Dünyanın hiçbir yerinde insanlar keyfi sebeplerle göç etmiyor, ister iç isterse dış göç olsun göçün arkasında birçok sebep olabiliyor.
Türkiye de dahil dünyanın hiçbir ülkesinin anlık yoğun ve düzensiz göçleri kaldırabilecek gücü yok. Sel gibi kapılara yığılan kitleler içeride ister istemez probleme sebep olacaktır. Bu nedenle bu tür problemler karşısında devlet kurumlarının zamanında oluşturulması ve birçok farklı senaryoya göre hazırlıklı olması gerekir.
***
Ben, 70’li yıllarda büyük şehirlere göçen bir ailenin çocuğu olarak; susuz, elektriksiz, kanalizasyonsuz, asfaltsız bir mahallede büyüdüm. Saydıklarımın hepsi sonradan yavaş yavaş geldi. Oturduğum mahalle Ulus’a 7, Kızılay’a 9 km mesafede idi. Bazı geceler yüksek tepelerden Anıtkabir’i ve merkez Ankara’nın ışıltılarını hayranlıkla seyrederdim.
Hatırladığım kadarı ile o günün Ankaralı beyefendileri bizim gibi gecekondu sakinlerinden hiç hazzetmezlerdi. Seçim zamanları dışında da pek arayıp soranımız olmazdı. Halimiz köylüden hallice idi. Sütü komşudan, yumurtayı kümesinizdeki tavuktan almak sıradan durumlardı. Herkesin bahçesinde bir iki meyve ağacı ve sebze bahçesi de mutlaka olurdu.
Rahmetli Sato dayıma bir Ankara dönüşü memlekettekiler “Hele anlat bakalım bu Ankara dedikleri nasıl bir yer?” diye sorduklarında; o da -asıl Ankara’yı hiç görmediği için- haklı olarak “Ula Ankara dedikleri bizim köy gibi üç beş yer, başka da bir şey yok!” demiş.
80’li yıllarda Halepçe Katliamından kaçan Peşmergeler geldiğinde bugünküne benzer bir tablo oluşmuştu. Sayıları az bile olsa toplum onları hazmetmekte zorlanmıştı.
Peşmerge göçlerinin yerini bir süre sonra “köy boşaltmalar” aldı. Dönemin siyasilerin deyimi ile terörü bitirmek için balık tutmak yerine denizi kurutmak adına yüzbinlerce vatandaşımız yerlerinden edilmiş ve şehirlere rasgele indirilerek ne haliniz varsa görün denilmişti.
O gün de bugünkü gibi ciddi bir göç idaremizin olmayışı binlerce insanın şehirlere yığılmasına ve inşaatlarda, orada burada karın tokluğuna yatacak bir köşe karşılığında çalışmasına yol açmıştı. Bu ortamda emek piyasası çökmüş, eskiler için ciddi bir krize dönüşmüştü. Şehirliler ilk gelenleri, 70 ve 80’lerde gelenler ise yeni gelenleri bir sorun olarak görmüştü.
Gelenlerin içinde pek çokları hayatlarında para ile yapılan çok az şey görmüştü. Hayatları boyunca gündelik hayatlarında parayı hiç kullanmamış insanlar bakkaldan ekmek, peynir alabilmek, karınlarını doyurabilmek, bir yerden bir yere gidebilmek için otobüse, dolmuşa para vermek, ev kirası, elektrik, su faturası ödemek vb. şeylerle ilk kez karşılaşmışlardı.
Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Adana, Bursa ve pek çok yerde Kürt mahalleleri doğdu. Yıllardır sadece haber bültenlerinde terör vesilesi adı duyulan Kürtler artık burnumuzun dibine kadar gelivermişlerdi. Çok ciddi uyum sorunları yaşandı. Bugünkü mülteci karşıtlığının bir benzeri o gün bu insanlara karşı hoyratça kendisini göstermişti. Bugün Suriyeliler için söylenen “çok doğuruyorlar, yakında bizi geçecekler” söylemi aynen onlar içinde kullanılmıştı.
İstanbul’a ilk gelişimde (1998) bindiğim bir otobüsün arka kapısının basamaklarına sıkışmış 4-5 genç kendi aralarında fısıltı ile Kürtçe konuştukları için atıldıklarında hemen hiç kimse tepki vermemiş ve atanlara kahraman muamelesi yapılmıştı. Halbuki Taksim’den inen araçta Avrupalı turistler yüksek sesle kakara kikiri yapıyorlardı kendi dillerinde.
Bugün, bir zamanlar ayrımcılığı en derinden yaşayan bazı Kürtlerin, Alevilerin, dindarların dün kendilerini benzer argümanlarla dışlayan ve yok sayanlarla birlikte mültecilere karşı ortak bir söylem kullanmaları -her ne kadar ekonomik şartların etkisi fazla da olsa- kaderin garip bir cilvesi olmalı.
Sürecin buralara kadar gelmesinde elbette hükümetin de sorumlulukları var. Hükümetin göçü idare edemediği, doğru düzgün bir göçmen politikası belirleyemediği, mültecilerle ilgili yanlış bilinenleri düzeltmek için gerekli gayreti göster(e)mediği ve de bugünkü ekonomik krizde belki de en az payı olan mültecilerin sanki asıl sorumluymuş gibi sunulmasına ses çıkarmadığı gibi eleştirilecek birçok husus var.
Ancak, 10 yıldır sürekli yalandan beslenen ve toplumun hassasiyetlerini her fırsatta istismar eden ve ekonomik krizle birlikte vicdansızca mültecileri ülkedeki her sorunun ana kaynağı imiş gibi gören ve gösteren bazı muhalefet odaklarının günahı çok ama çok daha fazla.
Söylenecek çok şey var ama biz konuşup, yazarken olan masum insanlara oluyor. Yükselen mülteci karşıtlığı pek çok bölgede mülteci çocuklarına şiddete kadar varmış durumda. Birileri sosyal medyada av partileri düzenlerken, itidal çağrıları maalesef hainlik olarak görülüyor.
Dünün ötekileştirilenlerine sormak lazım; öyle ya da böyle mülteciler gittiğinde sıranın size gelmeyeceğini nereden biliyorsunuz?