Ekmeleddin Bey´in Kitabı ve Mehmed Âkif´in Kayıp Kur´an Meâlinin Esrarı

Murat BARDAKÇI

Ekmeleddin Bey´in Kitabı ve Mehmed Âkif´in Kayıp Kur´an Meâlinin Esrarı

Bu hafta, İstiklâl Marşı şairi Mehmed Âkif´in âkıbeti seksen küsur senedir merak edilip tartışılan kayıp Kur´an-ı Kerim meâlini konu alan önemli bir kitap yayınlandı: Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu´nun ?Kaybolan Dünyadan Nurlu Bir Sima: Yozgatlı İhsan Efendi? isimli eseri?

Kitaptan önce Ekmeleddin Bey´den ve Âkif´in Kur´an meâli ile bağlantısından bahsetmem gerekiyor:

Türkiye, İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi ?IRCICA?nın başında uzun seneler bulunduktan sonra on yıl boyunca İslâm İşbirliği Teşkilâtı´nın genel sekreterliğini yapan Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu´nu 2014´teki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine AK Parti karşıtı bloğun çatı adayı olarak girmesi ve seçimde kullandığı ?Ekmek için Ekmeleddin? sloganı ile tanıdı?

Aday olduğu zaman da yazmıştım: Ekmeleddin Bey ile tanışıklığım bundan otuz küsur sene öncesine gider ve münasebetimiz bu müddet boyunca ?samimi bir dostluk? değil ?tanışıklık?, daha doğrusu ?yakın bir tanışıklık? sınırları içerisinde kalmıştır. Yaptığı güzel işleri yazılarımda yere-göğe koyamadığım ama aklıma yatmayan bazı uygulamalarının da aleyhinde yazdığım çok olmuştur.

 

Ekmeleddin İhsanoğlu´nun kitabı.

Ekmeleddin Bey´in şimdiye kadar yazılıp söylenmeyen ve dolayısı ile onu yakından tanımayanların pek haberdar olmadıkları bazı özelliklerinden de sözedeyim:

İmparatorluğun son dönemindeki ?münevver? ailelerinden birine mensup olduğu için münevver bir çevrede yetişmiştir; gençlik senelerini Mısır´da geçirmesi ona Türk kültürünün yanısıra Ortadoğu ve İslâm kültürüne de derin bir hakimiyet sağlamış ve benzerleri sadece bizde değil, başka memleketlerde de artık pek mevcut olmayan son devir âlimleri ile birarada bulunma şansını yakalamıştır. 1980´lerde bizzat kurduğu ve bütçesi İslâm Teşkilâtı´na üye memleketlerin katkıları ile karşılanan IRCICA´nın ?ümmetçi? değil ?millî? bir çizgi takip etmesini sağlamış, İslâm Teşkilâtı´nın fonlarını bizim kültürümüze yönlendirmiş, yayınladığı tarihten astronomiye, musikiden coğrafyadan ve tıbba kadar değişik alanlardaki kataloglar ve Osmanlı kültürü ile ilgili tıpkıbasımlar ciddî akademisyenler için birinci derecede kaynak olmuştur.

Ekmeleddin Bey, ailesi itibarı ile de önemli bir konumdadır: 1920´lerden itibaren Kahire´de yaşayan ve 15 Temmuz 1961´de orada vefat eden pederi Yozgatlı İhsan Efendi, aynı şekilde Mısır´da uzun seneler gönüllü bir sürgün geçiren Mehmed Âkif´in en yakın dostlarındandır. Bu dostluk, daha doğrusu Âkif´in din âlimi İhsan Efendi´ye itimadı öylesine sağlamdır ki, Türkçe´ye tercüme ettiği Kur´an´ı, yani Türkçe Kur´an meâlini vefatından birkaç ay önce Türkiye´ye dönerken Kahire´de ?Geri gelecek olursam bana verirsin ama dönemez de ölürsem yak!? diyerek İhsan Efendi´ye emanet etmiştir.

Şairin ?Gelemezsem yak!? demesinin sebebi meâlin başkalarının eline geçip o günlerin inkılâplar Türkiyesi´nde ?resmî Kur´an metni? yapılması endişesi idi?

İDDİALAR HEP DEVAM ETTİ

Mehmed Akif´in Kur´an meâlinin âkıbeti, Cumhuriyet tarihimizin din ve edebiyat alanında bir türlü çözülemeyen en büyük ve en önemli muammasını teşkil etti. Bu konu Türkiye´de neredeyse seksen seneden buyana hep merak edilip tartışıldı; İhsan Efendi´nin Âkif´in elyazısı ile olan nüshayı hakikaten yakıp yakmadığı hususunda da ortaya türlü türlü iddialar atıldı.

Meselenin aslını bilen tek kişi Yozgatlı İhsan Efendi´nin oğlu olan Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu idi ama bu konuda seneler boyunca hep ketum kalmış, sadece ?Vasiyetin yerine getirildiği?, yani Âkif´in meâlinin yakıldığı yolunda sözler etmişti?

Derken, 2012 yazında ?Mehmed Âkif´in meâlinin sadece üçte birlik bölümü? olduğu söylenen bir metin yayınlandı. Meâl, İhsan Hoca´nın talebesinden olan, Diyanet´te önemli vazifeler gören ve 1988´de vefat eden Mustafa Runyun´un evinde bulunmuştu ve ilk on cüzü ihtiva ediyordu. Gayet önemli olan bu yayından hem köşemde birkaç defa bahsettim, hem de metni neşreden Prof. Dr. Recep Şentürk´ü Prof. Erhan Afyoncu ile beraberce yaptığımız ?Tarihin Arka Odası?nda ağırladık.

Yayınlanan meâlin hakikaten Âkif´in eseri olup olmadığı tartışmaları devam ederken Ekmeleddin Bey bir başka akşam programımıza telefonla bağlandı ve diplomatik üslûp içerisinde ama önemli olan bir söz söyledi: Mehmed Âkif´in meâli imha edilmişti, yayınlanan üçte birlik meâl Âkif´e ait olamazdı ve Mustafa Runyun´un Diyanet´te vazifeli bulunduğu sırada hazırladığı kendi tercümesi olma ihtimali yüksekti!

Ekmeleddin Bey bu iddiasına rağmen ?Orijinal metin Âkif´in vasiyetine uyularak imha edildi, tamam, ama imhadan önce kopyesi alındı mı? sorusuna cevap vermedi; metnin imha edildiğini ve bu konuda söyleyecek başka sözü olmadığını tekrarladı, o kadar!

Sonra, aradan birkaç sene daha geçti? 1942´de vefat eden ve en önemli Türkçe tefsirlerden olan ?Hak Dini Kur´an Dili?in müellifi Elmalılı Hamdi Efendi´nin, yani Hamdi Yazır´ın kütüphanesinde de meşhur meâlin Âkif´in elyazısı ile bir kısmı bulundu ve o da yayınlandı?

Ama, İstiklâl Marşı şairinin hazırladığı ve Yozgatlı İhsan Efendi´ye teslim ettiği meâlin âkıbeti bir türlü tam olarak öğrenilemedi!

MAALESEF İKNA OLMADIM!

Mehmed Âkif´in Kur´an meâli meselesini yazmamın sebebi, Ekmeleddin Bey´in üzerinde uzun zamandır çalıştığını ve bu hadiseyi de bütün ayrıntıları ile anlatacağını söylediği ve nihayet tamamlayıp bu hafta yayınlanan kitabı: ?Kaybolan Dünyadan Nurlu Bir Sima: Yozgatlı İhsan Efendi??

Ekmeleddin Bey kitabında babasının ilim ile yoğrulmuş hüzünlü hayatını hikâye ediyor ve eserin sonunda Kur´an meâli meselesine de temas ediyor?

Meâlin sadece benim değil daha pek çok kişinin senelerdir merak ettiği âkıbetini en doğru ve inandırıcı şekilde ortaya koyacağı ümidi ile kitabı çıkar çıkmaz alıp okudum ama açık söyleyeyim, maalesef ikna olmadım!

Ekmeleddin Bey babası İhsan Efendi´nin Âkif´in vefatından sonra meâli soranlara ?Vasiyeti yerine getirdiğini?, yani eseri ?yaktığını? söylediğini, hattâ meâli elde edebilmek için Ankara´dan Mısır´a giden resmî yetkililere de aynı cevabı verdiğini anlattıktan sonra 1961 baharında babasının kendisini yanına çağırıp çalışma masasının sağ üst gözünü göstererek şunları söylediğini naklediyordu:

- ?Oğlum, bu dünya fânidir, hepimiz ölümü tadacağız. Sana, ben öldükten sonra yerine getirmeni istediğim önemli bir vasiyetim var. Gördüğün şu gözde bir-iki tomar defter var. O gözün anahtarı orta gözdedir. Ben ölünce o gözü açıp oradaki defterleri yakacaksın?.


Mehmed Âkifîn Kur´an meâlinden bazı sûrelerin yeraldığı ve yeni bulunduğu söylenen defterinin bir sayfası.
 

O sırada 17 yaşında olduğunu hatırlatan Ekmeleddin Bey, babasının vefatının ardından onun bazı dostları ve talebesi ile beraber açtıkları çekmeceden meâlin biri Âkif´in, biri de babasının elyazısı ile iki nüshasının çıktığını ve evrak tomarının başka bir yere götürülerek yakıldığını anlatıyor.

Meselenin bana tuhaf gelen tarafı işte burada: Ekmeleddin Bey içerisinde şahsen yeraldığı bu yakma ameliyesinden bahsederken olup bitenleri bizzat kendisi anlatmıyor ve her nedense başkalarının yazdıklarına yani üçüncü kişilerin mektuplarına ve hatırlarına dayanarak naklediyor! ?Defterleri filânca semtteki bir başka eve götürüp Âkif Bey´in vasiyeti gereği yaktık? demek yerine ?Pederin yakınlarından olan falanca kişi yapılan işi şöyle anlatıyor?, ?Filânca Bey imha işinden şu şekilde bahsediyor? diye meseleyi başkalarına atfetmeyi tercih ediyor!

Acaba neden?

Kitapta daha sonra Âkif´in elyazısı ile Kur´an´ın başından Âl-i İmran Suresi´nin sonuna kadar olan kısmının tercümesinin yeraldığı esrarengiz bir defterden de bahsediyor ve meâlin sözkonusu bölümünün bu defterdeki müsveddeleri ile bizzat Âkif tarafından verilmiş son şeklinin kısa bir bölümünü de yayınlıyor.

Ve bu bölüm de ?Bu defterle ortaya çıkan pek çok hakikat ile ilgili mütalâalarımızı ise, defteri neşrettiğimizde dile getirmeyi daha muvafık bulduğumuz için bu konulara burada girmeyeceğiz? şeklinde bir ?erteleme? ile nihayet buluyor!

Mehmed Âkif.

ESRAR BULUTU ARTIK DAHA DA YOĞUN!

İçerisinde bizzat yeraldığınız esrarlı bir hadiseyi âşikâr etmek istemediğiniz takdirde hadisenin ayrıntıları hakında birşey söylemeyebilir ve tek satır bile yazmayabilirsiniz, bu sizin tercihinizdir.

Ama o hadise hakkında seneler boyu ?Zamanı gelince herşeyi açıklayacağım ve bütün tereddütler son bulacak? dedikten sonra geçmişte şahit olduklarınızı bizzat ve açık seçik anlatmak yerine bu zamana kadar bilinip anlatılanları tekrar etmeye ve topu başkalarının ifadelerine atmaya zannedersem hakkınız yoktur!

Ben şahsen Ekmeleddin Bey´in bu kadar önemli bir meseleyi söylediğim gibi ?İsmail Hakkı Şengüler şöyle demişti? yahut ?İsmail Ezherli bu konuda böyle yazmıştı? diye üçüncü kişilerden nakillerde bulunmasını değil, ?Pederin gösterdiği çekmeceyi açtık, defterleri bulduk, Âkif´in vasiyetini yerine getirmek maksadı ile falanca ve filânca ile beraber yaktık ve bütün bunlara bizzat şahit oldum!? demesini beklerdim.

Ekmeleddin Bey´in bu kitabı Mehmed Âkif´in meâlinin üzerine seksen küsur senedir çökmüş olan esrar bulutlarını dağıtmamış, maalesef daha da yoğun hâle getirmiştir!