Dünyanın içinde bulunduğu sıkıntılarla ilgili yapılan tespitlerin çoğu aslında aynı kapıya çıkıyor. Birçok ezilen taraf sorunların kaynağı hakkında aşağı-yukarı aynı şeyleri düşünüyor.
Bu ittifaka rağmen neden başımız bir türlü dertten kurtulmuyor diye kendi kendimize sorduğumuzda ise şu sonuca ulaşıyoruz; herkes tartışmasız sorunların çözümünde kendi yol haritasını dayatıyor. Yani sorun tespitte değil, onlara neşter vurulmasında ortaya çıkıyor. Ortak bir noktada buluşulamadığı için de sıkıntılar gün geçtikçe büyüyor ve vücuttaki ur zaman ilerledikçe bünyenin tamamına sirayet etmeye başlıyor.
Bazen problemlerin yüzümüze tokat gibi çarptığına şahit oluyoruz. İlk anda bir afallama yaşıyoruz ama kısa bir süre sonra eski tas eski hamam haline geri dönüyoruz.
Bu şartlar altında Trump´ın açıklamaları bile akılları başlara getirmiyor.
Aslında dünyanın Trump´a teşekkür etmesi lazım. Trump kanaatlerini öylesine açık bir şekilde dile getiriyor ki, ilkokuldaki çocuğa bile Amerika´nın dış siyaset stratejisini anlatacak şekilde bilgiler vermiş oluyor. Yoruma ihtiyaç bırakmıyor. Net olarak hedeflerini ortaya koyuyor. Para diyor, silah diyor, İsrail´in güvenliği diyor, benim siyasetimi belirlememdeki tek kriter çıkarlarımdır diyor. Adaletmiş, haklarmış, özgürlüklermiş, hukukmuş bana ne bunlardan diyerek varsa yoksa kendi çıkarlarını korumaktan başka bir şey düşünmediğini açıkça ilan ediyor. Acı olan ise bütün bunları herkesin gözlerinin içine bakarak hiçbir endişe belirtisi yaşamadan söylüyor. Birçok muhatabı ?aman bana bulaşmasın da ne hali varsa görsün´ der gibi bir mantıkla hareket ediyor. Aslında hâl diliyle aklınızı başınıza getirmek için daha ne yapmamı bekliyorsunuz demek istiyor.
Trump tweetlerle ülke yönettiği için elçilerin, diplomatların, bakanların hiçbir şey yapmasına gerek kalmıyor. Trump´ın tweetleri ulaşması gereken yere zaman kaybına uğramadan doğrudan gidiyor. Bürokratlara kalan da Trump´ın arkasını toplamakla birlikte yeni duruma göre kâğıt üzerindeki işleri takip etmek düşüyor.
Bütün bu olanlarla birlikte dünya her geçen gün daha yaşanamaz bir noktaya doğru hızla gidiyor. Bu psikolojik ortam insanların çoğunda iki ihtiyacı öne çıkarıyor; birincisi güvenlik, diğeri ise hayatını idame ettirecek şekilde gıdaya ulaşım. Yani insani yaşam koşulları, fikir hürriyeti, özgürlükler, geleceğe dönük pozitif öngörüler gibi birçok konu olmasalar da olur noktasına doğru zoraki bir yolculuğa çıkıyor. Yani insanların öncelikleri sert bir şekilde değişiyor. Tartışmaların merkezine başta güvenlik ve gıda temini oturuyor.
Bu anlayış aslında savaşlara iadeli taahhütlü davetiye çıkarmış oluyor.
Peki, bu kısır döngüden nasıl kurtulacağız?
Öncelikle şunu ifade edelim ki, can ve günlük gıdaya ulaşım korkusunun olduğu yerde diğer özgürlük taleplerinin bir anlamı kalmaz. Özgürlüklerin kâmil manada olmadığı bir yer de yaşanabilir olmaktan çıkar. Asgari düzeyde etik değerlerin belirleyici olmadığı bir ortam, altta kalanın canı çıksın anlayışına daha fazla teslim olur. Bu da felaketlerin, çatışmaların, kargaşaların, savaşların bütün dünyayı kuşatmaya devam etmesi sonucunu getirir.
En başta atılması gereken adım, sorunları bir an önce ortadan kaldıracak yol haritalarını birlikte hayata geçirebilmektir. Küresel güçlerin müdahil edildiği her alan kısa veya uzun vadede çıkar çatışmalarının merkezine dönüşüyor. Bunu engellemek mümkün. Zararları asgariye indirmek hedefteki ülkelerin ellerinde. Kim ki emperyalistlerle birlikte sorunların çözüleceği gibi bir yanlış inanca teslim olursa geleceğini kendi elleriyle tehlikeye atıyor demektir.