Geçtiğimiz hafta birbirinden bağımsız gözüken ama aslında aralarında derin bağlantı bulunan beş gelişme yaşandı. Bunlardan birincisi, İngiliz BBC yayın kuruluşunun Rakka, DEAŞ-PKK ve ABD üçgeni arasında yaşanan kirli ilişkini ipliğini pazara düşürmesiydi. İkinci gelişme, Suudi Arabistan´da 4 Kasım günü canlı yayında istifa eden ve o günden bugüne Riyad´da ?misafir? olan Lübnan eski Başbakanı Saad Hariri´nin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron´un girişimleri ile Paris´e davet edilerek, misafirliğinin son bulması oldu. Üçüncü gelişme bir süredir gündemden düşen Afrika´da, 1987´den beri Zimbabve´yi yöneten Mugabe´nin, ordu tarafından düzenlenen ve ardında Çin parmağının olduğu detayla ortaya çıkınca anlaşılan darbeydi. Dördüncü gelişme ise İsrail Genelkurmay Başkanı Eisenkot´un, Londra merkezli Suudi Arabistan gazetesi Elaph´a, Riyad ile Tel-Aviv´in bölgede yükselen İran tehdidi konusunda hemfikir olduğunu ve ?istihbarat paylaşımına hazır? olduklarını ilan ettiği röportajdı. Beşinci gelişme ise, Avrupa Birliği´ne üye 23 ülkenin, uzun süredir yılan hikayesine dönen, Avrupa ordusunu somutlaştıracak ilk adımı PESCO anlaşmasını imzalayarak attılar.
Bu beş gelişmenin ortak paydası, 1945 sonrası ABD hegemonyası çerçevesinde kurulu düzenin son bulduğu idi. 1990´da çift kutuplu düzen sona ererken, ikibinli yıllar ise ABD´nin üstlendiği tek kutuplu dünya düzeninin çöküşünü ilan etti. ABD güvenlik şemsiyesinin kalktığı hatta kimi ülkeler için tehdit haline geldiği bir uluslararası sistemde, bölgesel güçler kendi güvenlikleri ve çıkarlarını alternatif ittifaklar kurarak veya kendi güçlerini sahaya indirerek korumak ve sağlamlaştırmayı hedefliyorlar. Bu yeni durumun anlamı şu. 100 yıl içinde ilk kez küresel düzende gerçek anlamıyla hegemon bir güç bulunmuyor. ABD, Çin veya Rusya´dan herhangi biri uluslararası sistemde tek başına dengeyi sağlayacak, bir anlamda küresel jandarmalık rolünü üstlenecek, askeri, ekonomik ve kültürel kapasiteye sahip değil.
ESKİ SÖMÜRGECİLER, ÇİFTE MESAJ
Manzara açık; çok kutuplu bir döneme doğru hızla yol alıyoruz. Bu çok kutuplu dönemin ilk sinyalleri ise bir dönem dünyanın sömürgeci güçleri İngiltere ve Fransa´dan geldi. İki ülke ilerleyen dönemde kendi bacaklarından asılacaklarını Ortadoğu´da geçen hafta yaptıkları çifte müdahale ile dünyaya adeta ilan ettiler.
İngiltere, Suriye´de (genel anlamda Ortadoğu´da) ABD ve Rusya tarafından dışlanma tehdidini iki hamle ile karşıladı. İngiliz yayın kuruluşu BBC, yalanlamaya yer bırakmayacak derecede, Rakka´daki ABD-PKK-DEAŞ kirli terör işbirliğini, bizzat birinci elden, PKK militanlarının çektiği görüntüleri elde ederek yayınlaması ABD´ye net mesajdı: ?Tüm kirli çoraplarından haberim var.? Rakka´daki kirli pazarlığın ortaya saçılmasında dolaylı mesaj Avrupa başkentlerine idi. Mesajın içeriği ?ABD´ye fazla güvenmeyin, DEAŞ´ı ve terörü size yönlendiren merkez Washington. Brexit sonrası bana ihtiyacınız var.? İkinci çıkış ise Rusya´ya geldi. İngiltere Başbakanı Theresa May, Rusya´yı Avrupa siyasetine teknolojiyi kullanarak karışmakla direkt olarak suçladı. Bu mesajın dolaylı yoldan gittiği ikinci merkez ise Washington´daki anti-Trump lobiydi: ?sizinle Rusya´ya karşı çalışabilirim.?
Fransa ise Ortadoğu´da uzun sürenin ardından ilk kez baş rolü oynayarak, Suudi Arabistan-Lübnan-İran geriliminde inisiyatif aldı. ABD´nin tam destekle arkasında durduğu Riyad´ın kaos stratejisine karşı kendi oyun planını kurarak, iki hafta önce Riyad´da görevinden istifa ettiğini ilan eden Saad Hariri´yi ?Lübnan Başbakanı? sıfatıyla Paris´e çağırdı. 14 gündür Riyad´da zoraki misafir olarak bekleyen Hariri, Fransa Cumhurbaşkanı Macron´un davetini kabul ederek soluğu geçen Cumartesi Paris´te aldı. Hariri´nin ayağının Paris´e değmesinin hemen ardından Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian Tahran´a ayak bastı. Le Drian´ın Salı günü Beyrut´a dönmesi planlanan Saad Hariri için Tahran´dan birkaç taviz koparma peşinde olduğu söylenebilir. Paris, küresel gelişmeler karşısında artık sessiz kalmayacağını Macron´un Cumhurbaşkanlığı´na gelmesi ile ilan etmiş durumda. Afrika´dan sonra Ortadoğu´daki aktif tavır da bunun açık beyanatı. Paris´in Lübnan´dan önce Irak´ın kuzeyinde Barzani yönetimi tarafından yapılan gayrımeşru referanduma verdiği destek de bu aktif tutumun bir yansımasıydı. Önümüzdeki günlerde daha fazlasını da görebiliriz.
Çok kutuplu dünya düzenine geçtiğimiz mevcut dönemde ?eksen kayması? tartışmaları da geçersiz ve beyhude. Bugüne kadar tanımlanan tüm eksenler dağılmış durumda. Her ülke ulusal çıkarını korumak amacıyla, yeni ittifaklar kurabiliyor, yeni işbirlikleri geliştirebiliyor. Türkiye´nin son dönemde dış politikada aldığı çok boyutlu inisiyatifi ve Soçi´de Suriye merkezli yapılacak üçlü zirveyi de uluslararası sistemin yapısındaki değişimi göz önüne alarak okumakta fayda var. Riskler kadar getirilerinin de fazla olduğu yeni bir güçler mücadelesi ile karşı karşıyayız.