Cemaat Cuntaları
Hadiseyi anlamak için tarihi arka zemine bakmak gerekir. Bunun için 15-20 yıl kadar geriye gidip, o dönemin olayları analiz edilmelidir. O yıllarda ve sonrasında Türkiye´de sıkça sorulan sorulardan biri de Fethullah Gülen´den sonra Cemaatinin akıbetinin ne olacağı idi. Gülen Cemaatini, Gülen´den sonra kim veya kimler yönetecekti? Cemaatin milyarlarca dolarlık malvarlığına kimler hükmedecekti? Fethullah Gülen 60´ını aşmıştı. Yaşlıydı, kronik hastalıkları vardı ve her an her şey olabilirdi. Onun mirasına kim veya kimler varis olacaktı? Bu ve bunun gibi sorular daha çok Cemaatin dışından gelse bile, Cemaat içinden bu konu hakkında düşünen kimselerin olmadığını düşünmek fazlaca saflık olur.
Gülen Cemaati içinde değişik zamanlarda farklı cunta yapılanmaları hep olmuştur. Cemaatte ilk cunta ne zaman kuruldu bilmiyorum ama ilk ciddi olanlardan biri, başını Latif Erdoğan´ın çektiği Çamlıca merkezli bir yapılanma idi. 2000´li yıllarda Çamlıca´da yaşayan Şeyh Cemaleddin Efendi adındaki şeyhin etrafında toplanan bir grup Cemaat ağabeyi, elbette arka planda Latif Erdoğan, Şeyh Efendi´nin Hocaefendi´den sonra gelen Zat olduğunu iddia edip, Gülen´i vazifeden el çektirmeye kalkıştılar. Onlara göre Hocaefendi´nin misyonu bitmişti. O şimdiye kadar güzel işler yapmıştı ama, artık bir çeşit inzivaya çekilip, bayrağı Şeyh Efendi´ye teslim etmenin zamanı gelmişti. Gülen Cemaati gibi maneviyat yönü ağır basan bir Cemaati, Hocaefendi´den sonra ancak bir Şeyh idare edebilirdi. Zira Cemaatin başka birine uyup, onun taleplerini dinlemesi mümkün gözükmüyordu. Son derece akıllıca düşünülmüştü ama bu cuntanın Cemaat üzerinde çok da etkili olduğu söylenemez. Çamlıca Cuntası mensupları kısa süre sonra Cemaatten ayrılıp, kendilerine Cemaat dışında farklı bir yol çizmişlerdi.
İkinci büyük cunta oluşumu Ankara merkezli idi. Ankara Cuntası´nın başını ilahiyat profesörü Kemaleddin Özdemir çekiyordu. Kemaleddin Özdemir, Risale-i Nur ekolunda önemli bir isim olan Said Özdemir´in oğludur. Said Özdemir, Bediüzzaman´ın hayatta olan son talebelerinden biriydi. Hem baba hem de evlat Özdemir´in diğer Nurcular gibi, Gülen Cemaati içinde de önemli bir kredisi vardı. Fethullah Gülen de onlara fazla güvenmiş olmalı ki Emniyet teşkilatındaki yapılanmanın başına Kemaleddin Özdemir´i getirmişti. Bir müddet sonra baba Özdemir´in desteğini de alan oğul Özdemir liderlik iddiasında bulunacaktı. Bediüzzaman´ın izinde giden bir cemaatin yeni lideri olmak, en çok da Bediüzzaman´a yakınlığı olan bir ailenin bir ferdinin değil de kimin hakkı olacaktı ki? Görevden alınmasından sonra da Kemaleddin Özdemir kendine biat edenlerle beraber ayrı bir yol çizdi ve Gülen aleyhine çalışmalarına devam etti.
Latif Erdoğan Cemaatin sırlarına Kemaleddin Özdemir kadar vakıf olmadığından, Cemaate pek de zararı olmadı. Ama Özdemir Cemaatin birçok mahrem bilgilerine sahipti ve bu değerli bilgilerle devletin kapısını çaldı. İlk defa mı devletin kapısını çalıyordu yoksa hep o kapıya mı mensuptu? Zaman bu sorunun cevabını bir gün verecektir elbet. Latif Erdoğan da Kemaleddin Özdemir de Fethullah Gülen´in talebeleri idi. Her ikisi de Gülen´den sonra Cemaatin liderliğine talip olmuşlardı. Gülen´e kısmi olarak zarar vermişlerdi ama Cemaati ele geçirememişlerdi. Gülen hala dimdik ayakta ve vazifesinin başında idi. Üstelik maddi ve manevi nüfuzu daha da genişlemişti. Servet ve şöhret göz kamaştırıyordu. Özellikle Cemaatin mahrem sırlarına vakıf olundukça, bazılarının bakışları bulanıyor ve başları dönüyordu. Gülen Cemaatini ele geçirme yöntemlerinden ikisi boşa çıkmıştı. Yeni, farklı ve daha büyük bir projeye ihtiyaç vardı.
Kozmostan Kaosa, Kaostan Kozmosa
Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen ilişkisi çok eskiye dayanır. AKP´nin kuruluş icazetini Gülen vermiştir dersek, mübalağa etmemiş oluruz. Erdoğan´ın Altunizâde´nin müdavimlerinden olduğunu bilmeyen yoktur. Gülen´in ve Erdoğan´ın ikametgahları arasındaki mesafe, yürüme yolu ile 15 dakikada idi. AKP´nin iktidar olması ile yeni bir ivme kazanan bu demokrasi ittifakı, 2010 yılındaki referandum ile zirveye ulaştı. Her zirveden sonra bir hızlı iniş mukadder olduğundan, AKP ile Cemaat arasındaki ilişkilerde hızlı bir gerileme başladı ve iki yıl içinde tepetaklak hale geldi. Arap Baharı´nın başlaması ile BOP Eşbaşkanı olduğunu iddia eden Erdoğan´ın Cemaat ile mücadeleyi aşikâr etmesinin aynı tarihlere tesadüf etmesi, muhakkak ki bir tesadüf değildi. Ama konumuz şimdilik bu değil.
Yaklaşık iki yıl süren gerilimden sonra, 7 Şubat 2012´de MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması ile başlayan çatışma süreci, 19 Ocak 2014´te MİT Tırları mevzusu ile zirveye çıktı. Kimsenin geri adım atmaya niyeti yoktu. Devletin bütün enstrümanlarını kullanan Erdoğan, Cemaati bitirmek için var gücü ile mücadele etmekteydi. Zaman Cemaat aleyhine, Erdoğan´ın ise lehine çalışmaktaydı. Dershanelerin kapatılması, Zaman Gazetesi ve STV´ye el konulması, Cemaatin bütün şirketlerine, birer birer kayyım atanarak el konulması, Cemaati içinden çıkılmaz bir hale sokmuştu. Cemaatin bir büyük inayete ve bir kurtarıcı ele ihtiyacı vardı.
Acaba Cemaat içinden birileri böyle bir zeminin oluşması için mi çatışmayı şiddetlendiriyordu?
Acaba önce kaos oluşturulacak, sonra da bir kurtarıcı gelip kaosu bitirip yeniden kozmosu mu kuracaktı?
Yeni kurtarıcı için zemin mi inşa ediliyordu?
Bütün bu soruların cevabını zaman verecekti.
15 Temmuz´un Cemaat ile ilişkisini anlamak için iz sürmeye devam etmek gerekiyor. Ben, 2016 yılının başından temmuz ayına kadar geçen süre içinde Cemaat içinde ne tür gelişmeler olduğunu anlamak için, Cemaatte görevli isimlerle karşılaştığımda, bazı sorular soruyordum ve soruyorum. Mesela şunlara benzer sorular sordum:
Cemaatin eğitim kurumlarına el konulmadan evvel, bu mülkleri kurtarmak için herhangi bir tedbir alındı mı?
Öğretmenlerin ve diğer çalışanların maaşlarına zam yapıldı mı?
Maaşları ve ders ücretleri tam ödendi mi?
Öğretmenlere çalışma ve kıdem tazminatları ödendi mi?
Yeni öğrenci kayıtlarında bir gerileme oldu mu? Yoksa kayıtlar arttı mı?
Sohbetin gidişatına göre sorularında çeşitliliği değişiyordu elbet.
Bu sorulara, oldukça ilginç cevaplar aldığımı ifade etmeliyim. Müdür ve Genel Müdür düzeyinde olan kişilerin, gelen tehlikenin büyüklüğünü sezdiklerini ve gerekli tedbirleri almak istediklerini ama Cemaat içinden bilmedikleri bir gücün tedbir alınmasını engellediğini, bizzat İstanbul´un en büyük eğitim kurumlarından birinin Genel Müdürü´nden dinledim. Ayrıca öğretmenlere bırakın tazminat vermeyi, onların alın teri olan ders ücretlerinin dahi tam ödenmediğini ifade ettiler. Bütün bunlara ek olarak bahar döneminde kayyımlar atandığı halde yoğun bir kayıt kampanyası yapılarak velilerden yüklü miktarda para toplanarak kasaların dolduğunu ifade ettiler. Hatta bir ara öğretmenler arasında kayyımların iyi niyetli insanlar olduğuna dair bir propaganda yapıldığını dahi söylediler. Tuhaf değil mi? Gelip malınızın, mülkünüzün ve geleceğinizin üstüne konanların propagandasını yapacaksınız. Kaynak Holdinge atanan kayyımlar kasada milyonlarca dolar nakit parayı görünce şaşırmış, şaşırdıkları kadar da sevindiklerini duymuştum. Diğer kurumların da Kaynak Holding kadar olmasa bile, kasaları doluydu ve kurumları kayyımlara böylece teslim ettiler. Ne garip çelişkiler. Hepsi bu değil ama şimdilik bu kadar kâfi.
Yukarıda olayları, 15 Temmuz´un tarihsel arka zeminini oluşturduğundan, biraz detaylı bir şekilde izah ettim. 15 Temmuz´dan sonra, sabık cuntacıların birer itirafçıya dönüşmeleri, tarihsel arka zemin iddiasının temel kanıtlarından biridir. Sonra Cemaat içindeki hareketlilik ve davranışlar da konuyu anlamamıza yardımcı olmaktadır.
Gülen Darbe Yapar mı?
15 Temmuz Darbe Girişimin Gülen´e bakan yönü ile karşımıza dört ihtimal çıkmaktadır.
-
Gülen´in darbe ile hiçbir ilişkisi yoktur: Eldeki veriler, darbenin Gülen ile irtibatını ortaya koyduğundan bu ihtimal, ihtimal dışıdır. Zira Gülen darbenin ilk saatlerinde bu irtibatı kabul etmişti.
-
Darbeyi Gülen planlamış ve uygulamıştır: Bu ihtimali kabul etmek, Gülen´in dünyadaki bütün küresel güçlerden ve istihbarat örgütlerinden daha güçlü bir konumda olduğunu kabul etmekle eşdeğerdir. Bunu iddiayı ileri sürenler Gülen´in NATO´dan, AB´den, Şanghay Örgütünden ve diğer süper güçler ve onların istihbarat örgütlerinden daha güçlü olduğunu kabul ettikleri anlamına gelir ki, bu ancak bir cinnet hali olabilir.
-
Planlanmış bir darbeyi Gülen de bütün gücüyle destek vermiştir: Eğer bu ihtimal doğru olsaydı, bugün TSK´dan ihraç edilmiş olan on binlerce muvazzafın darbede aktif rol oynamaları gerekirdi. O zaman darbe başarı ile sonuçlanırdı. Halbuki darbecilerle mücadele eden birçok asker, darbeden sonra Gülenci oldukları iddiası ile tutuklanmışlardır.
-
Gülen´e yakın bazı isimler darbeye iştirak etmişlerdir: En kuvvetli ve isabetli ihtimal budur. Bir dönem Gülen´in de talebesi olmuş ve bu krediyi kullanan bazı isimler askeri cunta ile iş birliği yaparak darbeye iştirak etmişlerdir. Adil Öksüz bu işin baş mimarlarından biri olduğundan, bu grubu Adil Öksüz Cuntası diye tanımlayacağız.