Öldükten sonra tüm yazdıklarının yakılmasını isteyen Franz Kafka, en büyük zaafı kumardan kaçıp ?Kumarbaz´ı yazan Fydor Dostoyevski, varlığına delil ararken elinde kalem bulan Albert Camus, bir savaşın ortasında tüm coşkuyla yurtsuz kalan Stefan Zweig ve daha birçok edebiyatın mihenk taşı ismin bu günlere gelene kadar geçtiği yolları kaleme alan Hasan Saraç, büyük çalışmasını ?Yazdıklarıyla Yaşayanlar´ kitabında okuyucunun beğenisine sundu.
Biyografik eserlerin en büyük özelliği yazarlara, sanatçılara ve bilim insanlarına dair aklımıza takılan birçok soruya cevap bulmamıza yardımcı olmaları. Hasan Saraç, geçtiğimiz günlerde Portakal Kitap tarafından yayımlanan ?Yazdıklarıyla Yaşayanlar´ adlı kitabında böyle bir arayışın izinden gidiyor. Yazılarıyla ufkumuzu açan kimi yerli kimi yabancı 25 değerli ismin yaşam hikâyelerinden kesitler sunuyor.
Eserin belki de en güzel yanı, Saraç´ın, itinayla seçtiği yazarları en insanî yönleriyle okura sunması. Çünkü ne kadar yetenekli, değerli, ünlü olurlarsa olsunlar, yazarlar da hemcinslerinden pek farklı değiller. Onlar da tüm insanlar gibi hayal kurar, paylarına düşen sevgi, öfke, aşk ve acıları yaşarlar. Onları herkesten farklı kılan şey yazma, yaratma ve yazdıklarını olabildiğince geniş kitlelerle paylaşma tutkusu. Bu yanıyla düşünüldüğünde, her yazarın farklı bir hikâyesinin olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Doğdukları yerler, aileleri, gittikleri okullar, ilk şiirleri, ilk aşkları, yazma tutkusunun yüreklerinde nasıl kök salıp da serpildiği gibi... ?Hikâyelerin Hikâyesi´ni okurken, yazarların kişisel hikâyelerinin yazınlarına nasıl yansıdığını izliyoruz bir yandan. Stefan Zweig´in uzun romanlardan, sonu gelmez tasvirlerden, kalabalık kadrolu takibi zor kurgulardan yorulan Avrupalı okurlara bambaşka kapılar açarken, nasıl bir geçmişin kalbinden geldiği görülüyor. Yahut Paul Auster´ın tam on yedi ayrı yayınevi tarafından reddedildikten sonra edebiyatın kilitli kapısını ona hangi yayınevinin araladığını.
İnsanın yaşadığı, yazdıklarını etkiliyor elbette. Yazarlar da içlerine doğdukları dünyanın, kültürün, toplumsal koşulların ve elbette ailenin izlerini taşıyor. Parası çalınan, aç kalan, bir tas çorba için kilise kapılarında kuyruğa giren George Orwell örneğin. Burma´da bir polis, Fransa´da bulaşıkçı, İngiltere´de berduş, İspanya iç savaşında militan! Yazar, kendisini dünya çapında bir edebiyat insanı olmaya götüren bu ve bu gibi birçok savruluşla karşımıza çıkıyor kitapta. Oradan Osmanlının çalkantılı son yıllarına gidiyoruz bir anda... İmparatorluk dağılmanın arifesinde. O sisli günlerde İstanbul´un Beşiktaş ilçesinde, mor salkımlı bir evde bir kız çocuğu dünyaya geliyor. Hem okumak hem de bir kadın olarak ?yazma´ mücadelesi veriyor önce. İngiliz işgalinin haberini alınca apar topar Anadolu´ya geçip hürriyet aşkıyla ?kurtuluş´ mücadelesine katılıyor. Türk edebiyatının en güçlü kalemlerinden Halide Edip´in yaşamından kesitler okurken, eserleri üzerine bir kere daha düşünme olanağı buluyoruz.
Her yazarın kendine has bir hikayesi vardır fakat Saraç, birbirleri arasındaki benzerlikleri de gösteriyor. Sabahattin Ali ile Kafka´nın cansız bedenleri birbirlerinden çok uzakta toprağa karışsa da bu iki büyük yazarın ruhlarının sonsuzlukta rastlaşıp dost olacağını düşlemeden edemiyor. Saraç, okuru eserlerini tutkuyla okuduğumuz yazarların yaşamlarında kısa ama özlü bir yolculuğa çıkarırken, sorular sormamızı da istiyor bir yandan. Örneğin Sartre bir varoluşçu olduğu için mi hiç yakın dostu olmamıştı yoksa mizacı gereği yalnız bir yaşamı tercih ettiği için mi varoluşçu olmayı seçmişti? Cevap ne olursa olsun, ?Kayığı sallamaya, yalnızca kürek çekmeyen adamın vakti vardı? ve Sartre, kıta Avrupa´sının bindiği ve çok güvenli sandığı 20. yüzyıl kayığını alabora edecek bir felsefe ortaya koydu. Peki, ?özgür birey´ olmanın anlamını beraber sorgulayacakları Simone de Beauvoir, Sartre´ın felsefesine nasıl etki etti bunun cevabını da kitabın ilerleyen sayfalarında okuyucuya sunuluyor.
Hasan Saraç, kitaplarını elimizden bırakamadığımız o büyük yazarların edebiyatla olan ilişkilerini, yazdıklarıyla iç içe geçmiş hayatlarını anlatıyor; yazarlarla kurduğu dostluğa bizleri de dahil ediyor. ?Yazdıklarıyla Yaşayanlar´ kelimenin tam manasıyla, ilham verici bir eser olarak karşımızda duruyor.