01.11.2018 Perşembe
Dolar, TL karşısında 5.50 seviyesinin altına indiğinde, Türkiye ekonomisinde yaşanan zorlukların ortadan kalktığını düşünenler çoğaldı. Hatta, ?en kötüsü geride kaldı´ korosuna kamu banka müdürleri de eklendi. Bu yazıda, ilk olarak bu hafta açıklanan üç veri ile ekonomik gelişmeleri takip ederek, ardından başlıktaki soruya yanıt arayacağım.
MERKEZ BANKASI´NIN ÜÇ MESAJI
31 Ekim 2018´de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), bu yılın dördüncü Enflasyon Raporu´nu yayımladı. TCMB´nin verdiği mesajlara geçmeden önce, raporda yer alan bir grafiğe dikkatinizi çekmek istiyorum (s. 66). Grafikte 2008-2018 arasındaki 10 yılda ?sıcak para´ olarak da adlandırılan kısa vadeli sermaye girişleri gösteriliyor. Eğer bu grafiğin içine ekonomik büyüme grafiğini de yerleştirmiş olsaydık, büyüme temposu ile sermaye girişleri temposunun birbiri ile yakından ilişkili olduğunu görürdük..
Grafik bize, 2017 yılında ekonomi yönetiminin uyguladığı ?geleceğe kaçış´ planının başarılı bir şekilde ekonomik büyümeyi canlandırmasının esas sebebinin, sermaye girişlerindeki canlanma olduğunu söylüyor. Bir başka ifadeyle, Nisan 2017 referandumunun ve Haziran 2018 seçimlerinin AKP lehine sonuçlanmasında, 2017 yılında, 2008-2016 ortalamasının üzerine çıkan sermaye girişlerinin yaşanmasının etkisinin büyük olduğunu ileri sürebiliriz.
Bu, aynı zamanda Türkiye ekonomisinin (ve de siyasetinin), sermaye hareketlerine ne kadar bağımlı olduğunu gösteriyor. Bu yapıyı, bağımlı finansallaşma olarak adlandırmanın doğru olacağını düşünüyorum. Bu kavramı, ileriki yazılarda açacağım. Şimdi dönemin Merkez Bankası´nın dünkü açıklamasına.
TCMB, Enflasyon Raporu´nda üç mesaj veriyor:
1. Ekonomik daralma hızlanabilir.
2. Enflasyon artmaya devam edebilir.
3. Ücret artışları, enflasyonun altında kalmalı.
Bu üç mesajın anlamı şu: TCMB, krizin stagflasyon biçiminde derinleştiğini teyit ederken, reel ücretlerin düşürülmesi gerektiğini vurgulayarak krizin maliyetinin açık bir şekilde çalışanların sırtına yüklenmesi gerektiği savunmuş.
Bu nedenle önümüzdeki aylarda yapılacak ücret artışı ile ilgili pazarlıklar ve bu pazarlıklarda sendikaların konumu, krizin maliyetinin çalışanlara yıkılıp yıkılmaması açısından hayati önemde olacak.
EKONOMİK DARALMA BAŞLADI
Geçtiğimiz hafta açıklanan güven endeksleri ve dış ticaret istatistiklerinin bir ortak yanı var: Her iki veri de eylül ayından itibaren sert bir ekonomik daralmanın başladığına işaret ediyor. Dış ticarette ithalatın çökmesi, iç tüketimin ve ihracatın ithalata bağımlı olduğu bir ekonomide, ancak ekonomik daralma durumunda ortaya çıkabilir Aralık ayında ekonomik büyüme verileri açıklandığında, bunu göreceğiz.
İkinci veri ise güven endekslerine ait. Tüm endekslerde sert düşüşler var ve bunlar da ekonomik durgunluğa işaret ediyor. Yukarıda sadece Hizmet Sektörü Güven Endeksi´nin 2013 sonrası gelişimini gösteren bir grafiğe yer verdim. Daralmanın vahameti açık bir şekilde görülüyor.
KRİZ BİTTİ Mİ?
Baştaki soruya dönersek, güncel verilere dayanarak krizin bittiğini ileri sürmek mümkün değil. Önümüzde, konkordato fırtınasının sürdüğü, firma iflaslarının arttığı ve bunun işsizliğe artış olarak yansıması aşaması var. Batık firmaların oluşturduğu batık kredi sorununun bankacılık sistemi tarafından nasıl çözüleceği, daha da önemlisi, bu yükün bankacılık sistemi ile sanayi sektörü arasında nasıl bölüştürüleceği sorunları henüz çözülebilmiş değil.
Gelelim TL´nin değerlenmesine. TL´nin değerlenmesini krizin bitişi olarak değerlendirmek oldukça sorunlu. Bunun basit bir nedeni var: Şu anda iflas eden ekonomik modelin temelinde değerli TL vardı. TL´nin tekrar değerlenmesinin tek etkisi, iflas eden modele yeniden dönmek olacaktır. Biraz daha açıklamaya çalışayım.
DEĞERLİ TL
2001 krizi sonrası hayata geçirilen IMF programı, bildiğiniz gibi AKP tarafından 2008´e kadar harfiyen uygulandı. 2008 sonrasında da genel doğrultu olarak, IMF çizgisi izlendi. 2001 programı, liberal iktisatçıların sıklıkla tekrarlamayı sevdiğinin aksine, üretim yapısını değiştirecek herhangi bir yapısal reform yapmadı. Aksine, mevcut üretim yapısını veri alarak, enflasyonu düşürmeyi hedefledi. İthalata bağımlı bir üretim yapısında enflasyonu düşürmek ise TL´nin değerli olmasına dayanıyordu. AKP hükümetleri sırasında değerli TL, dört koldan Türkiye ekonomisinin altını oydu.
İlk olarak, değerli TL, ithalatı teşvik ettiği ölçüde, Dani Rodrik´in işaret ettiği ?erken sanayisizleşme´ sürecini hızlandırdı. İkincisi, dış ticaret açığının ve cari açığın yapısal bir şekilde artmasına neden oldu. Üçüncüsü, firmalar açsından dövizle borçlanmanın tercih edilebilir bir yol olmasını sağlayarak dolarizasyonu hızlandırdı. Son olarak, dış borçların artması ile sonuçlandı.
Bu dört gelişmenin neticesi, Türkiye ekonomisinin sermaye hareketlerine olan bağımlılığının daha da artmasıdır. Bu anlamda TL´nin değerlenmesinin olası tek sonucu, bir sonraki krizin daha da şiddetli olmasıdır.
Ekonomi yönetiminin TL´nin değeri ile ilgili karşılaşılan ikilem, aynı zamanda, Türkiye ekonomisinin küresel sermaye birikim süreçlerine eklemlenme biçiminin yarattığı bağımlı finansallaşmanın sınırlarını da gösteriyor.