Hollanda’ya gelmeden önce haberlerde bir Türk kızının demokrasi üzerine kitap yazdığını ve bu kitap vesilesiyle Hollanda başbakanı Rutte’nin yazarını davet edip kendisiyle konuştuğunu duymuştum. Geçen hafta sonu bir arkadaş ziyaretinde yeniden bu kitap ve yazarı gündeme geldi. Dilara Bilgiç 18 yaşında bir Türk kızı ve lisede yaptığı bir ödevi kitap projesine çeviriyor. Kitabının adı: Karakutu Demokrasisi (De Black Box Democratie). 112 sayfalık kitap Hollanda demokrasisinin sorunlarını ele alıyor ve çözümler öneriyor. Adından anlaşılacağı üzere kitabın temel fikri “karakutu düşüncesi”ne dayanıyor. Matthew Syed tarafından geliştirilen bu düşünce, yanlışlardan doğrulara ulaşmayı ve başarıyı yakalamayı hedefliyor. Nasıl uçak kazalarında karakutu, yapılan hataları anlamak ve buradan hareketle sorunlara çözüm bulmayı amaçlıyorsa, Bilgiç de kitabında yapılan hataları tespit ediyor ve çözüm önerilerinde bulunuyor.
Demokrasi konusunda yapılan çalışmalar ve araştırmalar iki konu üzerinde yoğunlaşıyor. Bir kısım çalışmalar oldukça teorik ve demokrasiyi teorik temelleriyle tartışıyor. Bu noktada demokrasinin dayandığı temeller kadar kurumsal yapıları da ele alınıyor ve iyi bir demokrasinin nasıl oluşturulacağı konuşuluyor. Bu çalışmalarda şüphesiz demokrasi konusundaki normatif fikirler ve yargılar belirleyici bir rol oynuyor. Bir kısım çalışmalar ise, daha çok sosyolojik bir karakter taşıyor ve demokrasinin pratik sorunlarına odaklanıyor. Demokrasi, pratikte nasıl işliyor ve hangi sorunlar ortaya çıkıyor? Bu sorunlar nasıl çözülebilir? Dilara Bilgiç’in çalışması bu ikinci gruba giriyor. Hollanda demokrasisine arız olan sorunları ele alıyor ve çözümler öneriyor. Ben, Dilara’nın kitaptaki teşhis ve önerilerinden ziyade cesaretli tutumunu ve kendisine bu konuyu sorun edinmesini önemli buluyorum. İçeriksel olarak pek fazla bir şey söylemek istemiyorum, zira kitabı henüz okumadım.
Bu yazımda dünyadaki demokrasisinin hallerine ışık tutan The Economist gazetesinin kardeş kuruluşu olan The Economist Intelligence Unit’in çalışmasına değinmek istiyorum. Bu kuruluş dünya ülkelerindeki demokrasinin bir haritasını çıkartmış ve ülkeleri demokratik rejim ve tutumlarına göre incelemiştir. “Democracy Index 2020” adlı raporunda kuruluş dört tip rejimden bahsediyor: Olgun demokrasiler, kusurlu demokrasiler, melez rejimler ve otoriter rejimler. Bu sınıflandırmaya göre dünyada 23 ülkede olgun bir demokrasi, 52 ülkede kusurlu bir demokrasi, 35 ülkede melez bir rejim ve 57 ülkede otoriter bir rejim bulunuyor. Bir başka deyişle olgun demokrasiler yüzde 8,4 ile azınlığı oluşturuyor. Demokrasilerin çoğu (yüzde 41) ise kusurludur. Dünya haritasına bir göz atacak olursak demokrasiler (olgun veya kusurlu olsun) Avrupa ve Amerika kıtasında yer alıyorlar. Otoriter ve melez rejimler ise Afrika, Ortadoğu ve Asya’da yoğunlaşmış durumdadırlar. Bu tablo, dünyanın sosyal ve ekonomik gelişme düzeyleriyle demokrasinin kesiştiğini de gösteriyor. Gelişmiş ülkelerde demokrasi, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ise otoriter ve melez rejimler görülüyor.
Daha özel bir değerlendirme yapacak olursak, dünyada en gelişmiş demokrasiyi 8 ülke temsil ediyor: Norveç, İzlanda, İsveç, Yeni Zelanda, Kanada, Finlandiya, Danimarka ve İrlanda. Hollanda, hemen bu ülkelerinden ardından 9. sırada gelişmiş demokrasiler listesi içinde yer alıyor. Türkiye ise, Bangladeş ve El Salvador gibi ülkelerle birlikte melez rejim kategorisine yerleştirilmiştir. Melez rejimlerin karakteristik özelliği, seçimlerde, genellikle hem özgür hem de adil olmalarını engelleyen önemli usulsüzlüklerin olmasıdır. Hükümetin muhalefet partileri ve adayları üzerindeki baskısı yaygındır. Siyasi kültürde, hükümetin işleyişinde ve siyasi katılımda ciddi zayıflıklar kusurlu demokrasilerden daha yaygındır. Yolsuzluk yaygın olma eğilimindedir ve hukukun üstünlüğü zayıftır. Sivil toplum da zayıf olup gazeteciler üzerinde taciz ve baskı tipik bir durumdur. Ayrıca yargı da bağımsız değildir.
Demokrasi endeksi oluştururken 5 gösterge esas alınmıştır:
Bir önceki yıla kıyasla olgun demokrasiye sahip ülke sayısı 22’den 23’e çıkarken, kusurlu demokrasiye sahip ülke sayısı 2 ülke azalarak 54’den 52’ye gerilemiştir. Otoriter rejime sahip ülke sayısı 54’den 57’ye yükselmiştir. Melez ülkelere gelince, bu ülkelerin sayısı 35’ten 37’ye çıkmıştır. Bu veriler son bir yıl içinde dünyada demokrasilerde bir gerileme olduğunu ve otoriterleşmenin arttığını göstermektedir.
Raporda Türkiye ile ilgili olarak şu değerlendirmeye yer verilmektedir: “Türkiye, 2019’da 110. sırada olan dünya sıralamasında, toplam puanındaki önemli artışın ardından 104. sıraya yükselirken, bölgedeki sıralamasında en büyük sıçramayı kaydetmiştir. İyileştirme geniş temelli. Seçim süreci ve çoğulculuk puanı, ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’nin kamuoyu yoklamalarında gösterdiği performans nedeniyle 2019’da 3,08’den 3,50’ye yükselmiştir. 2019 yerel seçimlerinde CHP güçlü bir performans göstermiştir. Anket verileri, vatandaşların gösterilere katılma istekliliğinin ve siyasi partilere olan güvenin arttığını göstermektedir. Ancak, sivil özgürlükler Türkiye için sadece 2.35 puan önemli bir farkla Batı Avrupa’nın en düşük seviyesi olmaya devam ediyor ve ülke bölgedeki tek “melez rejim” olarak karşımıza çıkmaktadır.”
Doğal olarak Türkiye elitlerine şunu sormak gerekiyor: Olgun ve kusurlu da olsa demokratik rejimler arasında yer almak varken, nasıl oldu da melez ülkeler sıralaması içinde bir yere düştük?
Bu soruya cevap vermesi gerekenler hemen Türkiye karşısında Batılıların ön yargılı olduklarını ve Türkiye’yi bilinçli bir biçimde böyle gösterdiklerini iddia edeceklerdir. Hatta bazıları daha ileri gidip sırf Türkiye’yi kötü göstermek için bu çalışmanın yapıldığını bile iddia edeceklerdir. İşte, sorun da tam bu noktada düğümleniyor. Dış dünya Türkiye’yi çekemiyor! Sanırım yöneticilerin ilk önce bu sanrıdan kurtulması ve kendilerini gözden geçirmeleri gerekiyor.
Kaynak: Farklı Bakış