Eğitim Ne İşe Yarar?/Öğretmen Ne İş Yapar?

Araştırmacı yazar Yusuf Tosun yazdı;

Eğitim Ne İşe Yarar?/Öğretmen Ne İş Yapar?

Bireyler, toplumlar sürekli bir değişim halini yaşar. Bununla birlikte çevresel koşullar ve de insanı ilgilendiren neredeyse her şey bir şekilde bu değişim/dönüşüm/başkalaşımdan nasibini alır. Çoğu kere bunun farkında bile olmayız. Bu durum biraz da eşyanın tabiatında vardır. O nedenle bu hali çok da sorgulamadan tabi olmakla yetiniriz.

Mesela eğitim… Evet, bu yönüyle hammaddesi insan olan uzun soluklu bir süreçtir eğitim.  

Bu nedenle de eğitim, zaman ve koşullarla birlikte sürekli kendini yeniler/yenilemek zorundadır. Özellikle Türkiye gibi henüz kendini bulmamış, gelişmekte olan ülkeler için bu yenileme daha hızlı bir şekilde tekerrür eder durur.

Öyle ki her hükümet döneminde, her yeni Bakan atamasında bu değişim hali dillerden düşmez. Sözüm ona şuralar, kurultaylar, sempozyumlar, konferanslar, aramalar, taramalar… alır başını gider. Çoğu şekilsel değişikliklerdir bunlar. Özde, temelde, ruhta, mantalitede… değişim olmadığı içindir ki yapılan bütün eğitim hamleleri patinaj halini yaşar ve neticede bir arpa boyu yol alınmaz. Biraz abartılı da olsa da son yüzyıllık eğitim halimiz böyledir.

Şimdi yeni bir yüzyıla ayak basarken de yüksek sesle yine eğitimin değişim hali dillendirildi. Sayfalar dolusu yazıldı, çizildi. İddialı laflar edildi. Sonucu tahmin etmek kehanet değil! Çünkü aynı tekerrür, aynı patinaj hal devam ediyor.

Peki yüzyılın eğitiminde değişen ne?…

Şekilsel bir değişimin ötesinde değişen bir şey var mı?

Sadece binalar, materyaller, kampüsler, araç-gereçler…  eğitimi oluşturmuyor. Eğitmenler de tek başına bir çözüm değil elbette. Topyekûn bir değişime ihtiyaç var. Lakin onu kimse göze alamıyor.

İşin doğrusu 250-300 yıl önce okullar hangi mantıkla kurulduysa hala aynı minval üzere devam ediyor.

‘Eğitim Bir Kitle İmha Silahı’ kitabının yazarı John Taylor Gatto’nun anlattığı kısa hikâye eğitimdeki hal-i pür melalimizi güzel açıklıyor:

‘Eğer pireleri derin olmayan bir kabın içine koyarsanız zıplayıp çıkarlar. Ama kabın kapağını kısa bir süreliğine kapatırsanız kaçmaya çalışırken kapağa çarptıkları için çok yüksek sıçramamaları gerektiğini öğrenirler. Sonra özgürlüklerinin peşinde

koşmayı bırakırlar. Ardından kapak kaldırılsa bile, pireler kendi güvenlik endişeleri yüzünden, mahkûm psikolojisiyle hareket etmeyi sürdürürler. İşte hayat da böyledir. Çoğumuz kendi korkularımız ya da başkalarının şartlandırmalarıyla kendimizi düşük beklentilerinin olduğu bir dünyaya hapsederiz.’(Eğitim Bir Kitle İmha Silahı, John Taylor Gatto, EDAM Yayınları)

Bu ibret verici hikâyeyi okuyunca bugün eğitimin birey ve toplum üzerinde neler yaptığı ve öğretmenlerin farkında olmadan hangi rollerde oldukları insanın gözü önünde canlanıyor haliyle.

Oysa ki dünyada o kadar çok değişim oldu ki!… Evet, çok şey değişti, ama yönetenler hep aynı. İşte o nedenle eğitimin çakılı vaziyette devam etmesini istiyorlar. Çünkü onlar için eğitim “bireyden, toplumdan kendi çıkarları doğrultusunda maksimum verim alma” anlamına geliyor. O nedenle de düşünen, sorgulayan bireyler yerine tek tip düşünen (hatta mümkünse hiç düşünmeyen), makinenin dişlisi gibi çalışan robotik insanlara ihtiyaç var ve eğitim bir fabrika gibi bu tek tip üretimi yapmalı.

Nitekim eski Yunan’da okul (school); ‘hayatta kalmak için çalışmak zorunda olmayan, boş zamanları olan kişilerin gidebileceği yerler’ anlamına geliyor. Avrupa’da sanayi devrimiyle birlikte artan şehir nüfusunda fabrikalara eleman yetiştirmek üzere tasarlanmış bir eğitim modelini uyguluyoruz bugün. Aynı eğitim modeli Amerika’da yerli halkı sisteme adapte etme, itaatkârdır bireyler yetiştirme amacıyla kullanılmıştır. Eğitim modelimiz hala aynı… Mevcut sistem sadece dinleyen, fikir üretmeyen, düşünmeyen uysal bireyler yetiştirme üzerine kurulu… Tıpkı bir fabrikada işini düzgün yapan, hiçbir şeye itiraz etmeyen, talimatla emirleri yerine getiren, dur deyince duran, çalış deyince çalışan robotlar gibi… Yani ezberci bir eğitim modelini uyguluyoruz hala. Böyle bir eğitim modeli aynı zamanda devlete, sisteme de uyarlı bireyler yetiştiriyor. Sistem de zaten böyle bir yönetim modeli istiyor. Eğitimle yönetişim böylece birbirini tamamlamış oluyor.

Böyle bir modelden ne mucit çıkar, ne entelektüel, ne aydın, ne ilim-bilim adamı ne de yönetici-lider!…

 

Öğretmen Ne İş Yapar?

İlber Ortaylı kendi yaşam tecrübelerini dile getirdiği ‘Bir Ömür Nasıl Yaşanır’ nehir söyleşi eserinde; ‘Kabiliyetleri tespit eden, çocukları ona göre yetiştiren bir sistem kurmamız gerekir.’(Bir Ömür Nasıl Yaşanır, İlber Ortaylı, Kronik Yayınları S: 171, 143) der yalın bir ifadeyle. Akabinde de zaten kör-topal yürüyen eğitim sistemimizin Köy Enstitüleri’nin Halk Partisi tarafından, Eğitim Enstitüleri’nin de Ecevit tarafından kapatılmasıyla birlikte felç olduğunu; şayet yerine yeni bir şey inşa dilecekse bunun en önemli adımının ideal öğretmenin yetiştirilmesi gerektiğinin altını çizer:

Eğitim Enstitüleri’nin ziyan edildiği günden bugüne önümüzde model yoktur. Zira eğitimin temeli öğretmendir. Öğretmen olmadan okul olmaz.’

Evet, eğitimin temelinde öğretmen vardır. Yani öğretmen, eğitim-öğretimin asli unsurudur. En başta iyi öğretmenin yetişmesi, yetiştirilmesi önemli! Bu olmazsa olmaz bir şarttır.

Eğitim-öğretimin fiziki şartları, imkânları elbette ki önemlidir. Ama tek başına yeterli değildir hiç şüphesiz. Binaların yenilenmesi, eğitim-öğretim araç ve gereçlerinin son model teknolojiye göre dizayn edilmesi eğitimin kalitesi için yeterli değildir.

Aynı şekilde kelime ve kavramların libaslarından sıyrılıp çağdaş görüntüye büründürülmesi de eğitimi çağdaşlaştırmıyor. Tıpkı ‘Maarif’ yerine ‘Eğitim’, ‘Muallim’ yerine ‘Öğretmen’,

‘Talebe’ yerine ‘Öğrenci’ kullanmakla eğitimin çağdaşlaşmadığı, düzelmediği gibi… Tam tersine kelimelerin içini boşaltıp yerini dolduramazsanız, durum daha vahim bir hal alır. Bizde de olan bundan pek farklı değildir.

Bütün mesele eğitimin asli unsurunda yani asıl öznesinde düğümleniyor. O da öğretmen!… Rahmetli Mehmet Akif, Cumhuriyetin ağlarını kurduğu o ilk yıllarda bu tehlikeyi görmüş olmalı ki altını çize çize şiirlerine konu etmiştir bu hususu;

‘Muallimim” diyen olmak gerektir imanlı,

Edepli, sonra liyakâtli, sonra vicdanlı.

Bu dördü olmadan olmaz: Vazife, çünkü büyük…’

Evet, tam da böyle! …

Yusuf  TOSUN

Kaynak: Teferrüc, Ocak 2025, Sayı: 26

 

Kaynak: dibace.net