Ey dünyadaşlarım idareciler! Dünya denilen bu küreyekim sizi ve bizi getirdi? Hiç düşündünüz mü? Bir tarihte ateistin birine böyle bir soru yöneltilmişti, ateist: beni dünyaya annem babam getirdi, demişti. Biz de ona: anne baba sebeptir müsebbip değildir. Tabiri caizse anne-baba birer maşadır maşayı kullanan değildir. Eğer bunlar bizatihi özne olsalardı çocuğu olmayan, ya da oğlan isteyip kız doğuran veya tersi olan anne-babalar kendilerine çocuk yaparlardı, kız ve oğlandan istediklerini doğururlardı. Ama doğuramıyorlar. Demek ki, asıl fail anne-baba değil onlar birer sebeptir. Başa dönüp sorularımıza devam edelim:
Bu dünyaya kendi irademizle mi geldik yoksa irademizin dışında biri mi bizi getirdi? Ayrıca her gün birileri ölüyor birileri doğuyor bu neyin nesidir? Bunun sebep ve hikmetini düşündünüz mü? Laboratuvarda sonuca varmak için; niçin? Nasıl? Ne zaman? Ne ile? Benzeri sorular kendimize sorup cevap yetiştirmeden edemiyoruz. Hatta en küçük bir olayla karşılaştığımızda onun nedenini, nasıllığını anlamadan rahat edemiyoruz. Bize ne oluyor ki, en sevdiğimiz yakınlarımızdan veya dostlarımızdan biri ölüp gözümüzden kaybolarak kendi elimizle iki metrelik derin, nemli bir çukura koyuyor üstünü taş, çamur, topraklarla örtüyor sanki, hiçbir şey olmamış gibi rutin halimize dönerek dünyalığa dalıyoruz. Evet, elbette hayat devam edecektir. Ancak başının, dişinin ağrımasına dayanamayıp doktordan doktora baş vurduğun oğlunu, başka bir yakınını kabir denilen çukura gömerken ayak tırnağından saçına kadar vücudunun her tarafına sızan bir merak seni sararak; acaba evladım ne oldu? Nereye gitti? Eğer evladını Müslümanca yetiştirmişsen büyük bir umutla daha güzel daha iyi bir yere gitmiştir diye acıların büyük ölçüde dinecek, bir sevinç, bir kalp huzuru içinde yaşamına devam edeceksin. Şayet evladını ihmal edip İslami bir kimliğe sahip olmadan ölmüşse, denize atılmış bir taş misali unutulmaya terk etme! Hem ihmalini hem onun halini düşünerek seninle beraber yaşayan bir üzüntü ile birlikte kendin ve evladın için Allah’tan affı mağfiret dile! Ola ki, rabbim bizleri de kayıplarımızı da affeder. Allah Resülü ölüleri hiç unutmaz zaman zaman ziyaretlerine giderdi hatta Ayşe validemiz diyor ki: gece uyanır peygamberin yatağında olmadığını görünce telaşlanır dışarı çıkardım, CENNETÜ’L-BAKİ mezarlığını ziyarete gitmiş olduğunu görürdüm. En yakın akrabası da olsa Allah’tan getirdiği ilahi dine inanmamış ise onlar için dua etmezdi. Bir kere amcası Ebu Talip için dua etmek istemişti, bunun üzerine Allah’tan kendisine şu uyarı gelmişti: “(Kafir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah’a) ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır ne de inananlara. (Tevbe 113) Ayrıca İbrahim (A.S.) için şöyle bir rivayet getirilir: Daha önce de İbrahim Peygamber, babasının affı için Allah’a dua edeceğine dair babasına söz vermiş ve Allah’tan onun affını dilemiştir. Fakat babasının Allah düşmanı olduğunu anlayınca dua etmeyi bıraktı, aşağıdaki ayet de bununla ilgilidir: “İbrahim’in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Ne var ki, onun Allah’ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki İbrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlı idi.” (Tevbe/114)
Görülüyor ki, peygamber babası veya evladı da olsa Allah’ın dinine, son vahye ve peygamberine inanmadığı takdirde kafir vasfını alıyor ve Allah’tan hiçbir torpil olmaksızın bunlar öldükten sonra kendileri için rahmet ve istiğfar yapılmasına Allah müsaade etmiyor.
Son ilahi kitap Kur’an-ı Kerim’den kesin olarak şu bilgiyi alıyoruz. Son vahiy olan Kur’an’a ve son peygamber Hz. Muhammed’e inanmayan yani “La ilahe İllallah Muhammedu’n-Rasulullah” Kelime-i Tevhid’i kabullenmeyen Allah katında ve tüm Müslümanların yanında “Kafir” sıfatını alır. Diğer bütün peygamberlere, indirilen kitaplara inanmış olsa dahi son nebi Muhammed (S.A.V.)’e ve son kitap Kur’an-ı Kerim’e inanmadığı takdirde Kur’an ifadesi ile kafir olur. İşte ayet-i kerime: “Ehli kitap ve müşriklerden olan inkarcılar, içinde ebedi olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en şerlileri onlardır.(Beyyine/ 6) Bizlerden biri Hz. Muhammed’e inandığı halde, gelmiş geçmiş peygamberlerden birine mesela İsa aleyhisselam’a veya Musa aleyhisselam’a veya bunlara indirilen Tevrat veya İncil’e inanmadığı takdirde Kur’an’a göre kafir olur. Dolayısıyla Kur’an’a ve son nebi Hz. Muhammed’e inandım demiş olsa dahi Müslüman sayılamaz.
Kur’an ve son peygamber sadece Arapların kitabı ve peygamberi değildir. Kur’an evrensel bir din ve nizam olduğu için bütün alemlere gönderilmiş bir hayat programıdır. Hz. Muhammed (S.A.V.) ise, bu hayat programını yalnız Araplara, Türklere, Kürtlere değil bütün dünya insanlarına tebliğ etmekle görevli ilahi bir uyarıcıdır. İşte ayet: “Mübarek ve yüceler yücesi olan Zat bütün alemlere uyarıcı olsun diye kulu (Muhammed) üzerine Furkan’ı (Kur’an’ı) indirdi.” (Furkan/1) Başka bir ayette: “Biz seni ancak tüm insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Sebe/28) Başka bir İlahi Beyyinede şöyle buyuruyor: “De ki ey insanlar! muhakkak ben sizin hepinize gönderilmiş bir elçiyim. O (Allah) ki göklerin ve yerin otoritesi O’na aittir. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O diriltiyor ve O öldürüyor. O halde Allah’a, ümmi nebisi ve resulüne iman ediniz. O ki, Allah’a ve O’nun sözlerine iman ediyor. (Ey İnsanlar) O’na tabi olun umulur ki doğru yolu bulursunuz. (Araf /158) Allah Resulü bir hadisinde şöyle buyuruyor: “(Benden önce) Her peygamber özel olarak kendi kavmine gönderiliyordu. Ben ise her kızıl ve her siyah derililere gönderildim. Başka bir ayetinde şöyle buyruluyor: “Ben seni (Ey Muhammed) ancak alemlere rahmet olarak gönderdim.” (Enbiya/107) En son olarak Allah’tan gelen dinin bu ümmette doruklaşarak artık bundan sonra Allah’tan bir dinin gönderilemeyeceğini vurgulayan şu ilahi mesaj bütün dünyaya duyurulmuştur: “Bugün sizin için dininizi ikmal ettim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Ve sizin için din olarak İslam’a razı oldum.” (Maide/3)
Bu ilahi mesaj, tahrifata uğramış Yahudilik ve Nasranilik artık semavi olmaktan çıktığı, ve insanlığa maddi ve manevi hidayet yolunu gösterecek nitelikte olmadığı için, Allah’ın din olarak insanlığa razı olduğu, onunla beşeriyete hiçbir eksiklik bırakmadan dinlerini ikmal edeceği ve böylece üzerlerindeki nimetini tamamlayacağı “İSLAM”ı gönderdiğini vurguluyor.
Zaten zamanın değişen şartlarına paralel bir hayatı yaşamak, ortaya çıkan sosyal ihtiyaçlara cevap vermek için böylesine evrensel bir nizam olan “İSLAM”a ihtiyaç vardı. Ayrıca toplumda tevhid unutulmuş yerine şirk murdarlığı yaygınlaşmış, inanç bozukluğu yanında bir de her çeşit zulüm, zina, gasp, hırsızlık, katl-ı kital gibi ahlaki çöküntü alabildiğine revaç kazanmıştı. Dolayısıyla insanlığın hem dünyasını hem de ahiretini tehdit eden bu gayrı insani ve İslami olaylardan beşeriyeti kurtarmak için evrensel ilahi bir hayat programına (Kur’an-ı Kerim’e) ve yukarda zikredilen ayetlerde belirtildiği gibi, bütün insanlığa uyarıcı, müjdeleyici bir resule ihtiyaç vardı.
Maalesef bu gün insanların çoğu hele onları idare eden elit tabakası, makam,mevki ve rütbenin verdiği şımarıklık, ölümü unutma, hele hele yaratıcıya hesap verme düşüncesini defterlerinden silmek suretiyle iyi ile kötüyü, adaletle zulmü, merhametle acımazsızlığı ayırt edemeyecek kadar bir çılgınlık halini yaşıyorlar.
Dünyadaşlarım idareciler! size soruyorum: sizden önceki idareciler de sizin gibi birkaç varil petrol için bombalarıyla, nükleer başlıklı füzeleriyle gözlerine kestirdikleri ülkeleri tarumar edip altını üstüne getirmediler mi? Kadın, yaşlı, çocuk, hasta demeden evlerini üzerlerine yıktılar, gökten yağdırdıkları cehennemî ateşlerle yaktılar. Ülkelerini istila edip yer altı yerüstü zenginliklerini gasp etmekle kalmayıp halkın namusuna tecavuz ettiler. Allah (cc) kitabında bu zalimlerden söz ederken şöyle buyuruyor: “Onlara, yeryüzünde fesat çıkarmayın denildiğinde, biz islahatçılarız derler.
Mahmut Toptaş hocamız bu ayetin yorumunda şu güzel tespitleri yapıyor: İlk insanın imanı tabiatın ilk yaratıldığı gibi tertemizdi. Karalar, denizler ve havalar müminlerin imanı gibi pırıl pırıldı.
Önce imana şirk bulaştırdılar, Allah’ın kanunlarını hiçe sayarak kendilerini ilahlaştırdılar. Ondan sonra tabiata müdahale ederek gönüllerindeki pisliği tabiata akıtmaya başladılar. Rabbimiz: “Ey iman edenler! Müşrikler ancak pisliktir.” (Tevbe/28) buyurur. O tertemiz elbiselerinin içinde kara gözlüklerinin gerisinde tabiatı kirletmek, dünyanın her tarafında anarşi çıkartıp insanların kanını paraya çevirmek, kimyasal silahlar satarak midesini patlatmak için koşan bu hasta adamlar: “Yahu etmeyin, eylemeyin yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın” deseniz, onlar “biz YALTA zırvasında, MALTA zırvasında, Londra zirvesinde insanları ıslah için bir araya geliyoruz.” Diyorlar. Peki ama her zirvenizin sonunda Hama’ da, Halepçe ‘de, Afganistan’da, İran’da, Grenada’da, Azerbeycan’da yüz binlerce insan öldürülüyor.
Rabbimiz bu iki binli yıllarda bizi uyarıyor: “Aman ha! Gözünüzü açın, asıl fesatçılar onlardır, ancak farkında değiller.” (Bakara/12)
Evet bizler Allah’a, son kitabı Kur’an’ın bize yüklediği sorumluluk bağlamında ahirete, yaptığımız iyilik ve kötülüklerden dolayı arada tercüman olmadan direkt Allah’ın huzurunda hesaba çekileceğimize, ya ebedi mutluluk yurdu cennete gideceğimize, ya da dehşet saçan (neuzu billah) azap diyarı cehenneme gideceğimize inanan insanlar olduğumuz için ırkı, rengi, inancı ne olursa olsun herkese karşı şefkatli ve merhametliyiz. İsteriz ki, herkes Allah’a, Kur’ana, son peygamber Hz. Muhammed’e, ahiret gününe, geçirdiği koca bir ömürde yaptığı iyilik ve kötülüklerden hesaba çekileceğine inansın. yarın ölecekmiş gibi, tevhid inancıyla (yani: hiçbir putu, hiçbir kralı, hiçbir siyasi ve dini lideri kutsayarak Allah’a şirk koşmamak), Kur’an’ın öngördüğü güzel ahlakıyla, ibadetlerin baş kısmında yer alan namaz, zekat, oruç ve hac ibadetleri gibi yaptığı kulluk vazifeleriyle yarınki güne (ahiret gününe) hazırlansın ki, hesabı kolaylaşsın dolayısıyla ebedi mutluluk yurdu olan cennete girsin.
O sahnelerden birini, Kur’an’ın açtığı bir pencereden seyredelim:
“Ama kitabı sağ tarafından verilen (sevincinden insanlara hitaben): alın kitabımı okuyun! Şüphesiz ben (dünyada iken bu gün) hesabımla karşılaşacağımı kesin bilmiş (inanmıştım). Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette hoşnut kalacağı bir hayat içindedir. (Onlara denir ki): Geçmiş günlerde işledikleriniz (iyi amellerinize) karşılık afiyetle yiyin için. Kitabı sol tarafından verilene gelince, O: keşke der, bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi! Malım bana hiç fayda sağlamadı. Saltanatım da benden (koptu), yok olup gitti. (Böyle Kimse hakkında cehennemin bekçilerine şu emir veriliyor: onu yakalayın da (ellerini boynuna) bağlayın. Sonra alevli ateşe atın onu! Sonra da onu yetmiş arşın zincir içinde oraya sokun! Çünkü o, ulu Allah’a iman etmezdi. Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi. Bu sebeple, bugün burada onun candan bir dostu yoktur. Ancak günahkarların yediği kanlı irinden başkası değildir.” (Hakka/19-36)
Biz bu yazımızla hidayeti bulamamış insanları Allah’ın son kitabı Kur’an’a göre; inanç, ibadet, ahlak, ticaret, hukuk vs. sosyal hayatın bütün sahalarında hayatlarını düzenlemelerine çağırırken özellikle egemen olan idareci sınıfını, tebaasıyla birlikte dünyada huzurlu ve nurlu bir hayat, ahirette de selam ve saadet yurdu olan cennette ebedi hayatlarını yaşamaları için Allah’a ve O’nun dinine davet ediyoruz. Zira hakikat payı olan bir güzel sözde denildiği üzere: “İnsanlar idarecilerinin dini üzerindedirler.” İdarecileri kötü huylu, şerre meyilli olursa halkın geneli bunlardan güç alarak, ister istemez bunların bu ahlaki olmayan davranışlarını taklide yeltenirler. Şayet idarecileri, dindar imanlı olursa halk ta pey der pey onların bu yaşantılarından ruhen etkilenir, kendilerini onlara uydurmaya çalışırlar. Ayrıca bu dindar idareciler dinin önünü açarak eğitim yuvalarında gereken dini bilgileri verdikleri gibi her oturum ve meclislerde dini sohbetler tertiplenir, cami kürsülerinde, okulda yazı tahtaları önünde kültürel bilgilerle, dini tebliğler iç içe anlatma imkanını elde etmiş olurlar. Cami ile okul birbirine düşmanmış gibi bir anlayış atmosferini vücuda getirme yerine iki müessese de aynı kaynaktan geldiği için ikiz kardeşler gibi birbirlerini tamamlar, dünya ve ahiret hayatını paralel şekilde mamur ve mutlu ederler. Bunun örneğini kendim müşahede etmişim: Bir zamanlar olmuş namazsız, inançsız idareciler döneminde Kur’an okumak yasaklanmış, yırtılıp çöpe atılmıştı, Allah Allah diyen hapse atılıyor, işkenceler görüyordu. Başka bir zaman oldu, ılımlı, halkının dini duygularına karşı müsamahalı, ezanın tekrar Arapça okunmasına, Kur’an’ın artık evlerde, şurada burada okunmasına serbestiyet tanıyan idareciler sayesinde daha önce Müslüman olduklarını söylemekten korkanlar, şimdi din hizmetlerine, imam hatip okullarının açılmasına Kur’an eğitimi için büyük bir ilgi ile gayret eden Müslümanların sayısı çoğalmaya başladı. İşte bunun için dünya devlet liderlerinin Müslümanlığı kabul etmeleri sayesinde halkından bir çok insanların hidayeti bulmalarına sebep olacaktır. Hem kendilerini hem tebaasının ebedi hayatlarının kurtulmasına vesile olacaklardır. Allah Rasulu (S.A.V.) zaman zaman kabile reislerine, devlet liderlerine, İslam’a davet mektupları gönderirdi. Mektubun sonunda şu uyarıyı yapardı: İslam’ı kabul etmezseniz halkınızın da vebalini üstlenirsiniz, diye uyarırdı. Maalesef bugün emri bil maruf, nehyi anil münker müessessesi tamamen ilga edilmiş, idarecileri İslam’a davet neredeyse bir suç addedilmişti. Demokrasi bahanesiyle değil dünya liderlerini İslam’ı kabule davet etmek, aile içinde bile aile bireylerine İslam’ı anlatmak, İslami bir şahsiyet kazandırmaya çalışmak demokrasi engeline takılıyor. Sanki demokrasi putu iyiliği, kötülüğü, hak ve hukuku belirleyen bir dinmiş gibi bütün dünyaca kabul görmüştür.
Evet kısık ve kısır sesimle bu yazımda bütün dünya devlet ve idareci dünyadaşlarıma sesleniyorum: “Ey idareciler! Ahirette vebaliniz çok büyük olacaktır. Sosyalizm, komünizm, liberalizm, Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi bir çok muharref beşeri dini denediniz. Dünya huzurunu, mutluğunu, güven ve adaleti sağlayamadığınız, mustazafların göz yaşlarını, mağdur ve mazlumların hasret ve üzüntülerini dindirmediğiniz gibi, ahiretinizi de berbat ve berhava ettiniz. Ebedi hayatınızı mahvettiniz, hesap gününde tebaanızla yapacağınız tartışmaya bir kulak veriniz. İşte ayetler: (İdarecilerle idare edilenler) Hepsi birden Allah’ın huzuruna çıkacaklar. Mustazaf halk kitlesi büyüklenen (idareciler) dediler (diyecekler): Biz (dünyada) şüphesiz ki size tabii idik. Allah’ın azabında bir şey (olsun bugün onu) bizden savar mısınız? (idareciler) dediler: Eğer Allah bizi hidayet etseydi, biz de sizi hidayet ederdik. Sızlansak ta sabretsek de bize göre değişen bir şey yok. Bize hiçbir sığınacak yer yok. Artık iş bitince, şeytan şöyle diyecek : Şüphesiz Allah size gerçek bir vaatte bulundu. Ben de size vaad ettim ama ben size vaadimde bulunmadım. Üzerinizde benim bir otoritem de yoktur, ancak sizi davet ettim. Siz de davetime icabet ettiniz. Beni kınamayın, kendi kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarırım, ne de siz beni. Kuşkusuz ben daha önce beni (Allah’a) ortak koştuğunuzu da reddediyorum. Şüphesiz zalimler için acıklı bir azap vardır. (İbrahim/21-22)
“Zulmedenler (ahirette) Rabbleri huzurunda tutuklu olduklarında bir görseydin! Birbirlerine karşı laf atarlar, zayıf ve güçsüz bırakılanlar, büyüklenen (idarecilere) derler: Eğer siz olmasaydınız, mutlaka biz inanacaktık. Büyüklenenler: zayıf düşürülmüş halka (şöyle) dedile (diyecekler) : Size geldikten sonra hidayet (Kur’an ve İslam)’dan biz mi sizi alıkoyduk, esasen sizler suçlu idiniz. Zayıf düşürülen halk, büyüklenenlere dediler: Hayır, gece-gündüz hile kurardınız. Çünkü, siz bize Allah’ı inkar ve O’na eşler koşmayı emrederdiniz. (Yaratıcının emir ve yasaklarını rededer, temsilciliğini yaptığınız beşeri sistemlere bizi davet eder, Allah’a eş koşardınız.) Onlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını içine atarak gizlediler. Küfredenlerin boyunlarına bukağılar taktık amel ettiklerinin karşılığından başkasıyla mı cezalandırılacaktır.” (Sebe/31-34)
Evet, daha bunlar gibi büyüklenenlerle, zayıf kılınmış halklar arasındaki dehşet saçan karşılıklı diyalogları sahnelendiren nice ayetler…
Selam hidayete tabi olan insanlara olsun.