Ortadoğu için General Kasım Süleymani suikastı ile bir ateş çemberine dönüşmesi startı verildi...
Son on yıldır, ateş çemberi olma vasfını taşıyordu, bu vasfını daha uzun süre taşıyacağı anlamına geliyor.
Çatışma derinleşerek devam ediyor.
Emperyalist güçlerin Ortadoğu dizaynını proje bağlamında sürdürdüğü görülüyor.
Unutulmamalı ki uluslararası sistemin kaotik yapısı bir sorunsal alan olarak varlığını sürdürüyor.
Yeni bir düzenin kurulması epey uzun bir zaman dilimini alacağı ön görülmektedir. Ve maalesef çatışma alanı Ortadoğu olarak görülmektedir.
Ön Asya’da da karışıklık olsa da ağırlık Ortadoğu’ya yöneltilmiş durumdadır. Bunun temel sebebi ise İslam’ın varlığını bu topraklarda tarihsel bir sürekliliğe sahip kıldığı gerçeğidir.
Çünkü modern dünyanın potansiyel tek muhatabı sadece İslam’ın oluşturacağı yeni bir dünya görüşü olduğu açıktır. İşte bu yeni dünya görüşünün modernliğin temel kabulleri ile çatışmadan var kılınmasının zemininin oluşturduğu bir kaos ortamını yaşıyoruz. İhtiyar Balıkçı kitabını okuyanlar, ne demek istediğimi bileceklerdir. Ger-bırak politikası ile kullanışlı hale getirmeye çalışma tekniği…
Ortadoğu halkları siyasi bir bütünlük oluşturamazsa iç çatışmalar yoğunlaşarak devam edecektir...
Çözümü ise bütünlüğün oluşumunu sağlayacak bir düşünce zemini ve bu düşünceye mebni edilmiş bir siyasallığın varlık kazanmasıdır. Ama maalesef bütünlük vurgusu bile kendi bakışının meşruluğunu ortaya koymaktan öteye geçmemektedir. Siyasal akıl dumura uğramış durumda…
Bu noktada siyasal bir bütünlük arayışı muhal gibi görünüyor. Sekülerleşme ve modernliğin temel kabulleri üzerinden yeni bir kültür ve toplumsallık inşa edilme isteği aşikar kılınıyor. Bugün İslam dünyasındaki entelektüel camia laikliği, sekülerliği, dinin vicdana geri dönüşünü vesaire tartışıyor. Yani batı, elde etmek istediği şeyi almış görünmektedir…
Ulusal çıkarları bölgesel çıkara dönüştürecek politik bir akıl ve liderliğe ihtiyaç olduğu tartışılmaz...
Bir bütünlüğün oluşması, öncelikle kendi çıkarlarını daha büyük bir çıkar için erteleme iradesine sahip olabilmeye bağlıdır. Yani sadece ben kazanmalıyım düşüncesinden bir adım öteye geçerek hep beraber kazanmalıyız hedefine yönelmek, bütünlüğü sağlamaya matuf zemini kuracaktır.
Ayrıca ayrıştırıcı her söylemin bölgesel zaafa ve emperyalist güce imkân oluşturacağı açıktır.
Ancak bu temel bölgesel gerçekliğin üzerinden ulusal veya etnik mezhebi bir çıkara yönelik söylemsel propaganda da çatışma ve zaafı öne çıkartır. Düşmanı güçlendirir...
Dikkatli bir bakış üzerinden düşünce üretmek ve söz söylemek çok önemlidir...
Dünya sistemi üzerine derin düşünmek şart...
Mevcut konumlar üzerinden tartışmak asıl meseleyi görememeyi sağlar. Zaten her konum bir diğer konum için farklı olacaktır.
Müslüman muhalifinin salt yanlışı üzerinden kendi yanlışına meşruiyet sağlamamalıdır.
Dünya sistemi farklı konumları kendi çıkarı ve gelecekteki hedefleri için kullanmaktan vazgeçmez.
Bu kullanıma imkân tanımamak için sistemin hedeflerini ve beklentilerini doğru analiz etmek esasa taalluk eder...
Post hümanist çağ ve onun gerektirdikleri yenidünya sisteminin üzerine kurulu olduğu değerleri verecektir. Yani modern dönemde olduğu gibi siyah beyaz dost düşman yoktur. Bu yeni durumu gözeterek yorum yapılmalı...
Müslüman aydın taraf tutmalı mı? Eğer taraf tutacaksa kendi ulusal çıkarlarını tutmasından daha makul bir şey olamaz...
Ama taraf tutması gerekmiyorsa; o zaman hem kendi ulusal çıkarlarını hem de başka ulusal çıkarları ümmetin yerine ikame etmemelidir.
Ki Müslüman aydının, ümmetin siyasal olandan bağımsız olarak gerçek anlamda ümmetin varlığını, neliğini, karakterini belirgin kılan ve uluslar arası siyasal güç hesaplaşmalarının dışında kalarak meseleyi doğru analiz etmeye olan ihtiyacı izahtan varestedir.
Belirli bir gücün bazen ümmetin yararına işler yaptığı doğru olsa bile o doğrunun onun ulusal çıkarına veya mezhebi karakterine yarar sağlayıp sağlamadığını de hesaba katmalıyız. Biliyorum bu cümleler, şu an ayağa kalkmış duygular karşısında bir anlam ifade etmeyecek. Ancak yine de doğruların ifade edilmesi bir aydın sorumluluğudur.
O yüzden kızgınlıkla veya kin ve nefretle olup biteni değerlendirmek yerine adalet, hakkaniyet ve insafla değerlendirme yapmak ve başkasının yaptığı üzerinden de üzüntü ve sevince kapılmanın bir anlamının olmadığını bilmek gerekir...
Aklımızı başımıza almalıyız, yarın, Müslüman olma imkânını tamamen kaybedebiliriz, nesillerimiz, Müslüman olmanın zeminini bir daha göremeyebilirler, yapay zeka üzerinden zaten insan zihni ve bedeni esaret altına alınacaktır. Bu şartlarda Müslüman kalabilmenin imkânsızlığını görebilmeliyiz.
Politik tercihlerimizi bu zemin üzerinden yeniden tartışmalıyız. Önceliğimiz, Müslüman kimliğimizi muhafaza etmek mi?
Yoksa ulusal çıkarlarımızın varlığını korumak mı? Ancak şunu da unutmamalıyız ki Müslüman kimliğimizi kaybettiğimiz andan itibaren ulusal çıkarımızı da kaybedeceğimizi hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Kaynak: hertaraf.com