El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ… /1-2

Ümit Kıvanç'ın Gazete Duvar'daki yazısı;

El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ… /1-2

Üç-beş günde koca ülkenin hakimi haline gelen şu HeTeŞe, sahiden El Kaide’ci midir? Öyleydi. DAİŞ/IŞİD ile ilgisi var mı? Vardı. Onlar gibi bir şey mi? Değil. Macera beklediğinizden daha renkli. Haydi başlayalım.

Değerli okurlar, elime kızılcık sopamı aldım, haritamı açtım, sizi azıcık geçmişe götürüp getirmeye hazırlanıyorum. Suriye’de olan biten belki sizi şimdiye kadar o kadar da ilgilendirmemiştir. Lâkin bundan sonra mecburen ilgilendirecek. Bu yüzden, herkesin başka yöne çekiştirip ille de kendi güncel çıkarlarına göre tarif ve tasvir ettiği bir yakın tarih anlatısını yaldızından da çamurundan da arındıralım, komşu devletin üç-beş günde yıkılıp yeniden kurulması sürecine öncülük edenler kimlerdir, nereden nereye gelmişler, ne olmuş, ne olabilir, anlayalım. Ki, kendimizi eli çubuklu yalancılar aracılığıyla tek merkezden pompalanan yalan yanlıştan koruyabilelim.

Üç-beş günde koca ülkenin hakimi haline gelen şu HeTeŞe, sahiden El Kaide’ci midir? Öyleydi. DAİŞ/IŞİD ile ilgisi var mı? Vardı. Onlar gibi bir şey mi? Değil. Macera beklediğinizden daha renkli. Haydi başlayalım.

IRAK EL KAİDE’Sİ

Bol kanlı mezhepçi cihatçı mücadelenin simgeleşmiş ismi Ebu Musab el-Zerkavi, uzun çekişmeler sonucunda El Kaide merkezine biat etmiş, Irak El Kaide’si (aslında “İki Nehir -Dicle, Fırat- Topraklarındaki El Kaide”) böylece oluşmuştu. Bu örgüt önce başka örgütlerle birleşip Mücahitler Şura Meclisi halini aldı, Zerkavi’nin 2006 Haziran’ında öldürülmesinden sonra başa geçen Ebu Eyüp el-Masri (Ebu Hamza el-Muhacir) döneminde Irak İslam Devleti’ne (IİD) dönüştü. Başına Ömer el-Bağdadi (“IŞİD/DAİŞ Halifesi olarak 2014’te, Musul’da karşımıza çıkacak olan Ebubekir el-Bağdadi değil) geçti. Örgütün Musul kolunun başındaki adam (Ebu Kesvere el-Mağribi) 2008’de ölünce, “Ninova Vilayeti Operasyonlar Şefi” makamına Irak’ta cihata katılmak için Suriye’den gelmiş yetenekli bir genç geçti: Ebu Muhammed el-Colani (Cevlani).

İddiaya göre, Amerikalıların Irak-Kuveyt sınırı yakınındaki meşhur Kamp Buka Hapishanesi’ne Avs el-Musulî adıyla girip, Iraklı olarak kaydedilip, gerçek kimliğini hiç açığa vurmadan çıkan bu genç adam, 2010 sonlarından itibaren Suriye’ye de el atan Irak İslâm Devleti adına orada El Kaide’ye bir kol örgütlemek üzere sınırı geçmişti. Beşi Suriyeli, biri Suudi, biri Ürdünlü, hepsi silahlı, bombalı yedi kişiyle beraber. Her ikisi de Iraklı eski istihbaratçı subaylar olan Ebu Eymen el-Irakî ve “Hacı Bekir” kod adıyla -ve “Gölgelerin Prensi” lakabıyla- cihatçı âleminde efsaneleşmiş Samir abd Muhammed el-Halifevî’nin yaptığı hazırlıklara dayanarak Suriye’de örgütlenme faaliyetine giriştiler. İşe Haseke’den başladılar, uyuyan hücreleri uyandırıyorlar, hapiste yatıp çıkmış El Kaide’cileri, Suriye, Lübnan ve Filistin mülteci kamplarından, Irak’ta Selefî örgütlerin saflarında Amerikalılara karşı savaşmış eski muharipleri buluyorlar, adım adım, Suriye’nin on dört vilayetine yayılacak bir cihatçı ağ kuruyorlardı. Ancak esas hedef Irak’a yönelik harekâttı. Suriye'de devletin denetimi dışında kalan geniş alanları IİD ilk planda cephe gerisi gibi görüyordu.

Irak El Kaide’si başından beri merkezle sorunlu, başına buyruk, özel bir oluşumdu. Gaddar liderleri Zerkavi öldüğünde yerine “emir” seçerken de, yerel El Kaide örgütünü “Irak İslâm Devleti” içinde eritirken de, yine liderleri öldürüldüğünde, daha sonra “İslâm Devleti” halifesi olacak Ebubekir el-Bağdadi’yi başa geçirirken de merkeze danışmamışlardı. Siyasî ve stratejik konularda hiç anlaşamadılar. El Kaide merkezi, Zerkavi ve Iraklı cihatçıların temel mücadele ekseni olarak mezhep ayrılığını benimsemesini, Şiilere acımasız saldırılarla toplumu kutuplaştırarak taraftar toplamaya, başarı elde etmeye çalışmasını hiç onaylamadı. Zerkavi çizgisiyle kıyaslandığında El Kaide merkezi ılımlı, demokrat bir kitle partisinin taşra örgütü sanılabilirdi!

2011 içerisinde El Kaide’nin Amerikalı üyesi Adam Gadahn, IİD’in eylemlerinin El Kaide’nin saygınlığına leke sürdüğünden yakınmıştı: “Bağdat’taki, Musul’daki Hıristiyanlara saldırmak bizim mesajımızı yaymamıza yardımcı olmuyor…” demiş, “sözde Irak İslâm Devleti”nin ‘ya bendensin ya düşman’ tavrını [Georg W.] Bush’un politikası”na benzetmişti. Gadahn, El Kaide’yi “IİD’in yaptıklarıyla hiçbir ilişkisinin olmadığını olabildiğince çabuk açıklamaya… bu örgütle ilişkisini kesmeye” davet etmişti.

Irak İslâm Devleti örgütüyle El Kaide merkezinin ilişkisi böyle netameliyken, Colani önderliğinde Suriye’de Şam Halkına Destek Cephesi adı altında örgütlenen ve kısaca El-Nusra olarak tanınan grup, kısa sürede yayılmaya, etkinliğini artırmaya başlamıştı.

Nusra’nın sahneye çıkışı bol kanlı ve gürültülü olmuştu. 2011’in son, 2012’nin ilk günlerinde Şam’da ardarda düzenledikleri bombalı araçlı eylemlerle onlarca kişiyi öldürdüler.

AFP, 29 Şubat 2012’de, “Şimdiye kadar bilinmeyen bir cihatçı grup, Suriye’nin başkentinde ve ikinci büyük şehri Halep’te onlarca kişinin ölümüne yolaçan intihar bombacısı eylemlerinin sorumluluğunu üstlendi,” diye bildirdi. “Kendine ‘Levant’ı Korumak için El-Nusra Cephesi’ diyen grup…”

Suriye El Kaidesi Nusra Cephesi bir ay kadar önce sekiz dakikalık ses kaydıyla resmen ilan edilmiş, ancak aylar boyunca bu örgütün El Kaide bağlantısına dair tek kelime edilmemişti. Zevahiri’nin de emri vardı. İlk lider Usame Bin Ladin’in vaktiyle Somali’deki el-Şebab’a dediklerine benzer birşeyler demiş olmalıydı: “Bizimle bağlantınızı açık ederseniz daha büyük şiddetle üstünüze gelirler.”

Şubat sonunda cihatçı sitelerinde yeralan 45 dakikalık videoda, Şam’da intihar saldırısı gerçekleştiren Ebu el-Bara el-Şami olarak sunulan bir militan, Suriye halkını cihada çağırıyordu: “Kardeşler, bir an önce harekete geçin, beklemeyin,” diyordu intihar eylemcisi, “Şimdi sizin ülkenizde de cihad başladı. Fetvaya ihtiyacınız yok.” Videoda örgüt lideri El-Colani de konuşuyor, Esad rejimine “ancak Allah’ın gücü ve silahların gücü son verebilir”, diyordu.

2012-13 boyunca Nusra eylemlerle militan topladı, iki bin kişiyi buldu. 2012 Aralık’ında ABD Nusra’yı terörist örgüt listesine alınca “Hepimiz Nusra’yız” diye yürüyüş yapacak kadar taraftarı biraraya gelmişti.

Örgüt, ele geçirdiği yerlerde fırınları çalıştırıp insanlara düzenli ekmek sağlamayı garantileyerek, çöpleri toplatarak, hizmetlerini videolarla duyurarak epeyce sempati ve destek toplamıştı. Deyrizor ve Mayadin gibi bazı yerlerde örgütün otoritesine karşı protesto gösterileri yapıldıysa da, Nusra’nın hemen karşı gösteriler düzenleyebilecek destekçi kitlesi vardı. Yerli savaşçısı çoktu. Afganistan’dan, Çeçenya’dan tecrübeli cihatçılar bunlara ekleniyordu. Silahları, donanımları modern, yiyeceği, parası boldu; Körfez emirliklerinden sponsorlar bulmuştu. Hernekadar bağlantısını açığa vurmasa da El Kaide’yle ilişkisi üzerinden dünya çapında cihatçılar âleminde itibar kazanıyordu.

Nusra önceleri avantajlı konumunu çoğunlukla öbür örgütleri ezmekten çok yanına çekmek için kullandı. Hakimiyet kurmaya çalıştığı yerlerde halkın desteğini kazanmaya çalışıyordu.

Colani 2012 Temmuz’una kadar Şam’daydı, sonra İdlib ve Halep’in kuzey kısımlarına geçti. Ebu Abdullah adını kullanıyordu ve karşılaştığı yerel Nusra komutanlarına, grubun liderinin özel temsilcisi olduğunu söylüyordu. Ortalıkta gözükerek konumunu saklıyordu. Otobüsle seyahat ediyordu, Halep kırsalında rejimin denetimindeki yerde daire kiralamıştı.

2012 Aralık’ında, dünya, El Kaide’nin Suriye koluyla resmen tanıştırıldı, Eymen el-Zevahiri Nusra Cephesi için “yetkili şubemizdir” açıklaması yaptı, Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan’daki “haysiyetli insanları” Suriyeli kardeşlerinin yanında savaşmaya çağırdı.

Ancak Nusra, Ankara’nın gözdesi Ahrar el-Şam ve öbür silahlı örgütlerin karşısına, esas düşmanları Beşar Esad rejimi dışında, başka bir eli kanlı hasım çıkıyordu. DAİŞ/IŞİD Nusra’nın Rakka’daki temsilcisini öldürecek, hepsini şehirden süpürecekti. (Nusra, Ahrar, DAİŞ triumvirası şehrin üzerine çökmeden önce Rakka’da seküler muhalifler bile vardı.)

Birçok insan DAİŞ’i Nusra’nın devamı sayıyordu. Birinin bayrağını taşıyıp öbürünün mitingine katılan, foto paylaşanlar boldu. Dolayısıyla Nusra da DAİŞ’e duyulan tepkilerden nasibini alıyordu, “El-Nusra beni temsil etmiyor” diye Facebook grubu bile kurulmuştu.

Devam edecek...

El Kaide, DAİŞ, Nusra, HTŞ… /2

2016 Temmuz’unda Nusra Cephesi, başka örgütlerle biraraya gelerek Şam’ın Fethi Cephesi’ni (ŞFC) oluşturduklarını ilan etti. Açıktı ki, bu, ŞFC’nin odağındaki esas büyük güç Nusra’nın uzun zamandır başka herkesçe sorun sayılan El Kaide bağlantısının kesildiğinin ilanıydı.

Nusra Cephesi’nin Suriye’de hızla büyümesi Irak İslâm Devleti merkezinde tedirginlik yarattı. İpleri elinden kaçırdığını hisseden IİD Emiri Ebubekir el-Bağdadi harekete geçti. IİD’in yayın organı El-Furkan’da yayınlanan ses kaydında el-Bağdadi, Colani’den “askerlerimizden biri” diye sözediyor, Colani’nin örgütündekileri de “oğullarımız” diye niteliyordu: “Askerlerimizden biri olan El-Colani’yi ve onunla birlikte oğullarımızdan bir grubu vekilimiz olarak tayin ettik ve Levant’taki hücrelerimizle buluşsunlar diye onları Irak’tan Levant’a gönderdik… Onlar için planlar yaptık, nasıl çalışacaklarını tayin ettik ve onlara elimizden geldiğince her ay malî destek verdik ve onları, hem mültecilerden hem yerlilerden, cihadın savaş alanlarını tanıyan bilen elemanlarla takviye ettik.”

Bağdadî, “Levant ve dünya halkı önünde ilan etmenin zamanı gelmiştir ki,” dedi, “El Nusra Cephesi, Irak İslam Devleti’nin bir uzantısıdır ve onun parçasıdır.” Bundan böyle her iki isim de kullanılmayacaktı, çünkü ortada tek bir örgüt vardı, o da Irak ve Şam (Levant) İslâm Devleti (IŞİD) adıyla anılacaktı.

Bundan sadece iki gün önce El Kaide’nin resmî propaganda mecrası As Sahab Zevahiri’nin “Allah’ın izniyle bir cihadî İslâm devleti kurun,” çağrısını yayınlamıştı.

İki gün sonraysa Nusra’nın resmî yayın organı Beyaz Minare’de (El-Manara el-Bayda) Colani’nin cevabı geldi. Colani, saygıda kusur etmedi, IİD liderinden, “Allah onu esirgesin, Şeyh Bağdadî” diye sözetti, ama “iki örgüt-tek devlet” kararından haberlerinin olmadığını, Nusra’nın Irak’taki Bağdadî’nin değil, Pakistan’daki Eymen el-Zevahiri’nin (El Kaide merkezinin) otoritesini tanıdığını duyurdu. Böylece Nusra’nın El Kaide ile organik ilişkisi de ele güne açık edilmiş oluyordu.

2013 yazına kadar Nusra-DAİŞ/IŞİD ilişkisi belirsiz kaldı. Mayıs sonunda Zevahiri bir mektup yayımladı, iki tarafı da eleştirdi, “tamam, ayrı durun ama beraber çalışın” dedi.

El Kaide lideri, DAİŞ’in başındaki Bağdadi için, “…bize danışmadan, en azından bize haber vermeden Irak ve Şam İslâm Devleti’ni ilan etmekle yanlış yapmıştır,” diyordu. Colani’nin de, “…bize danışmadan, en azından bize haber vermeden, Irak ve Şam İslâm Devleti’ni reddetmek ve El Kaide ile bağlantısını açıkça ilan etmekle yanlış yaptığını” söylüyordu. IŞİD adı iptal edilmişti, kullanılmayacaktı.

Müstakbel halife Bağdadi, Zevahiri’yi fena tersledi. Haziran 2013’te, “Irak ve Bilad-ı Şam’da Kararlı Duruş” başlığıyla yayımlanan sesli mesajında şöyle haykırdı: “Kanın dolaştığı damarımız ve gören gözümüz olduğu sürece Irak ve Şam İslam Devleti var kalacaktır… bundan vazgeçmeyeceğiz ve taviz vermeyeceğiz; ölene kadar!” DAİŞ lideri, çıtayı da epey yüksekte tutuyordu: Zevahiri’nin mektubuna “pek çok hukukî ve metodolojik şerhi” vardı; meydan okuyordu: “Allah’a karşı gelen mektuptaki emirleri değil Allah’ın emrini yerine getirmeyi seçtim.”

DAİŞ böylece, yalnız Suriye’deki şubesi Nusra’yı değil, doğrudan El Kaide merkezini karşısına alıyordu. Zevahiri’nin yolladığı arabulucuların gideremediği çatlak, bundan böyle DAİŞ Sözcüsü sıfatıyla tanınacak olan Ebu Muhammed el-Adnanî el-Şamî’nin El Furkan Medya’da yayınlanan konuşmasıyla daha da büyüdü. El-Adnanî, artık doğrudan “İslâm Devleti” diye bahsettiği DAİŞ’in “hiçbir zaman El Kaide’ye biat etmediğini” bildirdi, Zevahiri’ye itirazlarını sıraladı. Esad, Suriye Aleviliği, Lübnan Hizbulahı, Irak ve İran Şiiliği’ni topluca karşılarına alabilecek kapasitede olduklarını göstermek için, “Diyala’dan Beyrut’a kadar bütün Rafızîleri (Şiiler) bombalayacaklarını” söyledi. Doğrudan Nusra ve Colani’ye hitabı da en az bu kadar sertti, onları Suriye’de mücahitlerin saflarını bozmakla itham etti, “inşikak”tan (bu bağlamda: bölücülük) sözetti.

Ankara’nın Suriye’ye yönelik faaliyetini hızla artırdığı günlerdi. Fehim Taştekin’in kitabında (Suriye. Yıkıl Git, Diren Kal, İletişim Yayınları, 2016) anlattığına göre, Cilvegözü ve Öncüpınar sınır kapılarından ağır silahlar savaş bölgesine aktarılıyordu. Antakya’da gece ikiden sonra elektrik kesiliyor, camları karartılmış otobüsler savaşçıları sınıra taşıyor, yörede herkes bunları biliyor, korku içinde izliyordu.

2014’ün 10 Temmuz’unda DAİŞ Musul’u zaptetti ve asıl bomba 29 Temmuz’da patladı: Ebubekir el-Bağdadi, Musul’da, El Nuri El Kebir Camisi’nde halifeliğini ilan etti. Ve bundan böyle DAİŞ, Suriye’nin öbür silahlı cihatçı örgütlerinin müttefiki değil hasmı olarak varlık gösterdi. Başta Nusra, herhangi bir yerde karşı karşıya geldiği bütün ötekilerle çatıştı.

O, tanımadığı Irak-Suriye sınırını kaldırıp iki yanda da kendi başına hunharca mücadelesini sürdürürken, Suriye’nin kuzeybatısında, İdlib vilayetinin tamamını, Halep ve Hama’dan da parçaları içine alan cihatçı bölgesi oluşuyordu.

2016 Temmuz’unda Nusra Cephesi, başka örgütlerle biraraya gelerek Şam’ın Fethi Cephesi’ni (ŞFC) oluşturduklarını ilan etti. Kimsenin tam anlam veremediği ve inandırıcılık sorunuyla mâlûl bu girişimin ilk bakışta hemen dikkat çeken unsuru, bu yeni bileşik örgütün “hiçbir dış güçle bağlantısının bulunmadığının” vurgulanmasıydı. Açıktı ki, bu, ŞFC’nin odağındaki esas büyük güç Nusra’nın uzun zamandır başka herkesçe sorun sayılan El Kaide bağlantısının kesildiğinin ilanıydı. Nusra’ya bu zamana kadar epey para ve silah yardımı yapmış olan, rehine kurtarma operasyonlarında örgüte fidyeler ödemiş bulunan Katar’ın bu bağlantı kesilsin diye yaptığı baskı mı sonuç vermişti? Şüphesiz tek sebep bu değildi. Nusra, daha geniş cephe haline gelmek istiyor, başka örgütleri otoritesi altında toplamayı planlıyordu. Sindirecek, zorlayacaktı, ama rıza da üretmesi gerekiyordu ve sözkonusu bağlantı önündeki en belirgin handikaptı.

İdlib’de ŞFC’nin öbür cihatçı örgütleri ezip yok ettiği veya bünyesine kattığı süreç, AKP’nin herhangi bir ilçe başkanından Afganistan’ın ücra köyündeki Taliban’cıya kadar bütün İslâmcıların aynı şey olduğunu düşünmekte ısrarlı Türkiye okuryazarı için de azıcık anlaşılır olsun diye, ŞFC’nin o süreçte karşılaştığı eleştirilere cevaben yayınladığı bildiriden bazı parçaları aktaracağım. Üzerine konuşulan olayları açıklamam gereksiz, her şey kolayca anlaşılıyor:

“• Medyadaki abartmalara karşılık, biz Ceyş el-Mücahidin, Şam Cephesi ve Raşidin Operasyon Odası’nın Batı Halep ve Kuzey İdlib örgütlerini tesirsiz hale getirir ve dağıtırken tek insan ölmemiştir. Can kaybı sadece Sukur el-Şam’la çatışmamızda meydana geldi, çünkü bize saldırdılar ve birçok mensubumuzu öldürdüler. Ve Ceyş el-İslâm, bize ağır silahlarla ateş açtı. (…) tanklarıyla gelip köyü bastı, oysa onlarla meselemiz olmamıştı…

  • 23 Ocak günü Sukur el-Şam lideri Ebu İsa el-Şeyh’in bizi ‘Haricî’ diye nitelemesi ve ortadan kaldırılmamız için insafsızca çağrı yapması, konvoylarını harekete geçirmesi ve bazı üslerimize saldırması, altı elemanımızı öldürmesi karşısında şaşkınlığa kapıldık. Biz onlara ilişmemiştik, onlarla meselemiz yoktu.
  • Bazı örgütlerin liderleri, dış güçlerin maşaları. Bazı örgütler Suriye Devrimi’ni yolundan saptırmaya çalışıyorlar.
  • El Kaide ile ilişkimizi, Suriye Devrimi’nin hayrı için kesmedik mi?
  • Daha birkaç hafta öncesine kadar biz bütün öbür örgütlere, “gelin birleşelim” demiyor muyduk?
  • Liderimiz Ebu Muhammed el-Colani, birleşince oluşacak yapının liderliğini Ahrar el-Şam lideri el-Ömer’e bırakmayı teklif etmedi mi?
  • Birleşme doğrultusunda öbür gruplarda güven yaratmak için liderimiz el-Colani ilk defa yüzünü açıkça gösterip kendisini insansız hava araçlarının, suikast girişimlerinin hedefi haline getirmedi mi? (…)
  • Birleşmeye yanaşmayan biz değiliz. Öbür gruplar birleşmek istemedi. Bugün doğan bölünmenin sorumlusu onlardır. Bizimle birleşmediler ve buna gerekçe olarak bazı ülkelerden gelen yardımların kesileceğini gösterdiler. Örgütümüzü lağvetmemizi, üslerimizi terk etmemizi ve elemanlarımızı dağıtmamızı dahi isteyenler oldu.
  • Bize karşı genel seferberlik çağrısı yapan din âlimleri, çatışmanın büyümesinden sorumludur. (…) Bize karşı seferberlik çağrısı yaparken, öbür yanda Esad’la oturmuş, ateşkes için anlaşıyor, pazarlık yürütüyorlar.
  • ŞFC’yi eleştirmek için din âlimlerinin fetva ve hüküm hazırlama ve yayımlama hızı muazzam. En az altı fetva verildi. (…) Neredeyse hepsi aynı gün ortaya çıkan toplam altı fetva! Bu durum gayet meşru sorular yaratır. (…) bize karşı fetvalar veren din adamları, destek aldıkları devletlerin baskısı yüzünden bu konuda susmak zorunda kalıyorlar. (…) Daha önce başka gruplar arasında çıkan çatışmalarda böylesine süratle bu tür fetvalar verildiğine, seferberlik çağrıları yapıldığına şahit olmadık. Ceyş el-İslâm’ın Guta’da tamamen güç ve iktidar uğruna giriştiği saldırıda 350 mücahit öldü, böyle hükümler verilmedi; nerede kaldı birilerini Haricî diye damgalamak! ÖSO Kuzey Suriye’de Levant Cephesi ile çatıştı, birçok genç öldü, yine şu yapılanın benzeri görülmedi. Ahrar el-Şam’ın Cünd el-Aksa’yı ortadan kaldırma amacıyla giriştiği harekât (…) büyük kayıplara mal oldu. Ama kimse Ahrar’ı, şimdi onunkiyle kıyaslanır bir hasar vermeden davranan bizi suçladığı gibi suçlamadı (…)
  • Elbette bazı din adamları bizim son kampanyamızı yanlış bulabilir, günahtır, cehheneme gideceksiniz, diyebilir. Böyle bir görüş ayrılığı meşrudur. Ancak bizim yolsuzluk yapan Ceyş el-Mücahidin’e yönelik tavrımızı DAİŞ’in tutumuyla kıyaslamak, bizi onun yerine koymak nasıl mümkün olabiliyor? Kimse, ŞFC mensuplarının birilerine turuncu mahkum elbiseleri giydirip onları koyun gibi kurban ettiğini, videolarını çekip yayımladığını görmüş mü? Kimse, ŞFC’den ayrılanların hapsedildiğini, öldürüldüğünü görmüş mü?
  • Türkiye Rusya ile ortak hareket ettiğini açıklamışken El-Bab’da Fırat Kalkanı Harekâtı’na katılmanın caiz olup olmadığı konusunda din âlimlerinden haftalardır görüş beklerken, onlar gelişen olaylarda ŞFC’nin haksız olduğuna çabucak karar veriverdiler. Oysa âlimler daha önce bu harekâta katılmanın ancak Türkiye’nin, ‘işgalci katil Ruslar’ bir yana, ABD ile birlikte hareket etmemesi koşuluyla caiz olacağını açık ve net belirtmişlerdi. (…)
  • Halep’in düşüşü, muhalefette birleşmenin becerilemeyişi, Astana görüşmeleri, ABD hava saldırılarının artışı ve Türk-Rus ittifakı, durumu değiştirdi. Muhalif gruplar aşağılayıcı konuma razı geldi, görüşmelere katılıyor. Rejimi devirme hedefinin yerini görüşmeler, ateşkes, giderek insanî yardım konusu aldı. (…)
  • Suriye’deki temel sorunlardan biri, örgütlerin adaletsizlikler yapıp, suçlar işleyip, bunların hesabını vermeden dönüp gidebilmeleridir. Levant Cephesi, Halep’te 150 savunma noktasını terk etti, savaşçıları Halep’in düşüşünü seyrettiler, hesabı sorulmadı. Bu sona ermeli. ŞFC işte bu yüzden bazı grupları hedef aldı. (…) Başkalarının yıllar boyu beceremediği işleri birkaç saat içinde başardı.”

Bildiri şöyle bitiyordu:

“Cihadı ve siperleri paylaştığımız kardeşlerimize diyoruz ki: Bizi tecrit etmek ve bizimle savaşmak amacıyla Astana’da üzerinde tartışılan kararlar ve benzerleri boş laftır. Dikkat edin, farkında olmaksızın, devrim ve cihat düşmanlarının kullandığı araçlar haline gelmeyin. Örgüt liderlerine diyoruz ki: Biliyoruz, onların (devrim ve Cihat düşmanları) sapkın fetvaları ve ideolojik terörizmi tarafından yönlendirilerek -belki iyi niyetle- sonunda pişman olacağınız kararlar alıyorsunuz, ama son pişmanlık fayda etmeyecek. Dininize bağlı kalın, cihada ve savaşa dönün, siyasetin şeytanlarını ve onların suflörlerini kendinizden uzaklaştırın… Bütün örgütler… siyasî ve askerî olarak birleşmiş, (…) Şeriat’a dayalı bir Sünnî yönetim biriminin statü kazanması üzerinde anlaşmalılar. Bu amaca ulaşmak için işbirliği yapmanın aciliyeti ve önemi konusunda ısrarcıyız…”

Devam edecek...