Tarih: 14.05.2018 23:46

DR. ALİ AĞCAKULU: CEMAAT CUNTALARI VE ADİL ÖKSÜZ VAKASI

Facebook Twitter Linked-in

Cemaat Cuntaları

Hadiseyi anlamak için tarihi arka zemine bakmak gerekir. Bunun için 15-20 yıl kadar geriye gidip, o dönemin olayları analiz edilmelidir. O yıllarda ve sonrasında Türkiye´de sıkça sorulan sorulardan biri de Fethullah Gülen´den sonra Cemaatinin akıbetinin ne olacağı idi. Gülen Cemaatini, Gülen´den sonra kim veya kimler yönetecekti? Cemaatin milyarlarca dolarlık malvarlığına kimler hükmedecekti? Fethullah Gülen 60´ını aşmıştı. Yaşlıydı, kronik hastalıkları vardı ve her an her şey olabilirdi. Onun mirasına kim veya kimler varis olacaktı? Bu ve bunun gibi sorular daha çok Cemaatin dışından gelse bile, Cemaat içinden bu konu hakkında düşünen kimselerin olmadığını düşünmek fazlaca saflık olur.

Gülen Cemaati içinde değişik zamanlarda farklı cunta yapılanmaları hep olmuştur. Cemaatte ilk cunta ne zaman kuruldu bilmiyorum ama ilk ciddi olanlardan biri, başını Latif Erdoğan´ın çektiği Çamlıca merkezli bir yapılanma idi. 2000´li yıllarda Çamlıca´da yaşayan Şeyh Cemaleddin Efendi adındaki şeyhin etrafında toplanan bir grup Cemaat ağabeyi, elbette arka planda Latif Erdoğan, Şeyh Efendi´nin Hocaefendi´den sonra gelen Zat olduğunu iddia edip, Gülen´i vazifeden el çektirmeye kalkıştılar. Onlara göre Hocaefendi´nin misyonu bitmişti. O şimdiye kadar güzel işler yapmıştı ama, artık bir çeşit inzivaya çekilip, bayrağı Şeyh Efendi´ye teslim etmenin zamanı gelmişti. Gülen Cemaati gibi maneviyat yönü ağır basan bir Cemaati, Hocaefendi´den sonra ancak bir Şeyh idare edebilirdi. Zira Cemaatin başka birine uyup, onun taleplerini dinlemesi mümkün gözükmüyordu. Son derece akıllıca düşünülmüştü ama bu cuntanın Cemaat üzerinde çok da etkili olduğu söylenemez. Çamlıca Cuntası mensupları kısa süre sonra Cemaatten ayrılıp, kendilerine Cemaat dışında farklı bir yol çizmişlerdi.

İkinci büyük cunta oluşumu Ankara merkezli idi. Ankara Cuntası´nın başını ilahiyat profesörü Kemaleddin Özdemir çekiyordu. Kemaleddin Özdemir, Risale-i Nur ekolunda önemli bir isim olan Said Özdemir´in oğludur. Said Özdemir, Bediüzzaman´ın hayatta olan son talebelerinden biriydi. Hem baba hem de evlat Özdemir´in diğer Nurcular gibi, Gülen Cemaati içinde de önemli bir kredisi vardı. Fethullah Gülen de onlara fazla güvenmiş olmalı ki Emniyet teşkilatındaki yapılanmanın başına Kemaleddin Özdemir´i getirmişti. Bir müddet sonra baba Özdemir´in desteğini de alan oğul Özdemir liderlik iddiasında bulunacaktı. Bediüzzaman´ın izinde giden bir cemaatin yeni lideri olmak, en çok da Bediüzzaman´a yakınlığı olan bir ailenin bir ferdinin değil de kimin hakkı olacaktı ki? Görevden alınmasından sonra da Kemaleddin Özdemir kendine biat edenlerle beraber ayrı bir yol çizdi ve Gülen aleyhine çalışmalarına devam etti.

Latif Erdoğan Cemaatin sırlarına Kemaleddin Özdemir kadar vakıf olmadığından, Cemaate pek de zararı olmadı. Ama Özdemir Cemaatin birçok mahrem bilgilerine sahipti ve bu değerli bilgilerle devletin kapısını çaldı. İlk defa mı devletin kapısını çalıyordu yoksa hep o kapıya mı mensuptu? Zaman bu sorunun cevabını bir gün verecektir elbet. Latif Erdoğan da Kemaleddin Özdemir de Fethullah Gülen´in talebeleri idi. Her ikisi de Gülen´den sonra Cemaatin liderliğine talip olmuşlardı. Gülen´e kısmi olarak zarar vermişlerdi ama Cemaati ele geçirememişlerdi. Gülen hala dimdik ayakta ve vazifesinin başında idi. Üstelik maddi ve manevi nüfuzu daha da genişlemişti. Servet ve şöhret göz kamaştırıyordu. Özellikle Cemaatin mahrem sırlarına vakıf olundukça, bazılarının bakışları bulanıyor ve başları dönüyordu. Gülen Cemaatini ele geçirme yöntemlerinden ikisi boşa çıkmıştı. Yeni, farklı ve daha büyük bir projeye ihtiyaç vardı.

Kozmostan Kaosa, Kaostan Kozmosa

Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen ilişkisi çok eskiye dayanır. AKP´nin kuruluş icazetini Gülen vermiştir dersek, mübalağa etmemiş oluruz. Erdoğan´ın Altunizâde´nin müdavimlerinden olduğunu bilmeyen yoktur. Gülen´in ve Erdoğan´ın ikametgahları arasındaki mesafe, yürüme yolu ile 15 dakikada idi. AKP´nin iktidar olması ile yeni bir ivme kazanan bu demokrasi ittifakı, 2010 yılındaki referandum ile zirveye ulaştı. Her zirveden sonra bir hızlı iniş mukadder olduğundan, AKP ile Cemaat arasındaki ilişkilerde hızlı bir gerileme başladı ve iki yıl içinde tepetaklak hale geldi. Arap Baharı´nın başlaması ile BOP Eşbaşkanı olduğunu iddia eden Erdoğan´ın Cemaat ile mücadeleyi aşikâr etmesinin aynı tarihlere tesadüf etmesi, muhakkak ki bir tesadüf değildi. Ama konumuz şimdilik bu değil.

Yaklaşık iki yıl süren gerilimden sonra, 7 Şubat 2012´de MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması ile başlayan çatışma süreci, 19 Ocak 2014´te MİT Tırları mevzusu ile zirveye çıktı. Kimsenin geri adım atmaya niyeti yoktu. Devletin bütün enstrümanlarını kullanan Erdoğan, Cemaati bitirmek için var gücü ile mücadele etmekteydi. Zaman Cemaat aleyhine, Erdoğan´ın ise lehine çalışmaktaydı. Dershanelerin kapatılması, Zaman Gazetesi ve STV´ye el konulması, Cemaatin bütün şirketlerine, birer birer kayyım atanarak el konulması, Cemaati içinden çıkılmaz bir hale sokmuştu. Cemaatin bir büyük inayete ve bir kurtarıcı ele ihtiyacı vardı.

Acaba Cemaat içinden birileri böyle bir zeminin oluşması için mi çatışmayı şiddetlendiriyordu?

Acaba önce kaos oluşturulacak, sonra da bir kurtarıcı gelip kaosu bitirip yeniden kozmosu mu kuracaktı?

Yeni kurtarıcı için zemin mi inşa ediliyordu?

Bütün bu soruların cevabını zaman verecekti.

15 Temmuz´un Cemaat ile ilişkisini anlamak için iz sürmeye devam etmek gerekiyor. Ben, 2016 yılının başından temmuz ayına kadar geçen süre içinde Cemaat içinde ne tür gelişmeler olduğunu anlamak için, Cemaatte görevli isimlerle karşılaştığımda, bazı sorular soruyordum ve soruyorum. Mesela şunlara benzer sorular sordum:

Cemaatin eğitim kurumlarına el konulmadan evvel, bu mülkleri kurtarmak için herhangi bir tedbir alındı mı?

Öğretmenlerin ve diğer çalışanların maaşlarına zam yapıldı mı?

Maaşları ve ders ücretleri tam ödendi mi?

Öğretmenlere çalışma ve kıdem tazminatları ödendi mi?

Yeni öğrenci kayıtlarında bir gerileme oldu mu? Yoksa kayıtlar arttı mı?

Sohbetin gidişatına göre sorularında çeşitliliği değişiyordu elbet.

Bu sorulara, oldukça ilginç cevaplar aldığımı ifade etmeliyim. Müdür ve Genel Müdür düzeyinde olan kişilerin, gelen tehlikenin büyüklüğünü sezdiklerini ve gerekli tedbirleri almak istediklerini ama Cemaat içinden bilmedikleri bir gücün tedbir alınmasını engellediğini, bizzat İstanbul´un en büyük eğitim kurumlarından birinin Genel Müdürü´nden dinledim. Ayrıca öğretmenlere bırakın tazminat vermeyi, onların alın teri olan ders ücretlerinin dahi tam ödenmediğini ifade ettiler. Bütün bunlara ek olarak bahar döneminde kayyımlar atandığı halde yoğun bir kayıt kampanyası yapılarak velilerden yüklü miktarda para toplanarak kasaların dolduğunu ifade ettiler. Hatta bir ara öğretmenler arasında kayyımların iyi niyetli insanlar olduğuna dair bir propaganda yapıldığını dahi söylediler. Tuhaf değil mi? Gelip malınızın, mülkünüzün ve geleceğinizin üstüne konanların propagandasını yapacaksınız. Kaynak Holdinge atanan kayyımlar kasada milyonlarca dolar nakit parayı görünce şaşırmış, şaşırdıkları kadar da sevindiklerini duymuştum. Diğer kurumların da Kaynak Holding kadar olmasa bile, kasaları doluydu ve kurumları kayyımlara böylece teslim ettiler. Ne garip çelişkiler. Hepsi bu değil ama şimdilik bu kadar kâfi.

Yukarıda olayları, 15 Temmuz´un tarihsel arka zeminini oluşturduğundan, biraz detaylı bir şekilde izah ettim. 15 Temmuz´dan sonra, sabık cuntacıların birer itirafçıya dönüşmeleri, tarihsel arka zemin iddiasının temel kanıtlarından biridir. Sonra Cemaat içindeki hareketlilik ve davranışlar da konuyu anlamamıza yardımcı olmaktadır.

Gülen Darbe Yapar mı?

 15 Temmuz Darbe Girişimin Gülen´e bakan yönü ile karşımıza dört ihtimal çıkmaktadır.

Cemaatçi askerler bir darbeye katılır mı? Yahut Gülen, kendisini seven askerlerin bir darbeye katılmasına izin verir mi? Böyle bir soru kendisine sorulsaydı, bana göre Gülen´in vereceği muhtemel cevaplardan biri şu olabilirdi: ?Bizim arkadaşlarımız komutanlarına bağlıdırlar. Komutanlarının verdiği emirleri yerine getirirler?? Bu cevaptan bir onaylama anlamı da çıkar, kendisinin bu konuya dahil olmadığı anlamı da çıkar.

Risale-i Nur´u bilinler bilirler ki Nurcular daima nizamdan ve asayişten yana olmuşlardır. Toplum düzenini bozacak, masumların hakkını ihlal edecek davranışlardan içtinap etmişlerdir. Eğer TSK bir darbe yapacaksa, buna karşı çıkmak bir çeşit düzen bozuculuk olacağından, Cemaat buna karşı çıkmayacaktır. İsterseniz, Cemaat mensubu polis, savcı ve hakimlerin kendi arkadaşlarına karşı yaptıkları muamelelere bakın. Sırf devlet düzenine halel gelmesin, iç karışıklıklar çıkmasın diye, kendi arkadaşlarını dahi tutuklamaktan çekinmemişlerdir. Bu durum Cemaat mensupları için büyük bir paradokstur.

 Adil Öksüz Cuntası

İlk iki cunta denemesi, Cemaat literatürüne göre, soldan gelmişti. Yani direk Cemaati ya parçalamak veya liderliği ele geçirmek amacı ile, niyetleri aşikâr ortaya çıkmış ve başarısız olmuşlardı. Başarısız olmuşlardı çünkü herkes tehlikenin farkına varmıştı.

Erdoğan ile çatışma, üçüncü cunta için zemini hazır hale getirmişti. Uzlaşmayı değil çatışmayı tercih edenlerin böyle bir zemini hazırladıklarını ifade etmiştim. Bu sefer tehlike sağdan geliyordu ve Gülen dahil kimse tehlikenin farkında değildi. Adil Öksüz Cuntası, güya, Cemaati içine düştüğü derin kuyudan kurtaracaktı. Bütün dertler bitecek eski güzel günlere geri dönülecekti. Öksüz ve arkadaşları gizli servislerden hangisi ile iş birliği yapmıştı veya darbecilerle nasıl bir anlaşma yapmışlardı, şimdilik bunları bilmiyoruz. Ama Cemaate kaostan çıkış vadettikleri kesindi. Kozmosu yeniden inşa etmenin mükafatını da elbette alacaklardı.

Adil Öksüz Cuntasının temel hedefinin, diğer iki selefi gibi, Cemaatin liderliğini ele geçirmek olduğunu düşünüyorum. Darbeci askerler devleti, Adil Öksüz Cuntası da mülkleri ile beraber Cemaati ele geçirecekti. Adil Öksüz´ün darbe girişimine katıldığı ve irtibatlı olduğu bazı askerleri de harekete geçirdiği bir vakıa. Onu Akıncılar Üssü´ne kadar götüren motivasyon ise darbeden sonra elde edeceği nüfuz, birlikte iş tuttuğu kişilerden almış olabileceği kuvvetli garantiler ve kendisine dokunulmayacağını bilmesi olmalıdır. Yoksa bir sivili, darbe anında askeri bir üssün karargahına ne sokabilir? Belki de en tepeden davet almıştır.

Bu hesaba göre 15 Temmuz başarılı olsaydı, kuvvetle muhtemeldir ki Gülen Cemaatinin liderliği Adil Öksüz ve arkadaşlarının eline geçecekti. Muhtemeldir ki cuntanın bir numaralı Ağabeyi de Cemaatin bütün kurumlarının yeni kayyımı olurdu. Öksüz´ün arkasında hangi ?ağabey? vardır, bilmiyorum. Ahmet Dönmez´den öğrendiğimize göre Öksüz, TSK´nın imamı yapılmış. Bazı kaynaklar ise, daha evvel Gülen tarafından görevinden alındığı halde, birilerinin devreye girip Öksüz´ün eski görevine daha güçlü bir şekilde iadesini sağladıklarını ifade ediyor. Bu isimler netleşirse Adil Öksüz Cuntasının arkasındakiler de ortaya çıkar.

Güven Bunalımı

Adil Öksüz cuntasının Gülen´in etrafında etkinliklerini devam ettirdikleri, cemaat mensuplarının sosyal medya hesaplarındaki eleştirilerinden anlaşılıyor. Bu eleştirilerden biri; Gülen ile Cemaati arasına yerleşen bazı ağabeylerin doğru bilgi akışını engelledikleri şeklindedir. Cemaatten Gülen´e bilgi akışını engelledikleri gibi, Gülen´den Cemaate gelen talepleri kendi yorumları ile aktardıklarına dair yaygın bir kanaat var. Bu da Cemaat içinde güven bunalıma sebep olmaktadır.

Bugün Cemaat içinde yaşananları tarih içinden bir olay ile mukayese edecek olsak, muhakkak ki ilk akla gelen, Hazreti Osman´ın öldürülmesinden sonra meydana gelen olaylar olacaktır. Hazreti Osman şehit edilmiş ve Hazreti Ali halife seçilmişti. Hazreti Aişe´nin de içinde bulunduğu bir grup sahabe, Hazreti Ali´den katillerin bulunmasını istemişti. Çatışma ve savaşlardan sonra Müslümanlar üç gruba parçalanmışlardı.

Bugün Cemaat, ısrarla 15 Temmuz´un aydınlatılmasını istiyor. Anlaşılan Cemaat esnafının, öğretmeninin, çalışanının, memurunun, ev hanımının ve hatta muvazzafının dahi darbeden haberi yokmuş, ama darbecilere verilecek cezalar onlara veriliyor. Cunta ise çoktan tedbirini almış, yurt dışına kaçmış ve hayatlarını emniyet içinde sürdürüyor. Üstelik kendi hatalarını Cemaatin tamamına yaymak sureti ile cezadan kaçmayı başarıyorlar.

Eğer Cemaat kendi içindeki sorumluları ortaya çıkarıp deşifre etmezse, Hazreti Ali dönemindeki parçalanma gibi bir parçalanma, Cemaat için de söz konusu olabilir. Adalet-i Mahza cuntacıların ortaya çıkarılmasını gerektiriyor. Cuntacıların benimsediği Adalet-i İzafi´ye göre ise ?kol kırılır, yen içinde kalır.? Onlara göre cezayı bütün cemaat çekmelidir. Ama unutulmamalıdır ki kırık kol kangren olabilir ve kesilmezse, hasta ölür.

15 Temmuz´un üzerinden neredeyse iki yıl geçtiği halde Gülen, herhangi bir çıkış projesi ortaya koymamıştır. Sadece Türkiye´den çıkarma ve mağdurlara yardım etmek şeklinde bir çalışma yürütülmektedir. Uzun zamandır, Gülen´in neden bir çözüm üretmediğini düşünüyorum. Vardığım sonuç hatalı olabilir ama doğruluk payı çok yüksek: Gülen cuntanın farkında ve tıpkı Cemaati gibi onlara güvenmemektedir. Cemaatin başına tarihin en büyük gailesini açan bir kadro ile Gülen´in yeni bir projeye girişemeyeceği de ayrı bir vakıa.

Son Söz

15 Temmuz başarılı olsaydı, Gülen bugünden daha ağır bir darbe yiyecekti ve Cemaati içindeki liderliği sadece görüntüden ibaret kalacaktı yani liderliği kaybedecekti. Darbe başarısız olunca Gülen Cemaati ağır bir darbe aldı ama Gülen´in liderliği devam ediyor. Cemaati ise Gülen´den çözüm bekliyor, Cuntacı ağabeylerden değil.

 

 Yazar Ali Ağcakul kimdir:

Hayatımı kısaca iki döneme ayırabilirim. İlk dönem taklit dönemi. Duyduğum, gördüğüm, okuduğum ve sevdiğim her şeyi taklit ettiğim dönemdir. Bu dönem hicri takvime göre yaklaşık kırık yıl sürdü. Hicri dememin sebebi, bu takvimde zamanın daha hızlı akmasıdır. Evet zaman çok çabuk ve kolay aktı. Kolaydı çünkü zahmetsizdi. Her şeyi taklit etmenin verdiği basitlik ve kolaylık ile rüzgâr gibi geçti. 1974 Malatya, hayatı taklide başladığım zaman ve yer. 1992 İstanbul, taklidin en keyifli yılları. Marmara Üniversitesinde Tarih eğitimi. Öğretmenlik yılları.
2008 New York, fetret yıllarımın başladığı yer. Hayatı yeniden kurmaya karar verdiğim yıl. Yeni bir dil öğrenirken, aynı zamanda taklitten sıyrılıp varlığı da yeniden öğrenmeye başladığım zaman. Kendime dair her şeyi kritize ettiğim, 7-8 yıl süren zaman dilimi. Marmara´da Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsünde Yüksek Lisans ve YTU Sosyal Bilimler Enstitüsünde Doktora Eğitimi.
2016 İstanbul ise tahkik döneminin başı. Doktora tezini yazmak için okurken, adeta insan denen meçhulü okuduğumu anladım, aynı zamanda. Ben doktora tezimi tamamladığımı sanıyordum. Meğer tezim beni değiştirip taklitten hakikatin kucağına itiyormuş. Evet tezimin ilk değiştirdiği kişi olduğumu itiraf etmeliyim. Gerçekten, taklitten sonra hakikatin ilk basamaklarına temasın, ruhumda büyük bir inkılap meydana getirdiğini itiraf etmeliyim. Sanki hep gizli bir şirk içinde yaşamışım da ilk defa tevhidin zevkini tadıyorum gibi hissettim. İster tahkik dönemi ister ise tevhid dönemi diyelim; tam iman etmenin, bağımsız bir ferd olarak düşünebilmenin, hür bir insan olarak karar verebilmenin, az da olsa, bilen bir varlık olarak cesur davranmanın hazzını ruhumda yaşadığımı ifade etmeliyim.
Şimdi ne yapıyorum, diye sorarsanız; Washington DC´de The Catholic University of America´da Post Doktora çalışması yapıyorum. Aynı zamanda Türkiye´de Ocak Medya adlı haber sitesinde köşe yazarlığı yapıyorum.



Orjinal Habere Git
— HABER SONU —