Duygusal Sömürgecilikler

Atasoy Müftüoğlu yazdı;

Duygusal Sömürgecilikler

İslam dünyası toplumları/kültürleri, tarihin son yüzyıllarında, bir yanda seküler-pozitivist dünya görüşü, bilgi, eğitim ve zihniyete maruz kalarak; bir diğer yanda da mistik-tasavvufi-batıni zihniyete, hayat tarzına maruz kalarak, şizofrenik bir ufka kapandı. Bugün de, halen, din’i ilgi ve hayatı bu şizofrenik ortam/iklim/ ufuk içerisinde yaşıyoruz.

Edilgen, pasif, teslimiyetçi, savunmacı, dar görüşlü, baskıcı geleneğin sınırlarını aşabilmek için; İslami-evrensel dayanışma bilincini canlandırmak, hayata geçirmek, kapsayıcı, diğerkam bir dil-kavrayış-sorumluluk oluşturmak; her alanda bağımsız bir varoluş-düşünüş tarzını yaşamak, temsil ve tecrübe etmek; evrensel İslami zihinler-kadrolar, düşünce hareketleri yetiştirebilmek-oluşturabilmek için gereken kozmopolit üst kültürü oluşturmak üzere yerli-milli popülizmlerin, ulusal gururu kışkırtan/tahkim eden dil-söylemin saltanatına son vermek, günümüzde, İslam toplumları için hayati önem arzeden bir konu haline gelmiştir.

Bugün, İslam toplumlarının, bu toplumlarda faaliyet halinde bulunan düşünce-kültür-edebiyat hayatının, İslami bütünlüğü bütün boyutlarıyla temsil ve ifade liyakatine/iradesine/bilincine/birikimine/ahlakına/bilgeliğine/ufkuna sahip olamamak gibi çok derin sorunları var.

İslam toplumlarında teslimiyetçilik, bilinçsizlik ve eylemsizlik, ahlaki/zihinsel kötürümleşmeye yol açıyor. Toplumlarımız bugünün gerçekliğiyle hesaplaşamadıkları, bugünün gerçekliğine sırt çevirdikleri için, kendilerine sahte-romantik dünyalar oluşturmaya çalışıyor.

Sahte-romantik dünyalarda yaşamak, insanları-halkları niteliklere ve derinliklere yabancılaştırdığı için, hamasetle bütünleşen taşralılıklar hayat tarzı haline geliyor. Hamasetle bütünleşen taşralılık, tek boyutlu algılar-varoluşlar oluşturduğu için, insanlığın-dünyanın çoğulluğunu anlamak istemiyor. Günümüz İslam toplumlarında hakim olan gelenekçilik, görenekçilik, yerellik, muhafazakarlık ve taşralılık; radikal bir değişimi, yenilenmeyi, yeniden başlamayı imkansız kılıyor.

Kendi zamanının öncelikli-hayati sorunlarına cevap vermek üzere içerik üretemeyen toplumlar ve kültürler, sistematik bir biçimde edilgenlik biriktiriyor.

Ulusal gurur ve etnik üstünlük düşüncesi, farklı’ya hayat hakkı tanımadığı için, farklılar arasındaki karşıtlıklar ve çatışmalar aşılamıyor. İndirgemeci karşıtlıklar üreten, ya da indirgemeci karşıtlıklara maruz kalan toplumlar, her durumda hakikate ve hakiki gerçekliğe yabancılaşıyor. İçerisinde yaşadığımız tekno-manyaklık döneminde, ekolojik kriz, psikolojik kriz, ekonomik kriz, jeopolitik kriz insanlık dışı bir dünya oluşturuyor.

Emperyalist ülkeler arasında mutlak rekabete dayalı jeopolitik savaşlar, tekno-ideolojik totaliter yükselişin ifadesi olan Çin, Siyonist İsrail’in sınır tanımayan ırkçı/barbar sömürgeciliği, soykırım, kitlesel imha/işgal/aşağılama ve sömürgeciliği; sınırsız narsisist kibri bir hayat tarzı haline getiren, bu hayat tarzının sorgulanamaz olduğunu iddia ve ilan eden Amerika, insanlığın/ahlakın/vicdan ve merhametin bir tükeniş ufku içerisinde olduğunu gösteriyor. Etnik üstünlükçülük, beyaz adamın üstünlüğü ideolojisi, kendi özgürlüklerini dokunulmaz kılarak yüceltirken; Müslüman halkların, kültürlerin varoluşlarını, hayatlarını ve özgürlüklerini imha etmeye çalışıyor. Çin’li Müslümanların, Filistin’li Müslümanların karşı karşıya bulundukları ırkçı-ideolojik sömürgecilik ve soykırım karşısında İslam dünyası ulus-devletleri bir yanda utanç verici-yüz kızartıcı bir sessizlik/teslimiyetçilik sergilerken, bir diğer yanda da, İslam’ı ve İslami olan bütün anlam ve değerleri fütursuzca istismar etmeye, araçsallaştırmaya, şeyleştirmeye devam edebiliyor.

Aklın, anlamın, vicdan ve merhametin, ahlak ve bilgeliğin tanımlanamadığı, sınırların belirsiz hale geldiği, açıklanamadığı bir dünya, ancak, büyük bir kaos’un hakim olduğu bir dünya olabilir. Modernlikler, ilahi iradenin yerini, insan iradesi’nin almasıyla birlikte başladı. Bütün dünyada kaotik süreçler, insani-vicdani anlamların-sınırların göreli hale gelmesiyle birlikte somutlaştı. Bugün, anlam boşlukları büyüyor, genişliyor ve derinleşiyor. Bir tükeniş ufku içerisinde yaşanan kavramsal yanlışları, kavramsal çarpıtmaları, kavramsal sömürgeciliği kimse fark etmediği için, faşistler kahraman, kahramanlar da faşist olarak tanımlanabiliyor. Günümüz toplumlarında ticari nicelikler, politik nicelikler ahlaki niteliklere, entelektüel niteliklere ve bilgeliklere geçit vermiyor. Parasal ilişkilerin belirleyiciliği, insani ilişkileri çölleştiriyor.

Bilinçsizlik, edilgenlik, tek boyutluluk, dayanışmasızlık, bağnazlık, Müslüman halkları kendi kaderlerinin kurbanı haline getiriyor. İslami anlamda mümkün ufuklar etrafında içerik üretebilmek için, radikal sorgulamalar ve yüzleşmeler yaparak, teorik bilinç temelinde değil, somut programlar üzerinde çalışmak gerekir.

Muhafazakar Müslümanların burjuva değerleriyle, kapitalist putperestlikle, resmi-yerli-milli dindarlık biçimleriyle uzlaştığı bir dönemde, İslami ufkun yeniden tanımlanması hayati önemi olan bir konudur. Sözünü ettiğimiz bütün uzlaşmalar-bağımlılıklar entelektüel bir geri çekilme içerisinde bulunduğumuzu gösterir. Gerçekliği bütün boyutlarıyla/ tezahürleriyle algılayamamak-görememek, gerçekliği resmi gerçeklikten ibaret saymak, derin bir edilgenlikle malûl olduğumuza işaret eder.

Günümüzde, aile-okul eğitiminin yerine, ellerimizde tuttuğumuz elektronik araçlardan eğitim alıyoruz. Özellikle genç kuşaklar bu araçlar yoluyla yayılan kültürel virüslere maruz kalıyor, kültürel virüsler tarafından şeyleştiriliyor. Kültürel virüsler, dijital hayatlar genç kuşakların hafızalarını yok ederek, onları yeni bağımlılıklara sevkediyor. İslam dünyası toplumları/kültürleri, tarihin son yüzyıllarında, bir yanda seküler-pozitivist dünya görüşü, bilgi, eğitim ve zihniyete maruz kalarak; bir diğer yanda da mistik-tasavvufi-batıni zihniyete, hayat tarzına maruz kalarak, şizofrenik bir ufka kapandı.

Bugün de, halen, din’i ilgi ve hayatı bu şizofrenik ortam/iklim/ufuk içerisinde yaşıyoruz. Sözünü ettiğimiz bu şizofrenik ortam/iklim/ ufuk taklit ve itaate dayalı bir gelenek oluşturduğu için, özne-nesne ilişkisi temelinde kurumsallaştı. Özne-nesne ilişkisi tahakküme dayalı bir ilişki olduğu için, bu iklim’den, ufuk’tan, kültür’den, özgün-üretken-eleştirel-bağımsız kişilikler çıkmadı, çıkarılamadı. Taklit ve itaate dayalı zihniyet-gelenek bugün yapısal bağımlılıklar-edilgenlikler biriktiriyor, bunları çoğaltıyor.

Günümüzde, modern-endüstriyel “uygarlık”, içerisinde soluk alamayacağımız bir dünya oluştururken; yapısal edilgenlikleri meşrulaştıran gelenekçi-konformist-mistik-batıni şizofrenik din’i tercihler de, bilinçsiz bir dünya oluşturuyor. Mümkün ufuklar için somut-sistematik çalışmalar yapabilmek için her şey’den önce bilinçlerin bir araya gelmesi, dayanışması, bilinçler arası ilişki ve etkileşimin yoğunlaşması gerekir. Günümüz insanının zihin ve ruh dünyası, seküler-pragmatik değerler doğrultusunda dijital sömürgecilik tarafından istila edilirken, bir başka bağlamda da politik popülist ve din’i popülist liderlikler tarafından duyguları sömürülüyor.

Seküler-pragmatik tercihlerle, batıni-mistik tercihlere maruz kalan, bu tercihleri sorgulayamayan, bunların otorite ve meşruiyetlerini tartışamayan bir toplumda, içerisinde yaşadığımız toplumda da, İslam bilinç alanından sürgün edilerek, folklorik alana, mistik alana, hamaset alanına hapsedilmiştir. Ezan ve bayrağın özgürlüğü söylemi, folklorik alandaki özgürlüklere işaret eder. İslam’ın bilinç alanlarından sürgün edildiği, edilebildiği toplumlarda; halklar duygusal sömürgecilikler tarafından kolaylıkla yönlendirilebiliyor, manipüle edilebiliyor.

Bu toplumlarda, duygusal düşler gören kitleler, duygusal sömürgeciler olan din’i ya da politik popülist liderlikleri “kainat imamı” gibi, “ümmet imamı” gibi, abartılı-ölçüsüz-gerçek dışı ünvanlarla-kurgularla tebcil ve takdis edebiliyor. İslami düşünce/kültür/edebiyat/ilahiyat hayatının ideolojik bütün yorum çerçevelerinin sınırlarını aşan bir bütünlük bilincine, bu bütünlüğün ifadesi olan çok boyutlu bir yorum yeteneğine ihtiyacı var.

İslam toplumları/kültürleri karşı karşıya bulundukları epistemik teslimiyetçilikten/ konformizmden bağımsızlaşıncaya/özgürleşinceye kadar, Müslüman aydınlar, entelektüeller, akademisyenler vb. aşağılık kompleksinden kurtulamayacaklar.

İslam, bir bütünlük bilinci içerisinde, ontolojik-epistemolojik bağımsızlığını kazanmış olarak, nihai bir özgüven içerisinde, otoritesini ve itibarını kaybeden bütün kavram ve kurumların otorite ve itibarını yeniden tesis ederek, bilinç alanına dönünceye kadar, bütün Müslümanlar, iki farklı-rakip dünya görüşü ve hayat tarzı arasında hep, her durumda, Araf ’ta yaşayacaklar. Araf ’ta yaşayanlar, nihai tercihlerini yapamayanlar, hem aidiyetsizliği, hem de eylemsizliği içselleştirerek koşullara göre, çıkarlara göre konum ve tercihlerini değiştirirler.

Araf ’ta yaşayanlar bir yanda seküler/pragmatik sömürgecilikle, bir diğer yanda da duygusal/popülist/hamasi sömürgecilikle bütünleşerek kendi kendilerini nihai anlamda kişiliksizleştirirler, şeyleştirirler. Araf ’ta yaşamayı seçenlerin, hiç bir zaman varoluşsal meseleleri, mücadeleleri, yoğunlukları ve sorumlulukları olmamıştır. Araf ’takilerin, varoluşsal sorunların ruhuna nüfuz ettikleri, bu konular etrafında kayda değer düşünceler ürettikleri görülmemiş, duyulmamıştır.

 

Kaynak: İktibas Dergisi