Donald Trump faşist mi? Henüz bir Mussolini ya da Hitler değil ama pek de uzak sayılmaz

Patrick Cockburn yazdı.

Donald Trump faşist mi? Henüz bir Mussolini ya da Hitler değil ama pek de uzak sayılmaz

Donald Trump faşist mi? Bu sual genellikle ciddi bir sorudan ziyade bir hakaret biçimi olarak kullanılır. Yaygın cevap, ?Bir Hitler değil? olur ve bu da genellikle bir kaçış yoludur. Çünkü Hitler, çeşitli formlarda görülebilen faşizmin gudubet bir temsili olmakla birlikte, katiyen tek örneği değildi.

Cevap şu ki, 1920´ler ve 1930´ların faşizmi ve faşist liderleri, Trump ve Trump´çı yaklaşımla pek çok açıdan benzerlik gösterir. Ancak farklı bir çağda ve Amerika´dan farklı bir tarihsel deneyimin üzerine ortaya çıkmıştır ve ek toksik özellikler barındırır.

Faşizmin en önemli özellikleri nelerdir? Aşırı-milliyetçilik ve otoriter rejim üzerine kurulması; azınlıkların şeytanlaştırılması ve ezilmesi; lider kültü; ?gözardı edilen? kitlelere demagojik bir ilgi ve ?hain? kurumlara karşı savaş; parlamenter kurumların küçümsenmesi; kanun ve nizam temeli üzerine kurulurken aynı zamanda hukukun hiçe sayılması; medyanın denetim altına alınması ve eleştirilerin bastırılması; herkese her şeyi vadeden sloganlar; sonu kaçınılmaz şekilde şiddet, militarizm ve savaş olan baskının teşvik edilmesi.

Bu liste, miting ve geçit törenleriyle popülerite ve güç gösterileri yapma eğilimi; gücün fiziksel tezahürü olan devasa yapı projelerine olan ilgi gibi daha önemsiz özelliklerle devam edebilir.

Hitler ve Mussolini bu kriterlerin tamamını karşılıyordu. Trump ise, bazı önemli istisnalarla birlikte büyük bölümünü karşılıyor. Alman ve İtalyan faşizmi hepsinin ötesinde agresif ve felaketle sonuçlanan savaşlarla şekillenmişti. Buna karşın Trump ise Beyaz Saray´da geçirdiği iki buçuk yılda tek bir savaşa bile kalkışmamış olan gerçek bir ?soyutlamacı?.

Trump baskıdan feragat etmiş değil ama askeri baskıdan ziyade ekonomik ve ticari baskıyı tercih ediyor. Ve bu baskıyı Çin´den Meksika´ya ve İran´a kadar sayısız ülkeye karşı mevzilendiriyor. Amerika´nın Irak ve Afganistan´a yaptığı askeri müdahalelerinin yakalandığı kapanlardan kaçınmak, zekice bir strateji. Ancak hedef alınan devleti ekonomik açıdan güçsüzleştiren bir yaklaşım olsa da bu stratejinin nihai zaferler ya da koşulsuz teslimiyetler getirmesi mümkün değil.

Bu, göründüğünden daha tehlikeli bir hareket tarzı: Trump savaş istemiyor olabilir ama dışişleri bakanı Mike Pompeo ya da ulusal güvenlik danışmanı John Bolton için durum aynı değil. Üstelik, Veliaht Prens Muhammed bin Selman 2015´te Riyad´da tahta geçmeden çok önce Washington´ı İran´la savaşa itmeye çalışan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ABDmüttefikleri içinse hiç aynı değil.

Trump´ın askeri müdahaleden kaçınması, bu diğer etkilerle uyuşsa da istikrarlı değil çünkü Beyaz Saray´dan gelen son tweete bağlı. Yalnızca faşist liderlerin değil, tüm diktatörlük rejimlerinin zayıf noktası, kişisel yargılarına tanrısal bir güven duyan tek bir bireyin kararlarına abartılı bağlılıklarıdır. Bu karakterin hükmü olmadan hiçbir karar alınamayacağı gibi, karakter asla haksız çıkarılamaz ve hatalı görünemez.

Trump, son tahlilde sığ ve karmaşık görünen uzatmalı politikalardan farklı çalışma tarzlarına sahip. Washington´dan bir temsilci, hükümetten üst düzey yetkililerle başarılı bir ilişki kurduğunu ancak neler olduğuna dair onların da bir fikri olmadığı için bunun bir işe yaramadığını paylaştı. Ancak bu  XIV. Louis tarzı hükümet anlayışının sonucu, kurumsallaşmış şaşkınlıktır: Trump Ortadoğu´da savaş istemiyor olabilir ama kolaylıkla tökezleyip bir savaşın ortasına düşebilir.

Trump elbette bu işte tek başına değil: Dünyanın her yerinde, yükselen popülist ve milliyetçi otoriter liderler, iki dünya savaşı arasındaki dönemin faşistlerine benzer yollarla iktidarı elde etmiş ve sürdürmüşlerdir. Peki aralarında yaklaşık bir yüzyıl bulunan bu iki dönemin ortak politik yörüngesi neyle açıklanabilir?

Kaynak: independentturkish.com