Kuzey Afrika çölleri, görkemli Endülüs, gizemli Mısır, saraylar, zindanlar, savaşlar, kan, gözyaşı, entrika…
On dördüncü yüzyılda, Kuzey Afrika’da yaşamış düşünür İbn Haldun’un maceralı yaşamından dört başı mamur, beş sezonluk bir dizi çıkar. Soluk soluğa da izlenir. O kadar ki dizinin heyecanından, onun kaleme aldığı ve bugün özellikle toplumbilim külliyatının köşetaşı sayılan kitaplar hakkında düşünmeye sıra bile gelmez.
Sıradışı bir yaşam… Resimleri okul kitaplarını, sükûnet yayan büstleri ise kampüsleri, parkları süsleyen o ağırbaşlı bilgin mi bütün bunları yaşamış dedirtecek uçarı bir hikâye…
Öyle fırtınalı bir hayat İbn Haldun’inki…
Ben de yakın zamana dek masasında oturup kitaplarına gömülen, günlerini yazıp çizmekle geçiren bir bilginden ibaret sanırdım onu. Değilmiş.
Bu hafta başka başka vesilelerle aklıma İbn Haldun düşmüşken, aranızda onun maceracı yönünü benim gibi ıskalamışlar olacağını düşünerek, bir pazar okuması niyetine, bu sıradışı hayatın bir özetini geçmeye çalışacağım.
***
İbn Haldun’un hikâyesi Tunus’ta başladı.
Endülüs’teki Sevilla şehri Hıristiyanlar tarafından ele geçirildikten sonra oradan Tunus’a göç eden, hep memur ve siyasetçi çıkarmış köklü bir ailedendi. İyi bir eğitim gördü. Din eğitiminin yanında, devrinin matematik, mantık ve felsefe bilginlerinden de ders aldı. İbn Rüşd’ün öğretisiyle de İbni Sina’nın fikirleriyle de haşır neşirdi. On dördüncü yüzyılın ortaları… İslam dünyası bilginlerinin dünya bilimine yön verdiği yıllardı. Tam nokta atışı olmasa da genç İbn Haldun, doğru zamanda doğru yerde sayılırdı.
Ama günler birden çok hızlı akmaya başladı. On yedisindeyken anne ve babasını Büyük Veba Salgını’nda kaybetti. Kara ölüm, Kuzey Afrika’yı da tıpkı Avrupa gibi kavuruyordu.
Köklü ailesinin ismi onunlaydı ama kendisi yalnız kalmıştı.
Yirmisinde ilk ‘kalem’ işini aldı. Küçük bir katipti, önemsiz işlerle uğraşıyordu ama ona birçok bağlantı getiren bir pozisyondaydı. Onu esas tarif eden, kabına sığmamasıydı. Daha yüksek yerleri hedefliyordu. Kuzey Afrika’nın sultanları arasındaki sonu gelmez mücadelelerin bir safhasında Tunus düşüp yönetim el değiştirince, İbn Haldun da Fas’a gitti ve oradaki sultanın hizmetine girdi.
Yirmi beş yaşındaydı ve daha büyük bir rol istiyordu.
Bir fırsat bulduğunu düşündü. Hizmetinde olduğu sultana karşı bir tertibe kalkıştı ve hapsi boyladı. Yine de orada uzun kalmadı. Sultan ölünce hapisten çıktı ve yeni bir devlet görevi edindi. Derken bir süre sonra yine bir entrikanın içinde rol aldı; bu defa başarılı oldu ve üst düzey bir göreve getirildi.
***
Kuzey Afrika ve Endülüs’teki iktidar çekişmesi, Ortaçağ’a da epey uygun şekilde bir tür ‘Game of Thrones’ ortamı yaratmıştı. İbn Haldun bu ortamda büyük bir hevesle kendi rolünü büyütmeye çalışıyordu.
İş neredeyse rutine binmişti. İbn Haldun’un hayatı sürekli bir ittifak arayışı şeklinde geçiyordu. Sürgündeki sultanlarla irtibat kuruyor, bazılarını destekliyor, bazılarını da köstekliyordu. Dostlar ve düşmanlar ediniyordu.
Fas’ta gözden düşünce Granada’ya gitti. Orada tutundu. Diplomatik bir misyonla kendi köklerinin bulunduğu Sevilla’ya yollandı ve Kastilya Kralı Pedro ile görüştü. Yoluna çıkan tüm hükümdarlar gibi Kral Pedro da bu derin adamdan etkilendi ve ona bir teklif sundu: Hıristiyanlığa geçip yanında kalırsa ona ailesinin Sevilla’daki malı mülküyle beraber sarayında görev de verecekti. İbn Haldun kabul etmedi.
Esas hedefi Granada’daydı. Yavaş yavaş olgunlaştırdığı büyük projesine orada girişmek istiyordu. Bir filozof kral yetiştirecekti… Kendisi Aristoteles olacaktı; Granada sultanı da Büyük İskender. Olmadı. Bunun için yerinden oynatması gereken vezirler vardı ama yer değiştiren o oldu ve soluğu yeniden Kuzey Afrika’da aldı.
Bu defa bir başka sultanın veziri oldu. Vergi toplama göreviyle Berberi kabilelerin arasına karıştı, onların güvenini kazandı. Bu arada daha sonra eserlerinde kullanacağı çığır açıcı gözlemlerini de kaydetmeye başladı. Dünyada hiçbir vergi faaliyeti bu kadar verimli bir sonuca yol açmamıştır.
İşi bitince saraya döndü. Sonra yeniden yıllar boyu ittifaklar, entrikalar, taraf değiştirmeler, tutsak alınmalar… Taht oyunları.
Derken Kahire günleri… Çekişmelerde bir boşluktan yararlanıp kendini, büyüleyici bulduğu Mısır’a atmıştı. Yabancısı olduğu bu şehirde de bilgisi ve tecrübesiyle çok hızlı yükseldi. Memluk ülkesinin Çerkes hükümdarı Berkuk tarafından kadı yapıldı, reform hareketine girişti, tepkiyle karşılandı. Sonra Berkuk’a karşı bir hareket içinde yer aldı. Defalarca gözden düşüp tekrar göze girdi. İbn Haldun Mısır’da, bize Süleyman Demirel’i hatırlatır şekilde beş defa gidip altı defa geldi.
Sonra bir büyük macera daha yaşadı. Bu macerada bu defa daha da büyük bir isimle karşılaşacaktı. Hayatında ‘Timur’ sayfası açılmıştı. Timurlenk, Ortadoğu ve Anadolu seferi sırasında Şam üzerine yürüyünce; o da Memluk sultanı ile birlikte Kahire’den Şam’a gitti ve kuşatma sırasında yedi hafta boyunca şehirde kaldı.
Tunus’taki İbn Haldun heykeli
,,
Kuşatmanın sonuna doğru bir gün kale burçlarından iple indirilerek barış görüşmelerine katıldı. Dünyanın en ilginç tarih tartışmalarından biri işte o günlerde, kuşatma sürerken, Timur’un otağında yapıldı. Timur mu, İskender mi, Sezar mı yoksa Nebukadnezar mı daha büyük hükümdardı?
Şam teslim edilip yağmalandıktan sonra da günlerce Timur’un yanında kaldı. Bilgisinin derinliğiyle Timur’u etkilemesi sürpriz değildi.
Timur, Şam’dan ayrılırken ona bir tür açık çek sundu ama İbn Haldun artık yaşlanmıştı; kitaplarıyla ilgilenmek istediğini söyleyerek Mısır’a doğru yola çıktı.
Macerası yine de bitmemişti. Yolda bir çete tarafından soyuldu; güç bela ve neredeyse çırılçıplak sahile ulaştı ve şansına orada bir gemi buldu. Bir Osmanlı gemisi… Timur’la Ankara Ovası’nda karşılaşmasına ramak kalmış Yıldırım Bayezid’in Mısır’a gönderdiği elçiyi taşıyan gemi onu da Gazze’ye götürüp bıraktı. İbn Haldun’un Osmanlı’yla tek teması da işte bu gemi seyahatiydi.
Kahire’ye ulaştıktan sonra hayatının son yıllarını kadılık ederek ve otobiyografisiyle ilgilenerek geçirdi. Ama çekişmeli siyasi atmosferde, hayatının o döneminde bile tutuklanmaktan kurtulamadı. Bu defa reform yanlısı gizli bir örgüte katılmakla suçlanıyordu. İşler tekrar rayına girdi ama onca yoldan sonra İbn Haldun artık kendi yaşamının sonuna ulaşmıştı.
Yıllar boyu Kuzey Afrika’yı ve Endülüs’ü mekik gibi dolaşan bu maceracı seyyah düşünürün son durağı Kahire oldu. El Naşr kapısının hemen dışındaki mezarlığa defnedildi.
***
Cezayir’de İbn Haldun büstü
Fırtına gibi bir yaşam. Önemli bir es dışında…
Onun detaylı bir biyografisini yazan Robert Irwin [Ibn Khaldun – An Intellectual Biography], bu yaşamın kısa bir süreliğine durulduğundan da bahsediyor.
Peki neden?
Baş eseri ‘Mukaddime’yi yazmak için…
Irwin, İbn Haldun’un bu maceracı yaşama dört yıllık bir ara verdiğini anlatıyor.
Bu ara çöllerde geçti. Büyük düşünür, Bedevilerin arasında sadece yazarak yaşadı. Dört yıl. Hiçliğin ortasında, yıldızlara bakarak, dört yıl.
O kitap da dönüp dolaşıp modern sosyolojiyi kurdu.
İşte macerasıyla da bilgeliğiyle de tastamam bir yaşam.
Dedim ya, bugün kimse el atmış değil ama bu yaşamın ayrıntılarını ileride bir gün ekranda izleyeceğimizden eminim.
***
Şimdi filmi bir kenara bırakalım.
Ben bu ilginç hayatın ayrıntılarını geçen sene, Irwin’in bahsettiğim kitabından öğrenmiştim. Bu ilginç eseri size de tavsiye ederim.
Ama bu eseri aklıma düşüren ‘güncel’e gelelim.
Evvela şu: Onunla ilgilenenler giderek çoğalıyor. Geçen yıllara göre çok daha fazla takdir görüyor İbn Haldun. Türkiye’de İslamcı kanatın zaten öteden beri çok sevdiği bir düşünürdü; şimdi adına kurulmuş bir de üniversite var.
İktidar katında da onu sevenler epey çok.
Daha geçen hafta Bilal Erdoğan, mütevelli heyetinde yer aldığı İbn Haldun Üniversitesi’nin kampüsündeki konuşmasında şunları söyledi: “Biz Smith ve Marx ile iktisat öğrenmeye başladık; İbn Haldun ile başlayabilirmişim sonradan fark ediyorum.”
Erdoğan bu konuda haklı. Okumak, öğrenmek lazım. Hem iktisadı da ondan öğrenebilirsiniz neden olmasın? İbn Haldun’un toplumların iktisadi yaşamı üzerine önemli gözlemleri var. Ama onun işinin esası toplumbilim. Toplumların nasıl işlediğini ve nasıl işlemediğini detaylı bir şekilde anlatıyor düşünür.
Nasıl işlemediğinin de ötesinde… Nasıl çöktüğünü de anlatıyor. Devletlerin nasıl kurulduğunu, nasıl yaşadığını ve son anlarını nasıl idrak ettiğini…
Beş aşamalı bir süreç olarak bakıyor buna. Son aşamada israf ve saçılma dönemi var. Savurganlığın, nepotizmin, keyfiyetin, liderlerin halktan uzaklaşmasının ve sefahata düşmelerinin, ağır vergilerin, bu yüzden halkın giderek üretimden yüz çevirmesinin, toplumda birlikte yaşama duygusunun aşınmasının ve nihayet çözülmenin hikâyesini anlatıyor İbn Haldun.
Tunus Dinarı
Köşetaşı eseri ‘Mukaddime’de, kendi geliştirdiği kavram olan ‘asabiyyeti’ de anlatıyor. Şehirbilimci Tarık Şengül Hoca, yıllar evvelki bir yazısında şöyle özetlemiş ‘asabiyyet’i:
“İbn Haldun asabiyyeti bir toplumun birlikte yaşama, üretme ve hareket etme eylemleri çerçevesinde oluşan dinamik bir birlik duygusu ve davranışı olarak tanımlar ve devletlerin yıkılışının en önemli nedenlerinden biri olarak söz konusu toplumun sahip olduğu asabiyyetin zayıflamasını gösterir. Bu eylemlerdeki değişime bağlı olarak, asabiyyet zaman içinde güçlenip zayıflayabilir. (…) Birlikte yaşama duygu ve etkinliğinin bu derece aşındığı, toplumun sınırlı bir kesiminin lüks ve tüketim çılgınlığına, geniş kesimlerinin sefalete sürüklendiği, bütçe açıklarının geniş halk kesimlerinin üzerindeki vergi yükünün ağırlaştırılması ve borçlanmayla çözüldüğü ve yöntemin giderek keyfileşip, otoriterleştiği bir ortamda Mukaddime güncel bir eser olarak okunmayı bekliyor!” [Tarık Şengül, Birgün, 26 Ekim 2010]
***
Yaşama, üretme ve hareket eylemleri çerçevesinde oluşan dinamik bir birlik duygusu ve davranışı…
Kaldı mı bizde?
İşte geçen haftanın gündemi: Kendisini yaşatan doktorlara kıyılabildiği, daha fenası bazı üyelerince bu kıyımın uygun bulunabildiği bir toplumda bu dinamik birlik duygusu ve davranışını arayabilir miyiz?
Son yılların gündemi: Liyakatsizliğe, hesap vermezliğe, hata kabul etmezliğe yol veren bir yönetimle, birlikte yaşama, üretme ve hareket etme hevesine sahip olabilir miyiz?
Bilal Erdoğan haklı. Bir çok şeye İbn Haldun’dan başlanabilir. Mukaddime zaten bir önsözdür, giriştir ve Şengül Hoca’nın da dediği gibi fena halde günceldir.
Keşke iktidardaki herkes okusa.
İşin ‘Game of Thrones’ kısmından kafalarını kaldırırlarsa tabii.
Kaynak: Farklı Bakış