Dünya Bülteni'nden Osman Şahin'in "konuya Dair" Analizi...
Eyne’l mefer ve’l ilahu’l Tâlib Ve’l Eşremü’l mağlub, leyse’l ğâlib
(Nereye kaçacaksın? Abdulmuttalib’in ilahına yemin olsun ki kaçacak yer yok. Dudağı yırtık Ebrehe mağlup oldu, artık galip değil)
Ebrehe’nin Sana’da yaptırdığı El Kalîs Kilisesinin bugünkü hali
1. Bizans İmparatorluğunun Hıristiyanlığı da kullanarak Kabe’ye alternatif arayışları İslam’dan önce de vardı. Yemen’in Sana şehrinde yaptıkları mimarlık harikası kiliselere insanları yönlendirmek ve Kabe’yi devredışı bırakmak istiyorlardı. “Fil Vakası” bu tuhaf zihniyetin yıkılışını anlatır. Bizans ve Süryani kaynakları da bu olaydan bahseder. Miladi 571 senesinde Bizanslılar Habeşlilerle ittifak kurarak Kabe’yi ortadan kaldırmak istediler ancak muvaffak olamadılar.
Peygamber Efendimizin (sav) İslamiyeti yaymakla görevlendirildiği zamandan 40 yıl önce, Yemen Valisi Ebrehe’nin Kabe’yi ortadan kaldırmak için fillerle Mekke’ye hücum ettiğini bilmeyenimiz yoktur. Ancak Ebrehe’nin hangi dine mensup olduğunu bilenimiz azdır. Bizans İmparatorunun (İkinci Jüstinyen) Habeş Necaşisi vasıtasıyla Kabe’yi ortadan kaldırıp Hicaz ticaret yollarına hakim olma ve bilahare İran’a sefer düzenleme hayalleri başarısızlıkla neticelendi. Habeşistanlı komutan Ebrehe Bizans İmparatorunun sağladığı gemilerle önce Yemen’e çıkartma yaptı, Sana’da muhteşem bir kilise yaptırdı ve insanları bu kiliseyi ziyaret etmeye davet etti. Bu emrivakiye Araplar uymayınca çılgına döndü ve yaptırdığı kilisenin Kabe yüzünden ziyaret edilmediğini düşündü. O zaman Peygamber Efendimiz henüz dünyayı şereflendirmemişti. Kabe’ye saldırmak için elinde güçlü bir bahane olsun diye adamları bu kiliseye oturup hakaret (telvis) etti. Ebrehe mekke bunu bahane edip Kabe’yi ortadan kaldırmaya kalkıştı. Bu olay tarihe Fil vakası olarak geçmiştir. Olayın evveliyatı Elmalılı M.Hamdi Yazır’ın tefsirinde detaylı olarak anlatılmaktadır. Yazımızın uzamaması için o kısmı almadık.
Ebrehe’nin Kabe’ye hücumu ve mağlubiyeti İslam dünyasında nesilden nesile nakledildiğinden hafızalarda taze bir olay gibi kalmıştır. Olay mütevatirdir yani topluluklar tarafından yeni nesillere nakledilerek günümüze kadar anlatılan bir vakıadır. Ayrıca, Fil Vakası Kuran’da da Fil Suresinde kısaca (5 ayetle) anlatılmıştır. Kur’an-ı Kerim sayesinde bu olay Müslümanların belleğinden silinmemiştir. Fil Suresi hicretten önce Mekke’de nazil olduğunda Peygamberimiz kalabalık bir topluluk karşısında bu sureyi okurken kimse itiraz etmemiştir. Kimse yalan söylüyorsun dememiştir.
Bugün, Fil Vakası oryantalistler ve onların etkisinde kalmış olan akademisyenlerimiz tarafından farklı anlatımlarla çarpıtılmak istenmektedir. En büyük çarpıtmayı ise, olay Kur’an’da çok açık olarak anlatıldığı halde bunu çiçek hastalığı vb. gibi hastalıklarla yönünü değiştirip anlatanlar yapmıştır. Ehli Sünnet alimleri bu iddiaların hepsine tatminkar cevaplar vermiştir. Mesela, Allame Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Fil Suresini tefsir ederken; “ …bu arada bir çiçek ve kızıl kızamık hastalığından da bahsedildiği ve bununla bir taraftan olayın güya tabiileştirilerek fevkalade olan önemi adileştireceği, bir taraftan da mikroplarla temas etmek itibariyle daha ziyade inceleştirilmiş olacağı zanniyle ayet açık olan manasından çıkarılarak kuşların ve taşların manası buraya doğru eğilmek istenildiği …” ifadeleriyle Fil Vakasında ebabil saldırısının izaha ihtiyaç bırakmayacak şekilde bütün toplumun gözü önünde cereyan ettiğini detaylarıyla anlatır. Bazı sahabelerin o taşları gördüklerini nakleder.
Sözkonusu doğubilimciler şimdi de Kabe’nin yerini tartışmaya açacak kadar işi ileri boyutlara taşıyor ve buna teknolojiyi de alet ediyor. Doğunun yüzbinlerce el yazması kadim eserlerinde anlatılanları yok saymakla hedeflerine ulaşacaklarını zannediyorlar. İslam kültür mirası olarak anılan o yazma eserleri yüksek rakamlarla ülkemizden ve Araplardan satın almalarının veya çalmalarının sebebi şark dünyasını köklerinden koparmak ve tarihimizi kendilerinin istedikleri gibi yorumlamaları içindir. Hammer’in Fil Vakasını geçiştirir gibi anlatması da manidardır. Hammer; “İş bu fil senesinde Habeş Kralı Kabe üzerine yürürken kuşların askeri üzerine attığı taşlarla, ihtimal ki bulaşıcı bir çiçek hastalığıyla durmaya mecbur olmuştur” der. Oysa Ebrehe ordusu kırılıp yok olmuştur. Elmalılı bunu Hammer’in hakikati gözden kaçırmak için kurnaz bir kalem oyunu olarak anlatır. Oryantalist olmasına bağlar. Fakat Mısırlı Abduh’u affetmez.
“Kabe’nin yeri Mekke değildir…” iddialarının arkasında Batı dünyasının uzun vadeli ekonomik emelleri yatmaktadır. Kabe bütün Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri bir birlik sembolüdür. Kabe’yi gözden düşürdüğünüz veya yerinden kaldırdığınız zaman bütün İslam dünyası olumsuz etkilenir ve Arabistan Yarımadasının tamamı anlamsız bir coğrafya olur. Büyük Selçukluların Halep Atabeyi Nureddin M. Zengi zamanında Peygamber Efendimizin (sav) naaşını çalıp Vatikan müzesine götürmek isteyen zihniyet acaba bugün ne düşünüyor? Vatikan’ın Mekke ve Medine’nin yerleşim bölgeleri dışına (herhalde harem bölgesi kasdediliyor) kilise yapmak için Suudi makamları nezdinde diplomatik girişimde bulunması Hıristiyanların giremedikleri harem bölgesinde niçin bir ihtiyaç haline geliyor? İşte ilgili haberin son cümlesi: (وسيتم بناء أول كنيسة في المملكة خارج النطاق العمراني لمكة المكرمة والمدينة المنورة = Suudi Arabistan’da Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere yerleşim bölgeleri haricinde ilk olarak kilise yapılacak ) Kaynak: https://al-sharq.com/article/01/01/2019/
Bugün batılı arkeologlar Ebrehe’nin Sana şehrinde bina ettiği El Kalîs Kilisesinin harabelerini araştırıyor. Oryantalist Rudolf Strothmann, Eski Sana’nın “Bab’ul Yemen” mıntıkasında bulunan ve halk arasında “Küçük Kâbe” adıyla anılan çifte minareli Ulu Camii’nin (Cami-i Kebîr) bu kilisenin camiye çevrilmiş şekli olduğunu iddia ediyor. (Kaynak: İ.A). Rudolf Strothmann, muhtemelen cami avlusunda bulunan küp şeklindeki yapıyı Kabe’ye benzeterek bu kanıya varmış olabilir (**) veya Osmanlının kiliseleri camiye tahvil etmelerinden etkilenmiş olabilir. Oysa El Kalîs Kilisesi H. 136 senesinde Abbasi Halifesi Ebül Abbas El Seffah tarafından Yemen’e vali olarak gönderilen amcası El Rebî El Hârisî tarafından tamamen yıktırılmıştı. Yemen’deki Sana Ulu Camii ise Peygamber Efendimiz tarafından İslam'ın ilk yıllarında Yemen'e gönderilen sahabeden Veber bin Yuhennes el-Huzaai öncülüğünde inşa edilmiştir ve İslam tarihinin Üçüncü Camiidir. (A.A).
Aslında oryantalistlerin planladıkları neticelere varmak için yaptıkları arkeolojik araştırmaların sicili Ebrehe ordusuna Ebabil kuşları tarafından atılan “siccîl” taşları ile deşifre edilmiş ve Bizanslıların Kabe’yi ortadan kaldırmak için gizli emelleri 1481 sene önce faş edilmiştir. Bu kadar ince hesaplar içinde olan ve uçsuz bucaksız Doğu Roma topraklarıyla kanaat etmeyip Suudi Arabistan Yarımadasının ticaret yollarına da hakim olmak için Bizanslıların oyunlarını Ebabil kuşları akim bırakmıştır. Dün Kabe’yi ortadan kaldırmaya muvaffak olamayanlar bugün Kabe’nin yerini inkar iddialarını yeni bir görüş gibi ileri sürüyorlar.
EBREHE KABE’YE NEDEN SALDIRDI VE AKIBETİ NE OLDU?
2. Habeş Necaşisi tarafından Yemen emiri olarak atanan “Ebrehetü’l Eşrem” Hırıstiyan idi. Arapları Kabe’den vazgeçirip Yemen’e çekmek hayaliyle Sana’da “El-Kalîs” isimli, kapıları altın ve gümüş kaplamalı fevkalade ihtişamlı bir kilise inşa ettirmiş ve meşhur Belkıs Sarayı'nın kıymetli taşlarını da bu kilisenin inşasında kullanmıştı. El Kalis Kilisesi'nin mozaiklerle süslü kubbesi ve mimarisi Sana'daki Yemen mimari tarihinin en önemli şaheserlerinden biri olarak kabul edilir. Ebrehe inşaat sırasında çalışanları gayrete getirmek için Hz. İsa’nın bu kiliseye ineceğini ve insanlığa buradan hitap edeceğini söyler. Bugün turistik rehber kitaplarında “Ghorqat Al- Qulais” olarak anılan ve tamamlanması için Bizans İmparatorunun Mısır’ın İskenderiye şehrindeki Rum mimar ve mozaik ustalarını göndererek destek verdiği kiliseyi tarihçiler biraz mübalağa ile anlatırlar.
El Kalîs benzersiz bir yapı idi ve Bizansın görkemli günlerinde (Ayasofya’dan 34 sene sonra) inşa edilmişti. Ancak, Ebrehe’nin gayretleri putperest Araplar arasında karşılık bulmuyordu. Araplar, bu kiliseye asla yönelmedikleri gibi Kinane Kabilesine mensup birisi de hakaret olsun diye kilisenin içine oturup kirletmişti. El Kalîs Kilisesi yukarıda da yazıldığı üzere Hicri 136 (M. 754) tarihinde, içindeki kıymetli taşlar, altın ve gümüşler ve mozaikler alınarak tamamen yıktırılmıştır. Sütunları ve kıymetli taşları Sana’da yaptırılan Ulu Camiin (tevsiinde) bilahare tamirat sırasında kullanılmış olabilir. Bu bilgi Oryantalist Rudolf Strothmann’ın “El Kalîs Kilisesi Ulu Camiye dönüştürüldü” fikrini çürütmektedir.
" ثم في عهد الخليفة العباسي أبو العباس السفاح هُدمت الكنيسة سنة 136 للهجرة (754 م.) فقد أرسل خاله، الربيع الحارثي، والياً على اليمن مع رجال أشداء وأخذت محتوياتها من جواهر نفيسة وذهب وفضة وفسيفساء قبل هدمها وتسويتها بالأرض. ولاحقاً، استخدم الكثير من أحجارها وأعمدتها في بناء الجامع الكبير بصنعاء القديمة"(Kaynak: https://raseef22.com/article/25338-the-church-that-was-built-in-sanaa-to-replace-al-kaabah)
(**) Sana’daki Ulu Camii. İslam Tarihinin 3’üncü camisi olan bu cami El Kalis Kilisesinin yıkılışından yüzlerce sene önce sahabe-i kiramdan Vehb bin Yuhannes tarafından inşa edilmiş idi.
Günümüzde Ebrehe’nin Kabe’si olarak anılan El Kalis Kilisesinin yeri bir duvarla çevrilmiş.
Ebrehe’nin, büyük emekler vererek meydana getirdiği mabet, Arapların gözünü doldurmadı ve Mekke’ye kadar yolu kat etmekten vazgeçmedi. Hz. İbrahim tarafından yapılan Kabe’nin değerini putperestler de biliyorlardı. Ebrehe, hakaret olsun diye kilisenin içini Arapların kirlettiklerini duyunca çok öfkelendi ve Mekke’de bulunan Kabe’yi yıkmaya karar verdi. (Bazı rivayetler Ebrehe’nin adamlarının Kabe’ye saldırmak için bir bahane olsun diye bu fiili işlediklerini beyan ederler).
Bu olaydan sonra Ebrehe, Miladi 571 senesinde “Mahmud” isimli büyük bir fil ile Mekke üzerine yürüdü. (Mahmud, Mamud isimli nesli tükenmiş olan dev hayvandan mülhem bir isimdir). O zamanlar savaşa günümüz tankları yerine fillerle gidiliyordu. Filin arkasında yürüyen ordu Mekke’ye yaklaştıklarında, Allahu Teala Müzdelife’deki “Muhassir” vadisinde onlara Ebabil isimli kuş sürülerini gönderdi. (Bu yüzden hacılar o mıntıkada koşarak hızlı geçerler) Attıkları ufak ufak taşlar Ebrehe ordusundan kime isabet ettiyse öldürdü. Kuranı Kerim’in Fil Suresi Hicretten önce nazil olmuş olup bu olayı malumu ilam kabilinden anlatır. Ebabil müfredi olmayan bir çoğul isimdir. Bu kelime “sürüler” manasınadır. Bu durumda, “Ebabil kuşu” “kuş sürüleri” demektir. Bir rivayete göre “Dağ Kırlangıcı”dır. “Siccîl” Farsçadan Arapçaya geçmiş bir kelimedir, pişmiş, taşlaşmış, çamur demektir. Seng (taş) + gil (kil)’den siccile dönüşmüştür. Her iki kelimenin başka köklerden gelen anlamları da vardır fakat bu anlamlar öne çıkmıştır.
Ebrehe, Ebabîl ülkesinde kuşların birer mermi çekirdeği gibi attıkları “siccil”den kurtulmak için güvenilir bir yer aramaya başladı. Fakat saklanacak yer bulamadı. Esir aldığı “Nefîl el Mekkî” ye müracaatla, kaçıp saklanacak bir yer bulmasını rica etti, şu cevabı aldı:
Eyne’l mefer ve’l ilahu’l Tâlib
Ve’l Eşremü’l mağlub, leyse’l ğâlib
(Nereye kaçacaksın? Abdulmuttalib’in ilahına yemin olsun ki kaçacak yer yok. Dudağı yırtık Ebrehe mağlup oldu, (artık) galip değil)
Nihayet Ebabil kuşlarının attığı taşlardan bir parça Ebrehe’ye de isabet etti, dermansız bir hastalığa yakalanarak ordusu ile birlikte perişan oldu. Yara bere içinde canını Yemen’e attığında vücudu dökülüp bir kuş kadar küçülmüştü.
Nabi şiirinde bu olayı şu şekilde anlatır:
Olmadan Ebrehe-veş seng-zen-i Ka’be-i dil
Düşmen-i Kabe’ye ur sengi ebâbîl gibi
(Ebrehe gibi gönül Kabesine taş atan olma, Ebabil gibi taşı Kabe’nin düşmanına at)
Bazı kaynaklar fil suresindeki “asf” kelimesinden hareketle bu mağlubiyetin insandan insana uçuşarak hastalık taşıyan mikrop veya salgın bir hastalık, hatta “tayran” kelimesini de keza sivrisinek gibi uçarak öldürücü mikrop taşıyan sinekler olduğunu beyan ederler. Bu kanaate Ebrehe ordusundan bazı askerlerin saldırı anında ölmemiş olmalarına ve Yemen’e kadar gitmelerine bağlamaktadırlar. Hatta Ebrehe de yara bere içinde Yemen’e kadar gidip orada ölmüştür.
Peygamber Efendimizin (sav) doğduğu günlere denk gelen, yani bir nevi sosyal ortamı İslam’a hazırlamak olarak yorumlanan bu mucizevi Kabe savunmasını, bazı kaynakların haşa şuunat-ı ilahiyyeyi sorgularcasına Haccac ve Kahtaniler tarafından Kabe’nin yıkılışı sırasında neden Allah tarafından korunmadığını hatırlatırlar ki bu fikirlerin tamamı kasıtlıdır ve olayı yörüngesinden çıkartmaya yönelik iddialardır. Eskiden de dile getirilen ve son asırlarda Mısırlı ve Türk asıllı modern İslamın kurucusu Muhammed Abduh (öl.1905) gibi kişiler tarafından da ileri sürülen ve imtihan sırrını ortadan kaldıran bu iddialar Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (öl. 1942) tarafından çürütülmüştür. (http://www.kuranikerim.com/telmalili/fil.htm). Yazır bu tür iddialara katılmamaktadır. Keza, Abdulmuttalip, Kabe Kapısındaki halkaya tutunup dua ederken duanın sonunda şöyle bir ifade kullanmıştır: “Ya Rabbi …Şayet onları kıblemize musallat etmişsen demek ki bunda gizli bir hikmet vardır”. Burada Allah’a iman, tevekkül ve teslimiyetin zirvede olduğunu görüyoruz. Abduh ve onun gibi düşünenler hikmet-i ilahiyyeyi hesaba katmamaktadırlar. Allah kendi hukukuna ait isyanların cezasını ahirete bırakır ancak kullarına ait hak ihlallerini tecil etmez. Abdulmuttalip gibi teslimiyet ve tevekkül sahibi bir kişi Haccac’ın adamlarının Kabeyi yıkmaları sırasında, Allah’ın Kahhar isminin tecelli etmesini isteseydi muhakkak ki zalimlerin başlarına anında bir bela gelebilirdi. Nerde o teslimiyet, o iman ve tevekkül. Her dönemde ilahi ikazlar farklı boyutlarda insanlara gelmektedir. Öte yandan İslam’dan sonra Kabe’ye saldırılar Allaha tarafından anında cezalandırılsaydı insanlığın yaratılış sırrı ortadan kalkardı.
Fil Vakasındaki “tayran” kelimesi acaba bugünkü salgın Kovid-19 virüsünün dünkü sürümü müdür? Elmalı’ya göre hayır. Fakat bu virüsün isabet ettiği insanların da ölümle yüzyüze gelmeleri Fil Suresindeki son ayeti hatırlatmaktadır. Öte yandan Neml Suresinde de (Ayet: 82) benzer olaylar kıyametin alametleri olarak anlatılmaktadır.
Yemen tarafından Kızıldeniz sahilinden gelerek Kabe’yi Ebrehe Ordusunun saldırılarından koruyan ve bu hareketleri Bombardıman uçaklarına ilham kaynağı olmuş olan Ebabil kuşu ülkemizin değişik yerlerinde bulunmaktadır.
Ebrehe, Mekke civarına gelinceye kadar kendisine “Ebu Riğal” isimli Taifli bir hain rehberlik yaptı. Kabe’ye giden yolu gösterdi. Bu işbirlikçi adam Mekke yakınında “Muğammes” denilen yere gelince aniden öldü. Araplar bu ölümü, yaptığı ihanetten dolayı uğursuzluk saydılar. Mekke’ye 30 km mesafede Arafat Dağına yakın bir yerde bulunan kabri hala taşlanmaktadır. Ebu Rigal, Arap tarihinin ilk haini ve ihaneti temsil eden bir isim olarak anılmaktadır. Günümüz Arap kültüründe, genel olarak ümmeti ve İslam davasını hesaba katmadan kişisel menfaatleri için yabancılarla işbirliği yapan, onlara uşaklık eden bazı siyasilere hain yerine “Ebu Riğal” denilmektedir.
Peygamberimiz zamanında yaşamış ve Hanif dini üzere vefat etmiş olan meşhur şair Ümeyye bin Ebi’l Salt (Saet) bin Ebi Rebia bu olay hakkında şöyle bir şiir okumuştur:
“Gerçekten rabbimizin ayetleri açıktır. Onlarla kafir olanlardan başkası mücadele etmez. Geceyi ve gündüzü yaratmış, her şey aşikar hesap olunmuştur. Sonra Rahim olan Rabbimiz gündüze güneşteki yaygın ışıkları ile cila verdi. Fili Muğammes’te hapsetti, hatta sanki vurulmuş, ayakları kırılmış gibi sürünüyordu. Boyun halkası yere sürtülerek ki bir dağın kayasından bir parça düşmüş gibi. Etrafında Kinde meliklerinden pehlivanlar, harplerde başı dönmüş şahinler vardı. Onu bıraktılar, hepsi tarumar oldu. Hepsinin bacağının kemikleri kırılmıştı. Kıyamet günü Allah yanında Hanif dininden başka her din helaktadır” (Kaynak: Elmalı Tefsiri). (bu şair, peygamberliğin kendisine geleceğine kendisini inandırmış bir kişi idi)
Fil Vakasında şu anekdot da yaygındır: Ebrehe, Mekke yakınında Peygamber Efendimizin dedesi Abdulmuttalib’in 200 devesini ganimet olarak almıştı. Abdulmuttalib Ebrehe’ye müracaatla develerini istedi. Abdulmuttalip boylu poslu bir zatı muhterem idi. Ebrehe Abdulmuttalib'in mehabeti karşısında çok etkilendi saygı gösterdi ve aynı seviyede oturdu. Ebrehe: “Zannettim ki Kabe’yi yıkmamak için yalvarmaya geldin, meğer develerinden başka düşündüğün yokmuş!” dedi. Abdulmuttalib: “Ben develerin sahibiyim,Kabe’nin de bir sahibi var ve onu korur” ان هذه الابل لى وانا ربها وان للبيت رب يحميه dedi. Hakikaten Beytullahın sahibi Kabeyi Ebrehe’nin ordusundan korudu. Abdulmuttalib develerini geri alıp Kureyş'e döndü ve onlara Ebrehe’nin niyetinin Kâbe'ye saldırmak olduğunu söyledi. Mekke'den ayrılmalarını ve dağa sığınmalarını emretti.
Abdulmuttalib Allah'ın evini koruma hususunda yalnız tevekkül değil sebeplere de tevessül etmişti. Eşraftan ve samimi kişilerden oluşan bir cemaatle Beytullahın kapı halkasına tutunarak şöyle dua etmişti:
“Ya Rabbi! İnsanlar yurtlarını muhafaza ederler. Sen de Beytüllahını muhafaza et. Hıristiyanlara karşı âl-i beytine zafer ihsan eyle, onların haçları ve güçleri senin kuvvet ve kudretine galebe etmesin. Ehl-i salibi mağlup edersen şükredilmesi gereken bir fiil olur ki ihsan ve keremini onunla tamamlarsın. Sen Rabb-i Rahîmsin ki bize zalim bir düşman musallat olunca kahredici kudretinle onu def etmeyi ümit ederiz. Zalimleri kahretmek kudreti sana mahsustur. Beytullaha musallat olanlar derhal yüz çevirirler. Hüsrandan başka bir şey kazanamazlar. Onları oldukları yerde helak et. Bu gelenlerden daha alçak kimse işitmedim. Seninle savaşmaya kalkışmışlar. Beyt-i muazzamının sakinlerini yok etmek ve mallarını almak için memleketleri halkını toplamışlar, önlerine bir fil katıp gelmişler. Azamet ve kudretini düşünmeden kurduğun harimi, hile ve cehaletle yok etmek istiyorlar. Şayet onları kıblemize musallat etmişsen demek ki bunda gizli bir hikmet vardır”.
Necran'da,Ebrehe’nin fil savaşını belgeleyen ve Kabe'yi yok etmek için Mekke'ye MS 6. Yüzyıla gittiğini belgeleyen bir yazıt
Kaynaklar:
- Kur'an-ı Kerim. 105’inci sure. (Fil Suresi)
- İbnü'l Esîr, Ali bin Muhammed, Tarih’el Kamil, Beyrut, Dar Sader, 1385 AH / 1965
- İbn Haldun, Abd el-Rahman ibn Muhammed, İbn Haldun Tarihi, Beyrut, Dar el-Fikr, 2. baskı, 1408 AH / 1988 - Tarih-i Evkaf-ı Ümem, M.Vamık
- İbn-i Hişam, Abdel-Malik, Peygamberimizin Biyografisi, Beyrut, Dar Al-Maarefa, Dr.
- Elmalılı M.Hamdi Yazır Tefsiri.