Türkiye 2023‘de yapılması beklenen cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerine kilitlenmiş durumda.
Muhalefet partileri ise ülkenin o tarihe kadar bekleyecek takati ve kaybedecek zamanı olmadığını ileri sürerek hemen her gün acil erken seçim çağrılarında bulunuyorlar.
Türkiye siyasetinin yaşamakta olduğu bir diğer ilginç durum da hem iktidardaki AK Parti ve ortağı MHP‘den hem de muhalefet partilerinden kopmalarla peş peşe yeni partilerin kuruluyor olması.
Muhalefet partilerinin ülkenin yaşamakta olduğu sıkıntılarla ilgili ne yazık ki üzerinde ittifak sağladıkları kısa orta ve uzun vadeli bir çözüm programları yok.
Bu nedenden dolayıdır ki yeni kurulan partiler de halktan beklenen ilgiyi göremiyor, bir türlü güçlü bir ümit fırtınası estiremiyorlar.
Kamuoyu yoklamalarındaki oy oranları çok düşük oranlarda yüzde bir-ikilerde çıkıyor.
Yeni parti kurmak ve yeni tabelalar asmakla sorunlar çözülmediğinden doğal olarak halkın arayışı da devam ediyor.
Bu arayışların halkta bir karşılık bulması için öncelikle yaşadığımız dünya ve sonrasında da Türkiye ve çevresindeki ülkelerle ile ilgili doğru bir değerlendirme; sonrasında ise elle tutulur gözle görülür somut çözüm önerileri sunulması gerekiyor.
Bu konularla ilgili bazı arkadaşlarla ortak yaklaşımımızı sizlerle paylaşmak istiyorum:
Küresel değerlendirme
1- Bugün tüm dünyada küresel olarak büyük bir kriz yaşanmaktadır. Bu krizin en önemli özelliği, sadece yoksul ve geri bıraktırılmış ülkeleri değil; başta ABD, AB, Çin ve Rusya olmak üzere neredeyse dünyadaki tüm ülkeleri ve zengin fakir her kesimden insanı etkiliyor olmasıdır.
2- Yirminci yüzyılın başlarından itibaren tüm dünyayı etkileyen sosyalist devlet modeli, Sovyetler Birliği’nin çökmesi üzerine, başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
3- İran, Suudi Arabistan, Afganistan, Cezayir, Mısır, Sudan, Türkiye gibi ülkelerdeki İslamcı akımın “güç metafiziği”ne dayanan iktidar biçimleri ne yazık ki olumlu bir örneklik ortaya koyamamıştır.
4- Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’ tezi ile yenilmezliğini ve alternatifsizliğini ilan eden liberal kapitalist sistem de, 2008 yılından itibaren bir krize girmiş bulunmaktadır.
Yaşadığımız dünyada;
Ülkeler, bölgeler ve sınıflar arasında eşitsizlik gittikçe artmakta ve büyümektedir. Ülkeler arasında veya ülke içinde savaşlar ve çatışmalar giderek yayılmaktadır.
Bu çatışmalar ve iç savaşlar; yoksulluk ve açlık, yerinden edilmişlik ve göçmenlik, çevre dengesinin bozulması, doğal kaynakların adaletsiz bölüşümü gibi sorunlara yol açmaktadır.
Kapitalist iktisadın temelini teşkil eden “büyüme” fiziksel sınırlara gelip dayanmıştır. “vahşi kapitalizm”in sürekli daha fazla büyüme hırsı daha fazla tüketmeyi kamçılamakta; bu tüketim artışı ise kaynakları yetersiz insanları ve ülkeleri sürekli olarak daha fazla borçlanmaya mecbur bırakmaktadır.
Bu kısır döngünün bu şekilde devam etmesi mümkün değildir. Nitekim günümüzde artık sınırlarına dayanmış bu çılgınlık baş edilemez bir noktaya gelmiştir.
Aynı şekilde bu sınırsız, kuralsız ve vicdansız büyüme; tabiatın dengesini bozmakta, sınıflar arası uçurumu ve düşmanlığı artırmakta, ölümcül bir rekabete dayanmakta ve dolayısıyla da savaşları kışkırtmaktadır.
5- Mutlaka yeni bir küresel siyaset ve iktisadi faaliyet (üretim-tüketim) biçimine ihtiyacımız vardır.
İslam ülkeleri ve Ortadoğu analizi
İslam ülkeleri bir bütün olarak yaklaşık iki yüzyıldır bir kriz yaşamaktadır. Bu sorunun temelini çok daha gerilerden başlatmak da mümkündür.
Genel bir değerlendirme ile görünürde birer “bağımsız” devlet olsalar da İslam ülkelerinin büyük bir çoğunluğu kültürel, siyasi ve ekonomik birer müstemleke (sömürge) durumundadır.
Bu durum ise ekonomik, siyasi ve kültürel sorunların yaşanmasına yol açmaktadır.
Bu sorunların başlıcaları:
- Farklı dinler ve mezhepler arasındaki dini-ideolojik ve mezhebi çatışmalar;
- Başta Kürt ve Berberi sorunları olmak üzere ETNİK sorunlar;
- Tüm ümmetin kaynaklarını yok eden HIRSIZLIK, YOLSUZLUK ve RÜŞVET;
- İslam’ın ilk döneminden itibaren tartışılan ve halen de sürmekte olan yönetim anlayışları (Genelde tek şahıs veya zümreye dayalı diktatörlükler) ve büyük ölçüde bundan kaynaklanan adaletsizlikler;
- Gelişmiş ülkelerdeki düşünsel ve yaşamsal değişimlerin algılanıp uyarlanma sorunu ve eşgüdümsüzlüğün ya da hazırlıksızlığın sebep olduğu düşünsel kargaşa.
- Üniversiteler kadar basın-yayın dünyasındaki baskıcılığın veya tek yanlı bakışların yol açtığı eleştirelliğin ve düşünce üretiminin kifayetsizliği
- Kadının geleneksel ve modern toplumdaki yeri ve yaşanılan olumsuzluklar… gibi sorunlar.
Türkiye değerlendirmesi
Uzunca bir süredir İslami iddiaları olan kadrolar tarafından yönetilmesine rağmen Türkiye’de de diğer İslam ülkelerindekine benzer sorunlar yaşanmaktadır.
Bu sorunları özetle sıralayacak olursak:
- Rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk ve kayırmacılık, israf, lüks, kötü yönetim.
- Ülke kaynaklarının makro planlar yapılmadan inşaat gibi kısa vadeli ve kısır yatırımlara harcanması, planlı ve gerçekçi bir üretim modelinin bulunmaması.
- Ücretlerin özellikle dar gelirlilere yetmemesi ve yetersiz olması.
- Büyük bir diplomalı genç işsiz sınıfının olması, istihdam yaratılamaması.
- Adalet sisteminin hem adli hem de siyasi meselelerde çökmüş bulunması.
- Eğitim sisteminin topluca iflas etmesi ve bir alternatif proje üzerinde de çalışılmaması.
- Tarım ve hayvancılıkta ciddi bir gerileme yaşanması.
- Yaklaşık yüz yıldır ülkenin ve bölgenin kanayan yarası olan Kürt sorununun bir türlü ciddi, kalıcı ve iyileştirici bir çözüme ulaştırılamaması.
- Alevilerle ilgili olarak yapılan çalıştaylara rağmen ciddi hiçbir adımın atılmaması.
- Dindar ve laik geriliminin ve genel olarak toplumsal kutuplaşmanın azaltılamaması; bununsa toplumu neredeyse ikiye bölerek siyasetin olağanlaştırılmasının önüne geçen başat bir etken oluşturması, kadının toplumdaki yeri çerçevesinde toplumsal yaşam şekli ile ilgili tartışmalar.
- Büyük oranda askeri harcamalara ayrılan ve zaten kıt olan kaynakların toplumsal alanda kullanılamaması. Batı dünyasıyla rekabete veya Batılılaşmaya dayalı gelişme modelinin sorgulanmaması ve bu modelin baskısıyla uygun bir toplumsal paylaşım ve adalet biçiminin geliştirilememesi.
Günümüz dünyası
- Dünya hızla küresel güçlerin egemenliğine doğru gitmektedir.
- Kısa vadede ulus devletler varlıklarını koruyacak ise de, ilerleyen süreç içerisinde toplumsal ve ulusal varlıklarını sürdürmekte zorlanacaklardır.
Belli bir süreç içinde ulus devletler egemenliklerini adım adım küresel güçlere (veya düzene) devretmek zorunda kalacaklardır.
Bu durumla baş etmek için bölgesel entegrasyonlar (yerel işbirliği havzaları) zorunlu hale gelmektedir.
- Bölgesel entegrasyon, bir toplumu veya bir ülkeyi küresel aktörlere karşı koruyacak önemli bir dayanışma biçimidir.
- Bölgemizde de dini, etnik ve mezhebi ayrımlarına bakılmaksızın, farklı toplumsal unsurların katılımıyla bölgesel bir entegrasyona ihtiyaç hissedilmekte:
a) Bu hem çatışmaları barışçı bir çözümle durdurur,
b) Hem de bölgemizi küresel yapılara karşı korunaklı ve rekabete hazır kılar.
Bölgesel entegrasyon
Türkiye, yaklaşık yüz yıldır sürdürülen “görmezden gelme” çabasına rağmen özünde merkezinde Anadolu olmak üzere bir Balkan, Kafkasya ve Ortadoğu ülkesidir.
Bu havza tüm din, mezhep ve etnisetelerin Roma ve Pers imparatorluklarından itibaren, Emevi, Abbasi, Selçuklu, Eyyubi ve Osmanlı dönemleriyle sürdürüldüğü, en az iki bin yıldır birlikte yaşama tecrübesi olan bir coğrafyadır.
Bu havzanın toplumsal, tarihsel, kültürel, siyasi ve ekonomik tecrübeleri ihmal edilemez, görmezden gelinemez.
Bu havza etnik, mezhebi ve dini olarak ayrıştırılarak idare edilemez; böyle bir ‘çözüm’ bizzat çözümsüzlüktür ve kıyamete kadar sürecek bir çatışma demektir; dolayısıyla da bu durum asla savunulamaz.
Bu süreçte kendi iç ve dış barışını sağlayabilen ve temel sorunlarını çözebilen bir Türkiye, komşu halklar için de bir örneklik oluşturabilecektir.
Anadolu, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’yu kapsayan, Avrupa Birliği benzeri bir Ortadoğu Birliği hedeflenmelidir.
Bu hedefe hayali ve özünde sorunlu “Neo Osmanlıcılık” veya “Turan-Kızıl Elma” hayalleri ile değil; karşılıklı uzlaşmalara dayanan, gerçekçi, ayakları yere basan; tarihin, kültürün ve ekonominin doğal mecrası içinde ulaşılmaya çalışılmalıdır.
Öncelikli hedef komşu ülkelerle sınırların silikleştirilmesi ve gümrüklerin kaldırılması olmalıdır.
Böyle bir entegrasyonun ana manivelası/kaldıracı öncelikle hem Türkiye içinde hem de Türkiye dışındaki Kürtlerle Türklerin; adil, insani ve eşit bir birliktelikleri olacaktır.
Devam edeceğiz inşallah.
Kaynak: Farklı Bakış