– Farklı kulvarlarda ilerleyen bir yürüyüşünüz var. Akademisyenlikle şairlik, çocuk edebiyatı ilgisiyle düşünsel/teorik ilgiler sizde bir arada görüntülenebiliyor. Oradan başlayalım: Nasıl bir fotoğraf amaçlamaktasınız?
– Şiir yazmak, bende üniversite yıllarında başladı. Fakat geriye doğru sarınca çocukluğumun ve özellikle yaz tatillerimi geçirdiğim köy ve yayla yaşantısının bende şiiri daha erken bir şekilde başlattığını düşünürüm hep. Çünkü yazdıklarımın bazısında o duygu ve doku kendisini çok hissettirdi. Daha sonra farklı etkileşimlerle düşük tempoda da olsa şiir yazmaktan kendimi alamadım. Yazdıklarım çok geç yayımlansa da, kimi zaman ara versem de bugüne kadar seyretti. Ne zaman biteceğini bilemiyorum ama beni yokladığı müddetçe ona eşlik etmeye çalışacağım. Öte yandan şiire çok büyük anlamlar yüklemenin yanılgı olduğunu düşünüyorum ama bu şiiri kıymetten düşüren bir şey değil. Asla böyle düşünmem, pratiğimde de yok zaten ama şairlerin kimisinin şiirle bir dünya inşa etmek konusundaki emin tavrı beni kaygılandırıyor. Kimi isimler zikredilerek kusursuz bir tasarım çiziliyor. Bu kadar sorunlu yaşamlarımıza şiir aşısının tam bir şifa bahşedeceğine yönelik kuşkularım var. Ben bir çelişkiden bahsetmiyorum ama mesela günümüzde nitelikli bir hukuk düşüncesinin pek çok mevzuyu anlamak konusunda daha işlevsel olduğunu düşünüyorum. Tabii ki nihayette değerlerin çelişkisi veya yarıştırılması diye bir şeyden bahsedilemez. Çok çok bireysel veya kültürel değerlerin farklı bağlamlar ürettiğinden söz edilebilir. Konuyu dağıtmamak adına şiiri ben kendi dünyamda zaten önemsediğim için bu sorunun muhatabı oldum. Fakat dünya benden ve benim öznelliğimden ibaret değil. Bu nedenle de şiirin yanında başka şiirler, başka dünyalar ve düşünceler olduğunda anlamlı bir yapıya kavuşulabilir. Şüphesiz farklı isimler farklı kapılar aralar. Bu nedenle kişinin kendini yalnızca şiirden bir dünya tahayyülü içinde düşünmesi yanılgı olur diye düşünüyorum ve bu minvalde tutarlılık sağlayacak düşünsel, eleştirel ve teorik bir çerçevenin gerekliliğine inanıyorum. Çok uzatmadan belirteyim, akademisyenlik çalıştığım kurumun bir rutini ve kendi alanıma ilişkin bir şeyler üretmemi gerektiriyor. Düşüncenin sistematik kazanması açısından akademik yazımın önemli faydaları var ama şiir için kurduğum temkinli cümleleri burası için daha emin bir şekilde dile getirebilirim. Bu defa şiirden yana taraf tutup realiteye yansıyan akademik görüntüden kendimi beri kılmaya çalışırım. Son olarak çocuk edebiyatı kendimi alanım içerisinde yakın hissettiğim bir yönelime sahip. Bu açıdan doktora tezimi sosyal bir mesele olması hasebiyle mültecilik ve çocuk edebiyatı ilişkisi üzerine vermek istedim. Özetle bu yakıcı meselenin kendi çerçevemden bilimini de yaptım, yazısını da şiirini de yazdım desem lütfen beni ayıplamayın. Umarım sorunuzun yanıtı olarak ortaya bir fotoğraf çıkmıştır.
– Şiir, düşünce-iman-sanat dolayımında kendinizi inşa serüveninizde nasıl bir yere sahip?
– Düşünce-iman ve sanat, bir bütün olarak düşünülmeden yol almak riskler taşır. Bu peşin bir hüküm olarak da değerlendirilmemelidir. Çünkü birbirini destekleyen ve çoğaltan etkileşimi aralarında müşahede etmek mümkündür. Bu nedenle birinden yola çıkıldığında diğerlerine varmak ve bu ilişki biçimini dengeleyici bir rolde değerlendirmek gereklidir diye düşünüyorum. Bir defa iman etmek, emin olmak anlamına geliyorsa eğer düşünce ve muhakeme olmadan bu gerçekleşmez. Burada entelektüellikten ziyade karşılaşılan durum ve olaylara yönelik sergilenecek sağduyu ve verili olan aklın, örfün işletilmesine başvurmak daha doğru olacaktır. Aklettikçe sağlamlaşan ve anlamlı hale bürünen bir yapıya kavuşulduğunda ilahi kurguya olan güven ve teslimiyet makul hale gelecektir. Sanat olayı ise kanaatimce bu ilişkiyi çeşitli referanslar eşliğinde öznel, çoğul bir boyuta taşımakta ve imanı hayretle, keşifle daha kavi hale getirmektedir. Düşünmeyi nasıl ki entelektüellikten sıyırarak herkes için mümkün bir pratik içinde sunduysak sanatı da güzel sanatlar ve eserlerden ayrı bir şekilde kişilerde olan ve yaşamı zengin kılan güzellik anlayışı içinde düşünmek icap eder. En azından insan ruhunda karşılığı olan hoşluk hissi ve tadı, yaşama bağlılık, sanatın ihya edici ve iyileştirici yönünü gösterir diye düşünüyorum. Bu psikolojiye sahip kişinin kendisi, diğerleri, eşya ve en nihayetinde yaratıcıyla olan ilişkisinde de olumluluklar takip edilebilir. Bu bakımdan düşünsel eksende sanat-iman ve düşünce arasında güçlü bağlar olduğu iddiasında bulunabilir. Fakat yazdığım şiirlerde, savunduğum bu ilişki biçiminin sergilenip sergilenemediği ise eleştiriye açıktır. Şiirle kendimi inşa sürecimden bahsedilecekse eğer, şiirin bana güç kattığı ve karşılaştığım olaylar ve durumları kimi zaman bu dil/imkân çerçevesinde anlamlandırdığım vakidir. Hem bireysel hem de toplumsal kaygılarla yazdığım şiirlerde, ister içsel isterse de dışsal anlamda olsun bir ses peşinde olduğumu söyleyebilirim. Şiir, bu çerçevede birçok ad ve vasıfla taltif edilebilecek bir özellik gösterir. Dolayısıyla şiir ve ona yüklediğim anlamın, söz konusu bağlamda beni teskin eden ve varlığımı sunmama imkân tanıyan hem de bunu şık/estetik bir formla gerçekleştiren bir yapı gösterdiğini söyleyebilirim. Ben kendi adıma şiirden dine doğru bir eğilim içerisinde okumalar gerçekleştirdim. Şiirin sunduğu inceliklerin ve güzelliğin Allah’ın yarattıklarını görmede bir kolaylık sağladığı fikrindeyim. Burada sanatın yaklaştıran, zemin hazırlayan yönü ortaya çıkıyor. Ama ne yaparsanız yapın neticede şairin hünerli sözü, son kertede onu kuşatan başka bir sözle çevrelenir. Bu da şairin imtihanını ve din-sanat ilişkisinde gözetmesi gerektiği noktalara ışık tutar. Sorunuza somut bir cevap olması bağlamında izninizle bir şiirimde amaçladığım hususu örnek vermek istiyorum. Âcizane ben, Yasak Şiir adlı şiirimde Hz. Âdem kıssası üzerinden poetik meşruiyetin sınırlarını yoklamak istemiştim ve öğretilmiş olan esmanın helal ve çoğulluğunu ama “yasak ağaç”ın analojik bir ilgiyle “bir kelime” olduğunu göstermeye çalışmıştım. Şairin imtihanının bahşedilen özgürlük ile gözetilmesi gereken sınırda olduğunu söyleyebilirim. Çünkü şair, bütününe teveccüh ettiğinde ilahi kurgunun dışına çıkarak kendi gerçekliğine de uzaklaşır.
– Farklı mecralarda ürünler yayımlıyorsunuz. Bir akademisyen olarak düşünce ve sanat damarlarının aktüel nabzını tutabilmek sizde nasıl mümkün olabiliyor?
– Akademisyenliğin uzmanlaşma konusunda bir imkân durumu oluşturduğunu belirtmiştim. Bu kontrol edilebildiği ölçüde anlamlı karşılıklar üretecektir. Fakat muhatapları başka açılardan bir körlük ve ilgisizlik durumuna doğru yönelttiği de bir gerçek. Bu konuda gelişen algı, doğrusu yersiz değil. Aslında güncellik, bilimsel üretimin en önemli dayanaklarından biridir fakat güncelliğin de sadece alanlarla ilişkisel bir çerçevede sınırlandığı pratikler yaşanıyor. Üretilen akademik çalışmaların, herkesi itham etmek yanlış olur, yatay büyümeyle neticelendiği bir vasat söz konusu. Bir tür akademik tekâsür durumu bu. Bir de uzun soluklu plânlamalara dayalı olan akademik yazımın ve üretimin, hayatın diğer zorunluluklarıyla birlikte başka dünyalardan uzaklaşma gibi ciddi bir maliyeti oluyor. Ben, bunu gerçekten yetkince dengeleyebildiğimi düşünmüyorum. Elimden geldikçe kendime yakın hissettiğim dergilere bir şeyler göndermeye çalışıyorum. Âcizane ben Cahit Koytak’ın şiirlerini odağa alarak değerlerle ilişkisini kurmaya çalıştığım bir yüksek lisans tezi hazırlamıştım. Okunduğuna yönelik ciddi kuşkularım var ama Cahit Koytak’la ilgili bir dergiye sunmuş olduğum iki üç sayfalık yazımın etkisi daha fazla oldu diye düşünüyorum.
– Özele mülteci çocukları yerleştirerek konuşacak olursak, edebiyatın çocukçası diyelim, size göre hangi yetkinliktedir? Bu çağın çocuklarını edebi üretimler sarmalayabiliyor mu? Bu doğrultuda hangi engeller, nasıl aşabilir?
– Çocuk edebiyatı, giderek özelleşen bir alan niteliği kazanıyor. Çocukların merkeze alındığı bir bakış açısı, haliyle onlara yönelik kitapların da gündemleşmesine olanak sağlıyor. Tabii çocuk edebiyatı yetişkinlere yönelik edebiyattan bazı yönlerden ayrılıyor. Muhatabın veya tüketicinin çocuk olması, ona göre ayarlanması gereken çeşitli hassasiyet durumlarını doğuruyor. Çocuğun yaşantısında yer alan hemen hemen her şeyin sunulduğu yazılı, görsel ve dijital ürünler bu açıdan çocuk edebiyatını çeşitlendiren bir etki gösteriyor. Dolayısıyla çocuk edebiyatı klasik yazınsal niteliğinden giderek görsel ve dijital bir kültürün bünyesine doğru yol alıyor. Çocuk ve medya, bu alanın en önemli başlıklarından biri haline gelmiş durumda. Tabii ki bu dengelenebildiği ölçüde iyi bir şey. Aksi takdirde görsel ve dijital tüketimde yaşanan kontrolsüzlükler, çocukların tutarlı beceriler edinmesine olumsuz etkilerde bulunur. Sorunuzda diğer hususa gelecek olursam; çocuk edebiyatı, kendi konseptinde bireysel ve toplumsal bir tutarlılık içinde yaşama dair iyilik ve güzelliklere, farkındalıklara ve kucaklamalara dâhil olduğu müddetçe anlamlı bir hale kavuşur. Mülteciliği ve mültecilerin yaşantısını kitaplarında konu edinen yazarlar, çocuklara çocuk edebiyatının ilkelerini ihlal etmeden seslenmelidir. Mülteciliğin yerine diğer ötekileştirme unsurlarını ve sosyal sınıfları da ekleyebilirsiniz. Değişen bir şey olmaz. Öte yandan çocuk edebiyatı, eğitsel bir tüketim olanağı içinde düşünüldüğünde sosyoekonomik düzeyi düşük çocukların bu imkânlardan eşit bir şekilde yararlanmadığı gerçeğini de tartışmak gerekir. Ders kitaplarının soğuk ve klişe yapısıyla yetinmek zorunda kalan, okuma kitabıyla ders kitabı farkına varamayan, dönem boyunca benzer biçimsel ve içeriksel özelliklere sahip bir sete maruz kalan veya bundan da yoksun olan, söz konusu dijital ve görsel olanaklara erişemeyen, ana dili farklılığından dolayı bu dünyaya kapı aralamakta geciken vb. birçok can yakıcı durumla karşı karşıya olan çocukların sayısı az değil. Çocuk gelişiminde kendi bilişsel ve estetik evrenini inşa etmek adına çocuğun önemli etkileşimler yaşaması gerektiğini uzmanlar salık veriyor ama bu Türkiye’de kaç çocuğun gerçekliğine denk? Eserlerin niteliği, albenisi olan teknolojik imkânların uygun zaman, ortam ve oranda kullanımı gibi önemli hususların yanında çocukların sağlıklı bir edebî tüketim içinde olmasını sağlayacak yaşam düzeylerine de ihtiyaç var.
– Kürtçe ve Türkçe, bir şair ve akademisyen olarak sizde nasıl bir birliktelik oluşturuyor? Bu birlikteliğin varoluş ve üretim süreçlerindeki karşılığı nedir?
– Bugüne dek yazdığım ve yayımladığım şiirler Türkçe oldu. Kürtçe yazdığım şiirlerin ise doğrusu biraz olgunlaşmasını bekliyorum, kendimi hazır hissettiğimde bunları yayımlamayı planlıyorum. Çünkü Kürtçe üzerine çok ciddi emek vermiş nitelikli isimler var. Benim yazdıklarımdan bahsetmem bu çabaların yanında inanın çok yersiz. Çok geç kaldığımı hissediyorum ama yine de biraz zamana ihtiyacım var. Türkçe yazan Kürt şairler meselesi bir ara dergilerde tartışılır oldu. Tartışılması da çok doğru, Kürtçe yazma konusunda imkân bulmayan veya poetik bir dil yakalamayan çok insan var. Ya da Kürtçe yazabilirken Türkçe yazmayı tercih eden veya her ikisinde de üretmek isteyenlere kim ne diyebilir ki? Bu anlamda yazılan eseri sadece yazıldığı dil üzerinden ihata eden ve yazarın birçok açıdan esere katmaya çalıştığı içeriği, öznelliği atlayarak belirlemelerde bulunmanın doğru olmayacağı kanaatine sahibim. Günümüz dünyasının melezleşen çoğulcu yapısı da edebi üretimleri bu şekilde kataloglamaktan yana bir tavrın yanlışlığını bizlere gösteriyor. Benim Pepuk Kuşu adlı şiir kitabımda dil, Kürtçe pasajın geçtiği yer dışında Türkçedir. Ama ben şiirde sesin, kültürel dokunun ve atmosferin Kürtçe olduğunu düşünüyorum. Tabii ki başkası farklı düşünebilir, hiyerarşik yaklaşmadığı müddetçe benim için sıkıntı yok. Bütün bu değişim ve farklılaşmaların yanında, ben bireysel anlamda Kürtçe yazma kabiliyetine sahip kişilerin Kürtçe eserler vermesinden yanayım. Veriliyor da zaten. Kürtçenin edebî bir mirası var, bunun üzerine inşa edilecek ürünlerle nasıl bir yol alınır bunu zaman gösterecek. Kürt nüfusu hızla kentli bir yapıya doğru evriliyor. Kürtçe yazmak konusunda eksiklikler baş gösterse de kimliğin belirginleştiği ve Türkçe yazılanlara bu şekilde etkiler göstereceği yönünde bir çıkarımda bulunabilirim. Akademik olarak ürettiğim çalışmalara gelince ise bunlar lisans ve lisansüstü öğrenimimin doğal sonucu olarak Türkçe eğitimi ve edebiyatla ilgili oldu. Kürtçe bazı masallar, türküler ile Kürt dili, kültürü ve sanatı için temel teşkil edici konumda olan dengbêjlik geleneği üzerine ise birkaç akademik çalışma yaptım. Şimdilik durum budur.
– Yakından takip edip üzerinde çalıştığınız için soruyoruz: Günümüz İslam düşüncesinin beslediği bir edebi-sanatsal birikimden bahsedilebilir mi? Bu toplamın imkân ve zafiyetleri nelerdir?
– İslam coğrafyasına hâkim olan edebî anlayışların modern zamanlarda yaşanan değişim dönüşümle paralel bir yapı gösterdiği söylenebilir. Sadece İslam olgusunu değil, etkileşim unsurlarını ve odaklarını da hesaba katmak gerekir. Edebiyat, illa ki toplumlarla birlikte var olur ve bir şekilde bu üretim gerçekleşir. Niteliği ve mahiyeti değişkenlik gösterse de karşımıza süreç itibariyle bazı anlayışlar, akımlar vs. çıkar. Dolayısıyla değişimin kontrolünü sağlamak ve içeriğin kendi özünü yitirmeden varlık gösterip göstermediğine odaklanmak gerekir diye düşünüyorum. Öte yandan günümüz İslam düşüncesinin nereden ve hangi isimler dolayımında söz konusu edileceği tartışılabilir. Bun anlamda İslamcılık cereyanının inşa etmek istediği hayat ve varmak istediği idealler, edebî çerçevede kimi isimlerle belirginlik göstermiştir diyebiliriz. Muhammed İkbal ve Mehmed Âkif, günümüzde İslam düşüncesi bağlamında ilk akla gelen isimler. Türkiye çerçevesinde konuşacak olursak Âkif’in Safahat’ta izini sürmeye çalıştığı Kur’an düşüncesinin edebî düzlemdeki karşılığı, ondan sonraki zamanlarda onun kadar bir netlik içermediği şeklinde okunabilir. Gerçi Akif, kendinden önceki zamanlar için de neredeyse aynı minvalde değerlendirilebilecek bir farka sahip. Bu meselenin Akif’siz konuşulamaması bizlere bir şeyler söylüyor. Söz konusu farkın belirleyici olmasında ise malum olduğu üzere İslamcılık cereyanı gelmekte. Bu açıdan ben edebî yönelimlerin ve tercihlerin bir doğruluk ekseninde sağlamasını yapmanın gerekli olduğu kanaatine sahibim. Tabii ki doğruluk ekseninin nasıl olması gerektiği ve temsil durumu tartışılabilir ama ben Kur’ani içerikle çelişkiler gösterecek bir toplamı en azından eleştirisiz kabullenmeyi doğru bulmuyorum. Kurucu ve denetleyici (eleştirel) rolün bu olduğunu düşünüyorum.
FERHAT ÇİFTÇİ:
1982 yılında Bingöl’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini aynı ilde tamamladı. KTÜ Türkçe Öğretmenliği Bölümünden 2002’de mezun oldu. Bir süre Türkçe öğretmenliği yaptı. 2014 yılında Atatürk Üniversitesinde Türkçe Eğitimi alanında “Cahit Koytak’ın şiirlerinde Yüceltilmiş İnsana Özgü Değerler” adlı yüksek lisans tezini; 2020 yılında “Mültecilik Temalı Çocuk Edebiyatı Ürünlerinin 7. Sınıf Türkçe Derslerinde Öğrencilerin Mültecilere Yönelik Tutumlarına Etkisi” başlıklı doktora tezini tamamladı. Akademik çalışmalarının yanı sıra yazı ve şiirleri Umran, Bilge Adamlar, Nida, Temmuz, Muhayyel, Tasfiye ve Hece dergilerinde yayımlandı. Pepuk Kuşu Hikâyesi/Bir Hidayet Uyarlaması (2018-şiir), Taşranın Direnci Şehrin Bilinci/Metin Önal Mengüşoğlu (2020-inceleme) yayımlanmış kitaplarıdır. Muş Alparslan Üniversitesinde çalışmakta olup evli ve iki çocuk babasıdır.
Kaynak. tasfiyedergisi.net