Yaşadığımız hiçbir olay sürpriz değil. Kitapta yeri var. Hem kainat kitabında hem münzel kitapta.
Kendimizi biliyorsak, uzak-yakın tarihe aşinalığımız varsa, bireysel ve toplumsal düzeyde olumlu ya da olumsuz anlamda yaşanan her gelişmenin varoluşumuzun temelinde, tarihin akışının özünde yerinin olduğunu biliriz bu yüzden ve şaşırmayız.
Sadece gelişmeleri insanın özünden, tarihe yön veren varoluşsal yasalardan bağımsız olgular olduğunu, dolayısıyla istediği gibi bu gelişmelere yön verebileceğini, (hukuk dışına çıkarak) verdiği zararların, (ahlak ilkelerini çiğneyerek) cezbettiği faydaların yanına kar kalacağını sanarak büyük bir özgüvenle pervasızlaşanlara hatırlatmak gerekir, bu değişmez, değiştirilemez fıtri yasaları.
Onları durduracak güce sahip olmadığını söylemek lazım. Selin sürüklediği çöpe konmuş bir sineğin kendisini kaptan-ı derya sanması kadar gülünç olduğunu yüzüne vurmak lazım.
İnsanın öz yaratılışında somutlaşan bu ilkelerin yazılı hali olan Kur'an ve hadisin uyarılarını gözler önüne sermek gerekir.
Onlar ki Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. (Ayet)
İbn Mesud:
-Ya Resulallah, en büyük günah nedir?
-Seni yaratan rabbine ortak koşmandır.
-Sonra?
-Açlık korkusuyla kendi çocuğunu öldürmendir.
-Sonra?
-Komşunun karısıyla zina etmendir.
Ayet ve hadisteki sıralamanın bu şekilde olmasının (şirkten, haksız yere insan öldürmeye ve zina etmeye doğru bir sıralamanın gözetilmesinin) insan ontolojisiyle enteresan bir ilişkisi var.
Ayette ve ayetin muhteşem bir açıklaması olan hadiste insanın bütün duygu ve davranışlarına kaynaklık eden üç temel güce (ve bu güçlerin sapmasından dolayı ortaya çıkan dehşet verici sonuçlara) işaret ediliyor. Akıl, öfke ve şehvet…
Akıl; bağlamak anlamına gelmesi hasebiyle insanda kontrol mekanizması işlevini görür.
Öfke; insanın varlığına zarar verecek muhtemel tehditleri bertaraf etme mekanizmasıdır.
Şehvet; insanın varlığını sürdürmesi için faydalı olan şeyleri isteme, sağlama, cezbetme mekanizmasıdır.
Öfke ve şehvetin varoluşsal işlevlerini görmeleri aklın kontrolünde olmaları şartına bağlıdır. Ayette işaret edildiği gibi akıl, en berrak beslenme kaynağı olan vahiyle bağını koparıp yaratıcısından başka veya onunla birlikte birtakım düzmece tanrılar edinmek suretiyle rotasından çıktığı zaman öfke ve şehvet güçleri de çığırından çıkar, öfke ve şehvet nitelikli tutkulu arzuların, heva ve hevesin emrine girer.
Mesela öfke, (hukuk çerçevesinde) insanın varlığına yönelebilecek tehditleri bertaraf etmesi gerekirken başkalarına zarar veren bir aygıta dönüşür.
Aynı şekilde şehvet de (ahlak çerçevesinde) insanın varlığını sürdürmesine faydalı olan şeylerin peşinde olacağına, tam bir çürümüşlüğe, aç gözlülüğe, sınırsızlığa, yıkıcı, onur kırıcı bir hırsa dönüşür.
Tarihe, günümüze, yükselen ve alçalan medeniyetlere, imparatorluklara, saltanatlara, geniş ve dar çevremize ve tabi kendimize baktığımız zaman bu üç temel gücün sağlıklı oluşlarına, ayrıca çığırından çıkmışlıklarına ilişkin birçok örnek görebiliriz.
Birey olarak insanın ontolojisinde öz yaratılışın saç ayağı şeklinde yer alan bu üç temel gücün dinler, mezhepler, ırklar, medeniyetler düzeyinde de temayüz ettiklerine tanıklık edebiliriz.
Bazı medeniyetlerin aklı, bazı medeniyetlerin öfkeyi, şiddeti, bazı medeniyetlerin de şehveti temsil ettiklerini; denge ve kontrol mekanizması yerinde iken üretken ve verimli olduklarını, denge ve kontrolü kaybettiklerinde de Kur'an'ın ifadesiyle "çevreyi ve nesli" mahvettiklerini gözlemleyebiliriz.
Dolayısıyla insana dair bütün geleneksel organizasyonların bu üç gücün örgütlenmesi şeklinde geliştiği bir gerçektir.
Bunların başında da devlet aygıtı gelir.
Devlette aklı hükümet (atı dizginlemek, kontrolden çıkıp başını alıp gitmesini engellemek anlamına gelen "he-ke-me" kelimesinden gelir), öfkeyi emniyet kuvvetleri; şehveti de ekonomi yönetimi temsil eder.
Devlette aklı temsil eden hükümet aygıtı bireysel ve toplumsal düzeyde varoluşu bahşeden yaratıcının ötesinde bir gücü başat ilham kaynağı edinirse akıl kontrolünü kaybedeceği için devlet düzeyinde öfke yani güvenlik gücü ve şehvet yani ekonomi sistemi de çığırından çıkar.
Muhtemel zararları bertaraf etmesi gerekirken, çevresine zararlı olması, faydalı şeyleri normal yollardan kazanması gerekirken de doymak nedir bilmez bir çürümüşlüğe evrilmesi kaçınılmaz olur.
Yakın ve uzak tarihe, yakın ve uzak çevremize baktığımız zaman bu üç gücün hem varlık amacına uygun olarak verimli oldukları zamanları, hem de varlık amacının dışına saparak tam bir çürümüşlüğe yol açtıkları zamanları görmemek mümkün değildir.
Öte yandan insan varoluşunun bir özelliği de olumlu ya da olumsuz, öfke ya da şehvet kaynaklı bütün yapıp ettiklerinin mutlaka karşısına çıkmasıdır.
Nitekim yukarıda yer verdiğimiz ayetin son cümlesi şöyledir:
"Bunları yapanlar suçlarıyla yüz yüze gelirler."
Uzak ve yakın çevremizde gördüğümüz şey budur.