Türkiye’de iktisadi kriz derinleştikçe siyasetin pusulası da bu yöne kayıyor. Muhalefet sözcüleri hemen her konuşmalarında büyüyen işsizliği, yükselen fiyatları, hayat pahalılığını, geçim sıkıntısını ve dur durak bilmeyen zamları gündeme getiriyorlar. Halkta bir karşılık bulduğunu gördükçe de bu söylemi daha yoğun bir şekilde kullanıyorlar. Giderek kötüleşen verileri daha çok ortaya koyuyorlar, iktidarın bunları düzeltebilme ihtimalinin olmadığını belirtiyorlar ve çözüm için sandığı işaret ediyorlar.
Muhalefetin iktidarı ekonomi üzerinden sıkıştırma hamlelerine karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan iki taraflı bir dil kuruyor. Bir taraftan, güllük gülistanlık bir Türkiye manzarası çiziyor. İşlerin tıkırında olduğunu, vatandaşın alım gücünün artığını ve herkesin hayatından memnun olduğunu ifade ediyor. Birkaç örnek verelim:
“Bakıyorsunuz her evde araba var, kapıcısında araba var, ikinci el araba yetişmiyor zaten.”
“Biz göreve geldiğimizde üniversite öğrencilerinin aldığı burs 45 liracıktı. Ya elinize dilinize dursun ya. Şu anda 650 liraya çıktık. Nereden nereye geldik.”
“Ben şehirleri dolaşıyorum. Benim vatandaşım gayet memnun.”
“Kara propaganda”
Herhangi bir eleştiriyi kabullenmeyen Erdoğan, ekonomide sıkıntıları dillendirmeyi muhalefetin bir karalama kampanyası olarak niteliyor. Ona göre, zincir marketler gibi, bazı kötü niyetlilerden kaynaklanan bazı problemler olabilir ama muhalefetin abarttığı gibi bir hal de yok. İktidar, Türkiye’yi ekonomik olarak çok iyi idare ediyor, muhalefetin yalan dolanlarına rağmen kervan yürüyor ve ülke her geçen gün daha da büyüyor.
Erdoğan, diğer taraftan ise, Avrupa ve Amerika’da ekonominin kötü durumda olduğunu söylüyor. Sürekli olarak Türkiye ile Batı arasında bir karşılaştırma yapıyor ve ekonomik planda Batı zayıflarken Türkiye’nin çok güçlendiğini vurguluyor. Muhalefetin ise yalanlarıyla bunu örttüğünü ve nankörlük yaptığını belirtiyor:
“Şu anda İngiltere’de, Avrupa’da, Amerika’da raflar boş. Bizde bolluk bereket yoluna devam ediyor fakat nankörlere ne anlatırsan anlat, anlamazlar. Gözleri var görmez, kulakları var duymaz. Dili var, hakkı söylemez. Onun için biz cumhur ittifakı olarak yolumuza devam ediyoruz. Ülke olarak milli mücadeleden sonra en kritik atılıma ulaşmamıza çok az kaldı.”
Toz pembe tablo ve gerçekler
Hülasa Erdoğan, ekonomide toz pembe bir tablo çiziyor. Lakin son günlerde AK Parti’de Erdoğan’ın taviz vermediği “güçlü ekonomi” anlatımına aykırı sesler çıkıyor. Sahada halkın şikâyetleri ile karşılaşan AK Parti kurmayları, sorunları gördüklerini ve insanların rahatsızlıklarını bildiklerini içeren mesajlar veriyorlar.
Erdoğan’ın aksine ekonomide bir arızanın varlığını teslim eden AK Partili yöneticilerin kullandığı dil de iki yanlı. Bir yandan, her şeyin yolunda olmadığını kabulleniyorlar ve farklı kesimlerden çıkan seslere kulak kesildiklerinin bilinmesini istiyorlar.
Mesela AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Özhaseki, asgari ücretin yetmediğini, insanların bu ücretle yaşamalarının zor olduğunu gördüklerini ve bu ücrette ciddi bir artışın olması gerektiğini söylüyor.
Bir diğer Genel Başkan Yardımcısı Vedat Demiröz, önce “sabit gelirlinin, asgari ücretlinin, emeklinin, küçük esnafın sıkıntı çektiğini teşhis ettiklerini ve buna karşı neler yapılması gerektiğini masaya yatırdıklarını” belirtiyor. Ardından“asgari ücret ve emekli aylıklarını en azından insani bir şekilde yaşama seviyesine getireceklerini” ekliyor.
“Bu kış zor geçecek”
AKP Genel Merkez Siyasi ve Hukuki İşleri Başkan Yardımcısı Ömer Serdar da, hayat pahalılığının görmezden gelinemeyeceğinin, bundan en fazla düşük ücretlilerin etkilendiğinin ve bu kışın zor geçeceğinin altını çiziyor.
“Bizde hayat pahalılığı yok, diyemem. Geçim sorunu sıkıntısı yok, diyemem, vardır… Ben de artık piyasanın içindeyim. Yakinen gözlemleyebiliyorum. Ticaret yapan kişilerin çok önemli şekilde etkilendiğini düşünmüyorum. Bu ortamdan en fazla düşük ücretlilerin etkilendiğini söylüyorum…
“Alım gücünün düştüğünü, pahalılığın insanları olumsuz etkilediğini zaman zaman görüyoruz. Siz, bunu görmezden gelemezsiniz. Siyasetçiyseniz bu sorunu da siz çözmek zorundasınız.
“Biz, zor bir kış olacağını öngörüyoruz. Yani şu hayat pahalılığını ben görmüyor değilim. Dünyada enerji fiyatları bu kadar yükselirken, bizim burada rahat geçineceğimizi ben söylemiyorum…”
Aslında bütün bunlar bir itiraf olarak değerlendirilebilir. Erdoğan’ın ısrarlı “sorun yok” söylemine karşı, bizzat AK Parti yöneticileri ekonomide ciddi arızaların olduğunu, dar gelirlilerin insanca bir hayat sürdüremediklerini ve yakın gelecekte zorlukların artacağını itiraf ediyorlar. Bir başka ifadeyle, muhalefetin –Erdoğan tarafından “karalama kampanyası” olarak tanımlanan- itirazlarının haklılığı, bizzat iktidar temsilcilerince tescil ediliyor.
“Çözümün adresi biziz”
İktidar partisinin yetkili ağızları, bir yandan ekonomik güçlükleri kabul ederken, diğer yandan da çözümün adresi olarak yine kendilerini gösteriyorlar. Misal Özhaseki, EYT’liler (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) dâhil olmak üzere, insanların beklentisi olan ne varsa, bu beklentileri karşılamak için ciddi bir gayret içinde olduklarına değiniyor.
Demiröz, başta asgari ücretliler, emekliler ve esnaflar olmak üzere her kesim ile ilgili çalışmalar yaptıklarını, bu çalışmalar bittikten sonra Cumhurbaşkanının onayına sunulacağını ve tedbirlerin en kısa sürede hayata geçirileceğini söylüyor.
Muhalefetin iflas etmiş bir ülke profili çizmesinin doğru olmadığını ve dramatik bir tablo ortaya koymanın bu ülkenin insanlarına bir faydasının dokunmayacağını belirten Serdar da, çözümün muhalefette değil kendilerinde olduğunu ifade ediyor. “Sonuçta biz nasıl 2002’de Türkiye’yi o açmazdan alıp 12 bin 500 dolarlara getirdiysek, buradan da çıkış sağlayacak ekip, kadro, tecrübe burada var. Buradan çıkacağız.”
Tencerenin belirleyiciliği
Görüldüğü üzere; ekonominin vaziyeti hakkında Erdoğan ve kurmayları arasında belirgin bir fark var. Peki, bunun altında incelikli bir strateji mi yatıyor? Sanmıyorum. Detaylı olarak bir rol dağılımı yapılmış ve herkes kendi rolünü icraya başlamış gibi bir durum olduğu kanısında değilim.
Muhtemelen Erdoğan, sorunların fazlaca büyütüldüğüne ve eleştirilerin temelsiz olduğuna inanıyor. Bu nedenle muhalefetin salvolarına karşı söylem düzeyinde en küçük bir taviz bile vermemeyi doğru buluyor ve orada kararlı duruyor. Surda küçük bir gedik açılırsa gerisinin geleceğini ve arkasını alamayacağını düşünüyor. Bunun için ekonomiye dair menfi görüşleri külliyen reddediyor. Eleştiriler üzerine düşünmektense, geçmiş ile bugün ve Türkiye ile Batı arasında karşıtlıklar kurarak tabanını yanında tutabileceğini ve/veya başka bir yöne yönelmelerini engelleyeceğini düşünüyor.
Buna mukabil alanda realite ile karşılaşan ve yüksek sesli şikâyetlere muhatap olan parti yöneticileri ise, “ekonomide sorun yok” demenin insanları tatmin etmediğini ve dahası tepkilere neden olduğunu görüyorlar. Dolayısıyla çıplak gerçekle yüzleşmek ve Erdoğan’ın söylemini tekrarlamaktan kaçınmak mecburiyetinde kalıyorlar.
Erdoğan ve kurmaylarının söylemleri arasında oluşan bu açı, bir siyasi liderin ve söylemin ikna ediciliğinde ve inandırıcılığında tencerenin ne denli belirleyici olduğunu göstermesi bakımdan son derece önemli.
Nihayetinde hiç kimse tencereyi küçümsemek gibi bir lükse sahip bulunmuyor.