“Moda herkesi etkisi altına alıyor” mu diyelim? “Uydum kalabalığa” frekansı çok takip ve beğeni alıyor mu diyelim? Pek bilemedim, biraz da kararsız kaldım. Ancak kitlelerin psikolojisini bir o yana, bir bu yana dalgalandıran temel faktör siyasi liderlerin ve kanaat önderlerinin sergilediği tutarsız hareketler, pragmatik hesaplar ve eklektik duygular oluyor genelde. Kimlik yani aidiyet sorunu yaşanıyor dahası kimlik krizi derinleşip yaygınlaşıyor.
Fert ve toplum yoğun medyatik kuşatmayla konjonktürel ihtiyaçlara göre militan laiklikten muhafazakâr demokratlığa, dindar-mütedeyyin hayat tarzından fanatik ulusal amigoluğa değin çok geniş ve birbiriyle alakasız kimliklere savruluyor. Resmi ideolojinin endoktrinasyon merkezleri gibi işleyip öğrencilerle birlikte anne-babalarını da sürecin edilgen bir parçası yapan eğitim kurumları eski terbiye gücünde olmasa da biraz yumuşayıp, biraz söylem değiştirerek toplumu egemen kültürün bir parçası kılabiliyor hâlâ. Çok kültürlülük değil çok kimliklilik hatta kimlik karmaşası yaşanmasının sebebi de büyük oranda bu.
Resmi Tarih Kutsaması
Sadece tarihle değil asıl olarak hakikatle yüzleşmekten korkuyoruz. Baksanıza devlet erkânı tarafından tertiplenen 23 Nisan törenleri sanki ilkokulların müsamere programlarından kopyalanıp alınmış gibi. Koca koca adamlar resmi ideolojinin çarpık anlatılarını, Tek Parti ve Tek Adam kültünü temsil eden sembol ve törenlerini büyük bir ciddiyetle Ankara’dan ülkenin en ücra köşelerine kadar taşımaya ahdetmişler.
İşgale karşı direnen bir toplumun irade ve değerlerini inkâr eden, Tek Adam ve Ulu Önder kültü etrafında oligarşik ve despotik bir idareyi Cumhuriyet diye pazarlayan resmi tarihin müşterisi olmak için yarışan ne çok aday varmış! Neden bu klişe duygular ve köksüz davranışlarla birlik ve beraberlik sağlanamayacağını, modern ve seküler olsa bile bu tip törenlerin İslam’ı kamusal hayattan silip atmak üzere uydurulmuş totemist geleneğin bir devamı olduğunu itiraf ve ifşa edemiyoruz? Hayır, “tarihle barışmak” veya “devletle kavga etmemek” diye tavsiye edilen ve sonu bataklık olan bu yanlış yolda ilerlemek akıl kârı değil.
İşte dün hep birlikte gördük. Diğer zamanlarda da doğru ve faydalı değildi ancak Corona Virüs tehdidinin dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde Anıtkabir’e koşup saygı duruşunda bulunan devlet erkânı yanlışı ve zararı çift yönlü katmerleştirmiştir. Cemaat ve Cuma namazlarının ertelendiği, Hacc ve Umre ziyaretlerinin durdurulduğu, Kâbe’de tavafın yasaklandığı bir vasatta “Anıtkabir törenlerinin ve Atatürk’e sadakat bildirmenin kazası olmaz” deniliyor. Pes vallahi. Neden Irak ve İran’da türbeleri yalayıp öpmek için kuyruğa giren fanatik Şiileri, Ağlama Duvarı önünde ve meydanlarda birbirinin yüzüne öksüren Ortodoks Yahudileri kınayıp ayıplıyoruz ki. Daha bilimsel ve çağdaş bağnazlık örneğinin kesintisiz bir biçimde Anıtkabir merkezli olarak sergilendiğinden habersiz miyiz?
Anıtkabir’in hürmetine, Ulu Önder’in kerametine güvenerek Corona Virüs’ten ötürü uygulanması gereken sosyal mesafe kuralını hiçe sayan devlet erkânı işlenen yanlış, çarpık ve zararlı teamüllere bir yenisini daha ekleyerek tarif edilmez bir kötü çığır açmışlardır. Resmi ideolojiyi kutsamanın sonucu onun teamüllerine de razı olmaktır nihayet.
Edebiyatını Yapmayalım, Ramazan’ı Yaşayalım
Bir gün önce Atatürkçülük yapıp ertesi gün Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.) Ramazan ayına, oruç ve infak, namaz ve yetimi-yoksulu korumak, takva ve ihsan üzerine yaptığı tavsiyeleri paylaşmak hiçbir şey değilse riyakârlıktır. Bir gün önce İslam’ı kamusal hayattan silmek üzere Takrir-i Sükun’dan başlayıp İstiklal Mahkemeleri, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi gibi türlü zorbalıklara imza atmış bir Ulu Önder’i özlemle, sevgiyle anıp, ertesi gün Hz. Muhammed Mustafa’nın âlemlere rahmet olarak gönderilişi, Ramazan ayının bereketi ve fazileti üzerine nutuk çekmek dürüstlük, tutarlılık ve samimiyet olmaz.
Tevhid ve şirk, iman ve küfür, adalet ve zulüm, ıslah ve ifsad birbirinin tamamen zıddıdır ve telifi asla mümkün olamaz. Ramazan’ı bir rahmet iklimi olarak yaşamak ve yaşatmaya talipsek, kimseye küfür ve hakaret etmeden, toplumu kargaşaya sürüklemeden sarih bir biçimde Allah ve Resulü tarafından çizilen hudutları, helali ve haramı yaşayıp anlatma mecburiyetindeyiz. Bedenin orucu gibi kalbin, dilin, gözün ve davranışların da orucu esastır. Dilleri ve gözleri haram olanlardan, şirk olanlardan, küfre ve zulme hizmet sayılanlardan arındırmadan orucumuzun Allah’ın rızasına uygun olduğunu söyleyemeyiz.
Bizim zamanımızda oruç şöyleydi-böyleydi edebiyatı, Osmanlı’da Ramazanlar nostaljisi, kriterlerini çağımıza taşımadığımız Asr-ı Saadet anlatıları ne takvamızı artırır ne de bireysel ve toplumsal dönüşüme hizmet eder. Şartlara göre iman, müsaade edildiği kadar takva, modayla uyumlu dini hayat, resmi ideolojiyle çatışmayan itikat ve cihad olmaz, olamaz. Ramazan bizim için daha çok anlayarak ve hayatımıza taşımak üzere Kur’an-ı Kerim okuma ayı olmalıdır. İyi bir Siyer kitabını ailemizle beraber okumak için seferber olalım, Hz. Muhammed Mustafa’nın eminliği, adaleti, cömertliği, cesareti, merhameti bizim de karakterimiz, davranış modelimiz olsun inşallah.
Bugünler değil bu hayat ve bu dünya geçecek, hiç istemesek de ölüm hepimizi kuşatacak, dehşet verici bir biçimde kıyamet mutlaka kopacak ve hep birlikte mahşerde buluşacağız. Mahşerde mahcup olacaklar zümresine değil de müjdelenenler zümresine dâhil olmak için bu dünyada kimlerle olduğumuza, hangi istikamet ve işler üzerinde olduğumuza son derece dikkat edelim inşallah.
Ramazan’ımız mübarek, oruç ve namazlarımız, infak ve ihsanlarımız makbul olsun.