İnsanları ya eğitiriz ya da ikna ederiz. İkna için birçok yol vardır ve bunlardan başka yazılarımızda bahsetmiştik.
Eğitmek ve öğretmek, normalde hakikati izhar etmek yani dile getirmekle olur. Bazı hakikatler, fıtrata uygun ve apaçık oldukları için ispata ve izaha gerek duymazlar. Bazı bilgiler ise ispat ve izaha yani başka delil ve açıklamalara ihtiyaç duyarlar.
***
Örnek vermek gerekirse İslam dininin en büyük delillerinden birisi, fıtrata ve vakıaya uygun olmasıdır. Örneğin ölüm ve son, insanın her gün şahit olduğu hakikatlerdendir. Yine hayat ve yaratılış da sürekli karşımıza çıkan şeylerdir. İnsanın aciz olduğu ve diğer duygu ve zaaflarına dair ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde beyan edilen şeyler de salim bir aklın itiraz edemeyeceği türden şeylerdir.
***
İslam dininin ikinci delili ise Efendimizin (S.A.V.) şahsiyetidir.
Zira Efendimiz, aklı ve ahlakıyla temayüz etmiş idi. Yani vahiy aldığını ifade ettiğinde cahillik ya da yalancılık gibi suçlarla itham edilememiştir. Bütün peygamberler için de bu durum aşağı yukarı böyledir.
Örneğin Efendimiz (S.A.V.):
* İyi bir baba ve iyi bir eşti. Bu konuda herkes kendisine olumlu şahitlik etmektedir. Hatta düşmanlarından bile bu hususta kendisine bir itham yöneltilmiş değildir.
* Hediye kabul etmezdi. Kendisine gelen hediyeleri de dağıtır idi. Aksi halde bir menfaat elde etmek için böyle bir yola girdiği yayılırdı ki o zaman tebliğ diye bir şey kalmazdı. Çünkü böyle bir durumda kimse kendisine güvenmez idi.
* Hazreti Hatice de ilk vahyin heyecan ve telaşına kapılan Efendimizi (S.A.V.); iyi bir insan olduğu ve bu yüzden bu karşılaştığı şeylerin de hak olduğu hususunda teskin etmiştir.
* Hazreti Ebubekir de kendisini çok sevdiği ve güvendiği için tereddütsüz Efendimizin davasını kabul etmiştir.
***
Bütün bunları niye anlatıyoruz?
Kendi görüşlerimize kendimiz ne kadar bağlıyız; ilk önemli olan husus budur. Örneğin liderliğin en önemli şartlarından birisi de davası olmak; bu davaya inanmak ve etrafındakileri de buna ikna etmektir.
Çocuklarımız ve öğrencilerimiz de anlattıklarımızı bizde görmek isterler. Böylece anlattıklarımızın samimi olduğuna bir delil ararlar.
***
Aslında insanlar, duyduklarından daha çok gördüklerini örnek alırlar. Bu yüzden bir yönüyle çocuk terbiyesi çok kolaydır. Düzgün yaşar ve onlarla vakit geçirirsek onlar da bize benzerler.
***
Dost ve yoldaş seçerken de bu hususları dikkate almak gerekir. İş verdiğimiz ya da yoldaş edindiğimiz kişiler, başta kendi işleri olmak üzere hayatlarında acaba nasıl biliniyorlar?
Bir göreve getirdiğimiz insan, daha önceki işlerinde başarılı mı ya da dürüst müydüler?
Bu kimselerle teşriki mesaide bulunan insanlar, nasıl şahitlikte bulunuyorlar?
***
Fakat herkesin şahitliği de geçerli değildir.
Örneğin bir kimse ile iş yapmamış ya da yoldaş olmamış kimsenin, o kişi hakkındaki şahitliği makbul değildir. Yani uzaktan ve kanaatle şahitlik olmaz.
Kendi ahlakları sorunlu olan kimselerin şahitliği de makbul değildir. O yüzden her sözü üstüne alınmaya veya her söze cevap vermeye de gerek yoktur. Sözün ağırlığı; hakikat oluşu kadar kimin, nerede, ne maksatla söylediği ile de irtibatlıdır.
Ayrıca bir kimse ile husumeti olan kimselerin de o kimse hakkındaki şahitliğine şüphe ile bakmak gerekir.
***
Örneğin Ebu Cehil´in en güvendiği adam Efendimizdir. Zira kendinin veya adamlarının kıymetli eşyaları, o günkü şartlarda başka kurumlar olmadığı için Efendimize emanetti. Yani Efendimize güvenirlerdi.
Ama İslam dini, menfaatlerine aykırı olduğu için aynı güveni, tebliği kabul konusunda göstermemişlerdir. Yani mesele menfaat olduğunda insan, hakikate aykırı hareket edebilmektedir.
***
Özetlersek:
* Kendi işimizi iyi yapıyor muyuz? İşimiz öğrencilik ya da her neyse fark etmez.
* Ciddi ve çalışkan mıyız?
* Sorumlu ve adil miyiz?
* Nasıl bir dost, evlat, baba ya da eşiz?
* Nasıl komşu veya nasıl bir akrabayız?
Bu sorulara bir şekilde cevap bulmak, kendimizi muhasebe etmek açısından önemlidir. Yoksa kimin ne dediğinin önemi yoktur. Zira iyi bir insana kötü demekle onu kötü yapamayız. Ya da eşkıya biri evliya denmekle evliya olmaz.
Ama bütün bunları kendimizi muhasebe etmek anlamında düşünürsek; o zaman değerli olurlar.
Yani mesele söz ya da görünüş değil amel ve ahlaktır.