini tamamen siyasetin alanına çekmek.

Öte yandan, Coşkun’un da vurguladığı üzere bu üç hattın dengeli bir biçimde işlevsellik kazanması için tarafların tatmin edici bir formül geliştirmesi gerekmektedir. Suriye’deki sürecin arzulandığı gibi gitmesi durumunda, Türkiye’deki sürecin de daha iyi bir zeminde ilerleyeceği ortada.

Velhasıl, aktör kim olursa olsun çözüm için elini taşın altına koyana kredi verilir, atılan olumlu adımlara radikal bir kuşkuculukla yaklaşılmaz.

Gürkan Çakıroğlu’nun 26 Ekim 2024 tarihinde Medyascope haber sitesinde yayınladığı “Muhteşem Yüzyıl” adlı yazısı, Devlet Bey’in başlattığı sürece tam da böyle bir kredi veriyor: “MHP’nin 154’lükler listesinden birisi ve bir Türk milliyetçisi olarak ifade etmek isterim ki bu süreçte Devlet Bey’in ve MHP’nin ardında veya yanında değil, bilakis önündeyim. Onlara atılan her taşa mukavemet eder, onlara atılan her yağlı urganı boynuma geçiririm. Yeter ki barış gelsin. Zira barış Türk milletini adalete, eşitliğe, özgürlüğe ve refaha kavuşturacak. Barış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bölgesinde ve dünyada söz sahibi bir güce dönüştürecek.”

 

Hamlet’in Ruhu Muhalefeti Ele Mi Geçirdi?

Devlet Bahçeli ve Ahmet Türk’ün verdiği görüntü üzerinden “kirli pazarlıklar yapılıyor” sinyallemesine giren bir takım kamusal figür, ne hikmetse aynı Ahmet Türk, İmamoğlu ile görüntü verdiği zaman alkış tutuyordu. Ahmet Türk’ün İmamoğlu’nu konvoyla karşılaması meşruyken, Bahçeli’nin aynı Ahmet Türk’ü kapıda karşılaması niçin öfke ile karşılanıyor?

Muhalefetle masaya oturan bir Kürt siyasetinin değerli, iktidarla masaya oturan bir Kürt siyasetinin ise değersiz olarak sunulduğu bir muhalif düşünce ufkunun Türkiye’ye bir hayrı yok.

Burada Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun 22 Ekim tarihinden bu yana takındığı politik tutuma değinmekte yarar var.

Özgür Bey, sürece ilk günlerde çok daha içten bir destekle yaklaşıyordu. Bahçeli’nin uzattığı elin güvenlikçi bir bağlamda şekillendiği gerçeğine rağmen demokratik yurttaşlık vurgusu yapan bir Özgür Özel vardı. Kürtlerin kültürel hak taleplerine gözlerimizi kapatmamamız gerektiğini ima eden bir eşit yurttaşlık vurgusu da yapmıştı kendisi.

Şüphe yok ki bu, ahlaklı ve hakkaniyetli bir duruştu. Bahçeli’nin açılım sürecini destekleyen iktidar ve muhalefet içindeki yazarlar da Özgür Bey’in bu tutumunu takdirle karşılamışlardı.
Ancak gelinen noktada, Vahap Coşkun’un tabiriyle Özel’in de “bu ilerici dozu gittikçe düştü. Zamanla sürece bir nevi yön verebilecek bu dili terk etti ve daha ezber ifadelere sarılmaya başladı.”

 

İmamoğlu’na Gelirsek…

İmamoğlu, 2019 yılından bu yana Kürtlerin desteğini aldı. 2024 Yerel Seçimleri’nde DEM aday çıkarmasına rağmen kitle büyük oranda Ekrem İmamoğlu’na oy verme eğilimi gösterdi.

Ancak ne ilginçtir ki Ekrem Bey, 22 Ekim’den bu yana suskun bir siyaset izlemeyi tercih ederken, Kürtler, muhalefet ile birlikte hareket ederek 2018 yılından bu yana suskun kalmamayı tercih etmişti.

İmamoğlu’nun suskunluğunun ve durgunluğunun sebebi nedir? Bu suskunluğun ve durgunluğun sebebi Kürtleri iktidara kaybetme korkusu mu? Ya da genel seçimlerden başka hiçbir gündemi olmayan birtakım muhaliflerin ima ettiği üzere Erdoğan’a bir dönem daha bahşedilecek bir siyasi sürece gidileceği korkusu mu?

Ancak söz üretmekten aciz ve her adımın hesabını yapma eğiliminde olmak, Hamletvari bir trajik son getirebilme potansiyeli taşır. Malum, Hamlet’in trajik sonunu getiren şey, kendi kararsızlığı ve aşırı düşünmesiydi. 

 

Devamı >>>

 

 



Anahtar Kelimeler: uzatan Bahçeli duvar muhalefet olacak?

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER