Tarih: 08.02.2021 17:03

Dünyanın Sürüklendiği Yön…

Facebook Twitter Linked-in

Tarihsel bir seyirde kendi dinamikleri içinde kendisine biçilen bir geleceğe doğru Dünya akmaktadır. Soru, geleceği belirleyen bir dinamik veya dinamikler bütünlüğü söz konusu mu değil mi? İki binlerden itibaren yeni bir mecraya geçtiğimiz ve sürekli adı konulmamış bir stratejik derinlikle dünya yeni bir zemine doğru sürüklenmektedir. Bu sürüklenmeye yönelik entelektüel ve aydın tabakada bir karşılığı olup olmadığı tartışmalı olsa da belirli bir kesim komplocu olmayı göze alarak durumun vahametine dair görüşlerini açıkça belirttikleri gözlenmektedir. Bazı popülist propagandistlerin bir kısmı ise ‘hem nalına hem mıhına’ vurarak derin stratejinin gereğini yerine getirdikleri söylenebilir.

Entelektüel düzlemde iki temel varsayımın çatıştığı ve buna dayalı iki gücün öne çıktığı ileri sürülebilir: Sürekli artarak devam eden insan nüfusunun çoğalması karşısında elde bulunan enerji yatakları ve tüketim mamulleri yeterli olmayacağı tezi. İki bin kırklı yıllarda nüfus artışına bağlı olarak sürekli üretim tüketim dengesi açık verecek ve bu insanları bir tehdit ile karşı karşıya bırakacak; ilk tehdit, yeterli enerji ve yiyecek bulamama, ikincisi, iktidarı elinde bulunduranların kimin yaşaması gerektiği veya ölmesi gerektiği konusunda kalacakları bir kararın varlığı…

Küreselciler diye betimlenen ve ‘üst akıl’ olarak tanımlanan bir yaklaşım; gelecek tehdidi önceden ön görerek şimdiden gerekli önlemlerin alınması ve bunun en önemli ve ilk ayağının ise nüfus azaltılması olduğu konusundaki ortak mutabakatları… Hatta nüfusu azaltmada ileri düşünenler, yarım milyara kadar süreç içinde nüfusu azaltmaya yönelik kararı olanların olduğu da konuşulan işlerdendir. Buna karşılık dünyadaki zenginliklerin nüfus ile ilişkisi olmadığını var olan zenginliğin paylaşılması ile sorunun giderilebilmesinin mümkün olduğuna dair yaklaşım ve özellikle de bu küreselcilere karşı kendi bağımsızlıklarını elinde tutmak isteyen ulusalcı devletler… Ki küreselciler dünya devleti kurguları ve tek elden yönetim arzusu farklı uluslar arası toplantılarda dile getirildiği bilinmektedir. Bilderberg ve benzeri toplantılarda bu meseleler derinlemesine tartışılıyor ve oraya katılanlar tarafından kısmi olarak açıklanmaktadır. Bu projelerin belirli bir süreç içinde politikalara dönüştüğü ve dünyayı yeni bir evreye doğru itmekte olduğu görülmektedir.

İki binlerin başında ikiz kulelerin vurulması ile başlayan süreç ileri geri adımlar ile aslında belirli bir ivme üzerinden yürürlüğünü sürdürmektedir. Batı düşüncesi kendisine muhalif olabilecek bütün düşünce ve kültürleri asimile edebilmiştir. Son on yılın sonunda İslam Dünyasında meydana gelen siyasal gelişmeler ve siyasal şiddet üzerinden Müslümanların kahır ekseriyetini sekülerleştirebildiler. İslam, potansiyel olarak varlığını sürdürse bile onun anlaşılma sorunlarına boğularak sahih ve sahici bir bağ kurulmasına yönelik çok güçlü bir engeller ağı oluşturulduğu açıktır. Özellikle parçalanmış bir siyasal zeminin düşünsel parçalanmaya da maruz kaldığı tarihsel bir gerçekliği işaret eder. Bugün müslüman düşünceye bakıldığında içinde var oldukları düşünce evreninin nasıl parçalandığı gözler önüne serilir.

Son on yılda Batılı ülkelerde meydana gelen sağ ve milliyetçi politikaların ağırlık kazanması ve yabancı düşmanlığı bugünlerde çok daha fazla görünür olmuştur. Batı kendi dışındaki her kese karşı bir düşmanlık duygusu gösteriyor. Suriye iç savaşı ve göçmenler üzerinden bu çok net bir şekilde gözlemlenmektedir. Birçok ülkede şiddeti öneren politikaların belirli bir çoğunluğa ulaşması ve iktidardaki ana gövde politikacıların bile sert milliyetçi söyleme savrulmaları dikkate şayandır.

Özellikle son on yıla damgasını vuran tek kişilik liderlik versiyonu ve bu liderliğin gösterdiği etkinlik ile ülkelerini daha öne çıkarmaları, Rusya, Çin, ABD gibi tek liderliğin başarılı pozisyonları, Türkiye’de Erdoğan liderliği ve on sekiz yıllık iktidar süreci doğal olarak siyasal arenada yeni bir liderlik arayışını zorunlu kıldı. Diğer ülkeler bu vizyonu dikkate alarak yeni arayışları beslediler. Ortadoğu’da güçlü liderliğin yıkılması ve Irak, Suriye, Libya, Mısır ve Tunus gibi ülkelerin içinde yer aldığı siyasal karmaşa bu tek kişi liderliğini daha fazla benimsetti…

Pandemi ile birlikte daha önce salt entelektüel zeminde kalan Post Truth ve Trans Hümanizm ve Post hümanizm gibi kavramsallaştırmalar daha fazla gündem oluşturdu. Modern düşünce kendi temel kabullerinin zeminini kaybetti. ‘Bütünsel Bağlantısallık’ ile felsefi bir zemine kavuşturulan bu yaklaşım; insanın aşıldığı, insanın sadece yaşamın bir unsuru olarak varlık kazandığı yeni bir gerçeklik zeminine haiz olduğu dillendiriliyor. Fakat bunu direk böyle söylemek yerine farklı politikalar üzerinden yeri hazırlanıyor: örneğin; çevrecilik; yeşiller hareketi, hayvan hakları tartışmaları ve üzerine bina edilen gösteri, propaganda vesaire ile ilgili bir duyarlılık geliştirilmektedir. Yine LGBTi gibi toplumsal cinsiyet tartışması üzerine insanın kendi otantik yapısına yönelik ciddi bir saldırı yapıldığı halde eski alışkanlıklara dayanarak haklar mevzuu üzerinden toplumsal yapıyı yapı bozumuna uğratmaktadır. Son pandemi ile birlikte bu toplumsal zeminin berhava olabileceği sosyal mesafe vurgusu üzerinden insanlar aynı evin içinde bile kendi başlarına yalnızlaştırılmasının zemini ve hatta psikolojik zemini kurulmuş oldu. Düşünün, aynı evde erkek, kadın, çocuklar, herkes kendisi ile meşgul edilerek aynı mekânda yalnız olmayı zorunlulukla kabullendiler. Erkek, işini evden takip ediyor, kadın, işini veya kendi mecrasına dayalı olarak yalnız kalıyor, çocuklar ise ya derslere girmek zorundalar veya kendi cep telefonları ve benzeri aletlerle kendi meşguliyetlerine takılı kalıyorlar. Zorunluluklar belirli bir süre sonra alışkanlığa dönüşür. Maskenin faydadan çok zararı olduğu DSÖ tarafından bugün medyada haberi yapıldı. O zaman neredeyse bir senedir bu Sosyal mesafe, maske ve hijyen diyerek insanları birbirinden uzaklaştırmayı niçin yaşadık? Eğer bu belirli bir politik strateji ile yapılmadıysa hepimizin birer aldanmaya meyilli ‘salaklar’ olduğumuzun göstergesi olur.

Şimdi şunun altını çizelim; para kimde ise güç ondadır. Bu güç, medya, sosyal medya ve iktidarı elde tutacak insanların sahibi olmayı da içermektedir. Son ABD seçimlerinde devir teslim olayında meydana gelen ve Trump’ın bütün sosyal medya hesaplarına el konulması ve bir başına bırakılmasını da stratejik bir hamle olarak okumayacaksak neyi anlamış oluruz. Şunu bir kez daha belirgin kılmakta yarar var: birden fazla güç ve her gücün kendi içinde çatışma alanları olduğu açıktır. Ancak yeni bir dünya sistemine gidilebilmesi için yeni ittifakların kurulması gerektiği çok açık… Bu açıklık devlet ve siyasal aktörleri bir tercihe yöneltmektedir. Bu tercihler para tarafından belirlenirse geleceğimiz ipotek altına alınacağını söylemek bir kehanet olmaktan çıkmış sayılır.

Dijital diktatörlük, askeri yöntemlerle uygulanacak bir şey değil, kamuoyu oluşturularak iradi ‘gönüllü kölelik’ bağlamında genel bir kabule dönüştürüldüğünde sürekliliği sağlanabilir. Watsap’ın son çıkışını bu çerçevede yorumlamak gereklidir. Bugün camilerde bile iki müslüman aradaki mesafe azaldığı zaman birden asabileşiyor. Yer vermekten imtina ediyor. Dini duygunun en coşkun yaşanması gereken camilerde bile bu genel kabule dönüşmüşse otobüslerde, tramvaylarda olan sataşmalar, çatışmalar, kavgalar vesaireyi söylemeye gerek yok…

Devletlerin bu yeni dönemde var olmalarını sağlayacak olan şey ‘demokrasi’ değildir. Bu yüzden daha otoriter yönetimlerin var olduğu bir politik tercihler skalasına doğru yürüdüğümüzü görmemiz gerekmektedir. Bu demokrasinin beşiği olan ülkelerde de ayni ile vaki olacaktır. Ülkemizde de buna benzer bir gelişme trendi yaşandığı açıktır. Özellikle Ak Parti ile MHP’nin birlikteliği ve buna katılacak yeni muhafazakârlar buna gönüllü olacaklardır. Zaten yapılan tartışmalarda dile getirilen suçlamalara bakıldığında bu durumun kalıcı hale dönüşeceğini söylemek kehanet olmayacaktır.

Bu pandemi bitse bile yeni ‘pandemilerin’ kapıda olduğu yüksek sesle dile getirilmektedir. Üst akıl olarak tesmiye edilenler açık bir şekilde kendi görüşlerini dile getirmekte ve kamuoyunu oluşturmaya devam ediyorlar. Bu güç aynı zamanda birçok ülkede yönetime gelebilmesinin senaryolarını da üretmektedir. Yani bir iktidar eğer karşı duruyorsa bu politikalara; hemen yüksek sesle otoriterleşmeyi gündeme taşımak, insan haklarına aykırı yönetim sergilendiği ileri sürülerek yeni iktidar adaylarına her türlü desteği vermeyi taahhüt ederek yeni ortak iktidar adayları bulmakta zorlanmamaktadırlar.

Zaten ülkelerin merkez bankalarının bile neredeyse yarısı ve birçok yerde daha fazlası kendi ellerinde bulunmaktadır. Sahip oldukları şirketler ve devletten çıkarılan özelleştirme ile yapılan ekonomik getirisi yüksek olan kurumların da büyük çoğunluğunun sahibi konumundadırlar. Sosyal medyada hâkimiyetleri olduğu gibi, yazılı ve görsel medyada da ağırlığa sahiptirler. Kendi düşüncelerine karşı eleştiri getirilen kişi, kurum ve entelektüel veya akademisyenlere dünyayı dar ettiklerini bu pandemi sürecinde gördük ve bizzat tanığı olduk.

Büyük Reset/Sıfırlama için hazırlanan meblağ doksan üç trilyon dolar, yaklaşık dünyanın bir yıllık ticaret payı seksen trilyon dolar olduğu dikkate alındığı zaman bu meblağın ve büyük sıfırlamanın neye tekabül ettiği daha rahat anlaşılabilir. ABD seçimlerinde oluşan şaibe ve Biden’in kazanması da buna eklenebilir. Bu alanda sözü fazla uzatmaya gerek yok, her şey gözlerimizin önünde olup bitiyor, bakana çok şeyler söyler…

Yani özgürleşemeyen bir dünya ve o dünyanın insanlarını bekleyen şey, otoriterleşmiş bir yapının gönüllü destekleyicileri olmaktan başka seçenek kalmayacaktır. Devletin gücü ise en çok ihtiyaç hissedilen bir konumu ihtiva ediyor. Bu yüzden bu dalgaya karşı çıkacak olan devlet ve iktidar elitleri ve lideri, eğer kendi insanlarını yanına alabilirse tarih yazar ve dünyaya bir örneklik armağan eder. Yeni bir devrimin ayak seslerini güçlü bir şekilde ortaya koymuş olur. Kabul eden devlet ile liderliği ise tarihe kendi medeniyet ve kültürüne ihanet etmiş bir imge ile tarihteki yerini almaya aday olacaktır.

Otorite kaçınılmaz görünüyor, demokrasi kaçınılmaz bir şekilde en fazla propagandası yapılan ama ortada bulunmayan olarak kayıtlara geçecektir. Haklar, en yüksek sesle haykırılacak ve gündemleştirilecek ama en temel haklar bile sağlık, güvenlik, teknolojik zemin vesaire üzerinden yok sayılacaktır. İşin en berbat yanı ise bu gidişata dair, entelektüel zemin dâhil siyaset, aydın ve halk nezdinde bir karşılığının olmamasıdır.

İnsanın tarihe karışacağı bu zeminde hakların ve demokrasinin varlığı muhal görünüyor. Ama propaganda bu olgular üzerinden yapılacaktır. Yapılan eleştirileri ise komplocu olarak tanımlayarak, karşı eleştirileri yok mesabesinde sayacaklar. Bu konuda insanı savunmak, dini savunmak ve hakları hakiki anlamı ile savunmak kaçınılmaz bir insani sorumluluktur




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —