Dr. Semih Emre Çekin(*)
Rusya Merkez Bankası´nın geçen hafta yayımladığı rapora göre, banka rezervlerinde bulunan dolar bazlı varlıklarının önemli bir kısmını satıp bunun yerine Çin´in para birimi olan ´yuan´ı ve Japonya´nın para birimi olan ´yen´i satın almış. 2018 senesinde farklı ülkeler tarafından tartışılan ABD doları, uzun süredir finansal piyasalarda, uluslararası ticarette ve tasarrufta kullanılan bir birim olarak dünyanın en önemli para birimi konumunda. Peki, dolar neden bu kadar önemli? Ayrıca vazgeçilmez mi?
Dünyada her sene yüzlerce milyar dolar değerinde hammadde alınıp satılıyor. Bu piyasalardaki alım ve satım birçok hammadde için dolar üzerinden yapılıyor. Bununla beraber, dünyanın hemen her ülkesinin merkez bankası, bünyesinde ciddi miktarda ABD doları bulunduruyor. ABD doları üzerinden yapılan her alım satım ve benzeri işlem, doğal olarak dolara yönelik büyük bir talep oluşturarak ABD´ye birtakım imtiyazlar sağlıyor. Bu durumun neden diğer para birimleri için geçerli olmadığının sebebini İkinci Dünya Savaşı sonrasında aramalıyız.
İkinci Dünya savaşı 1945´te Almanya ve Japonya´nın kapitülasyonuyla bitmiş ve yeni bir siyasi dengeyi beraberinde getirmişti. Bu büyük savaştan mutlak galip olarak çıkan ABD, askerî gücünün yanında ekonomik gücüyle de öncülüğe talip olmuştu. Savaş henüz bitmeden, 1944´te, ABD´nin küçük bir şehri olan Bretton Woods´ta, savaş sonrası hâkim olacak ekonomik sistemin temelleri ABD ve İngiltere öncülüğünde atılmıştı. Döviz kurlarının ABD dolarına sabitlenmesi, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların tesis edilmesi kararlarıyla birlikte, bu anlaşmada ABD dolarının rezerv para birimi olması da kabul edilmişti. 1960´ta Fransa Maliye Bakanı d´Estaing tarafından ?fahiş üstünlük? (exorbitant privilege) olarak nitelendirilen bu imtiyazla merkez bankaları, bünyelerinde çoğunlukla ABD doları bulunduracaklardı. Bu plan merkez bankalarının bünyesinde yaklaşık yüzde 60 oranda ABD doları bulundurmalarını sağlamıştı.
Bu durum, yukarıda belirtildiği gibi, ABD ekonomisi için olağanüstü bir imtiyaz teşkil ediyor; çünkü firmalar uluslararası ticaret işlemlerini gerçekleştirirken ?karşı tarafa? birçok durumda dolar ödemek zorunda kalıyor. Özellikle Türkiye ekonomisi gibi ithalatı yüksek olan ve cari açık sorunuyla karşı karşıya olan ülkeler için dolar rezervlerinin yüksek olması bir zaruret haline geliyor; aksi durumda döviz kuru ve spekülasyonla alakalı ödeme krizleri meydana gelebiliyor.
ABD ise yaklaşık 40 senedir büyük cari açıklar vermesine rağmen ödeme krizleri yaşamıyor. Bunun sebebi, ekonomisinin güçlü olmasından ziyade, ABD´nin birçok ödemede kendi para birimi olan doları kullanabilmesi. Dolayısıyla, bu kabiliyeti, Türkiye´nin aksine, yabancı bir para birimini rezerv olarak bünyesinde bulundurmak zorunda olmamasıyla alakalı. Bu imtiyaz, bazı ekonomistlere göre ABD ekonomisine senelik 100 milyar dolarlık bir yarar sağlıyor. Türkiye´nin gayrisafi yurtiçi hasılasının (GSYH) 2017 senesinde 850 milyar dolar olduğu düşünülürse, ABD´nin elde ettiği bu yararın küçümsenmeyecek olduğu görülebilir.
Doların dünya finansal piyasalarında kazandığı bu sağlam pozisyonun bir neticesi olarak ?güvenli liman? olarak görülmesi, 2008 sonrasında yaşanan ABD kökenli kriz zamanlarında bile dolar talebinin artmasını sağlıyor.
Peki, bu kadar önemli bir imtiyaza sahip olan ABD dolarının pozisyonu değişebilir mi? 2016 sonrasında cereyan eden bazı gelişmeler, bize bunun gelecekte mümkün olabileceğine dair bazı ipuçları sunuyor.
Donald Trump´ın 2016´da ABD başkanı olarak seçilmesi sadece siyaset adına değil, ekonomiler ve finans piyasaları için de çok mühim bir gelişme oldu. Her alanda ?Önce Amerika? sloganıyla seçilen ABD başkanı, göreve geldikten kısa bir süre sonra birtakım ticaret savaşları başlattı. Trump´ın (ABD´nin en önemli ticaret ortaklarından) Çin ve Avrupa Birliği (AB) ülkelerini hedef alan hamleleri dünya piyasalarını tedirgin etti. ABD´nin aynı zamanda Rusya, Venezuela ve İran gibi ülkelere ambargo uygulama ve finans piyasalarından dışlama çabaları, bu ülkelerin de tepkisine yol açtı. ABD´nin daha içine kapanık, ama aynı zamanda daha agresif hamlelerde bulunması, ABD hegemonyasına alternatif teşkil edebilecek çözümler üretilmesi yönünde çağrıları da diğer ülkelerde beraberinde getirdi.
Ticaret savaşlarının kızıştığı 2018 senesinde, ABD´nin İran´la ticaret yapmaya devam eden ülkelere ambargo uygulama tehditlerine karşın, Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas ABD´den bağımsız, alternatif bir finansal ödeme sistemi kurmaya başladıklarını söyledi. Avro bölgesinin en önemli iki ekonomisi konumundaki Almanya ve Fransa´nın maliye bakanlarının bu konuda çalışmaya başladıklarını açıklamaları önemli bir gelişme oldu. Merkez bankalarının bünyelerinde bulundurdukları rezervlerin yüzde 20´sini avronun teşkil ettiği düşünülürse, bu gelişmelerin doların konumu için uzun vadede olumsuz sonuçlar doğurabileceği ortaya çıkıyor.
Yine ABD´nin hedefindeki ülkelerden Çin, ticaret savaşlarında henüz sadece vergi artırımında bulunmakta yetiniyor olsa da, dünyanın en büyük dolar rezervine sahip olması sebebiyle, dolar için küçümsenmeyecek bir tehlike teşkil ediyor. Finans piyasalarının henüz yeterince derin olmaması sebebiyle rezervlerinin önemli bir kısmını ABD tahvilleri olarak tutan Çin´in, piyasalarının gelişmesiyle, gelecekte dolar endeksli varlıklarını azaltma ihtimali yüksek. Ayrıca Çin´in para birimi ´yuan´a IMF tarafından 2016 senesinde rezerv parası statüsü verilmesi, bu paranın önem kazandığına dair bir gösterge olarak görülüyor.
ABD kaynaklı ambargoların hedefindeki ülkelerden Rusya, yukarıda belirtildiği üzere, 2018´de dolar bazlı varlıklarının 100 milyarlık kısmını satarak bu meblağı avro, yuan ve yen gibi, ticarette kullandığı para birimlerine çevirdi. Bu gelişmeleri takiben, Kasım 2018´de ?Biz doları terk etmiyoruz, dolar bizi terk ediyor? diyen Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin, dolar bazlı ticaretten kaçınarak kendi para birimleriyle ticaret yapmak istediklerini geçmişte de sıklıkla dile getirmişti.
Türkiye ekonomisi senelerdir yüksek büyüme oranları kaydetmekle beraber, ciddi enerji kaynaklarına sahip olmadığı için, (dolar endeksli) enerji ithalatına bağımlı olan bir ülke konumunda. Cari açık gibi bir sorunu beraberinde getiren bu bağımlılık, zaman zaman ödeme dengesiyle alakalı sıkıntılara da yol açıyor. Bu çerçevede, dolar endeksli ticaret yerine yerel para birimlerinin kullanımın yararlı olacağını belirten Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2015 senesinden itibaren Çin, Rusya, İran ve AB ülkeleriyle milli para birimleri üzerinden ticaret yapmayı öneriyor. Özellikle 2018 senesinde bu çağrıya paralel olarak Rusya, Almanya, İran gibi ülkelerin benzer çağrılarda bulunması, dolara alternatif olabilecek ticaret ve finans sistemlerinin önem kazanabileceği yorumlarını beraberinde getirdi.
Ülkelerin uluslararası finans sisteminde hâkim para birimlerine sahip olma çabaları 21. yüzyıla has bir durum değil: Mesela 20. yüzyılın başlarında hâkim para birimi İngiliz sterliniydi. Konunun uzmanlarından Barry Eichengreen´e göre, ABD doları tahtını çok uzak olmayan bir gelecekte özellikle avro ve yuan gibi para birimleriyle paylaşmak zorunda kalabilir. Buna göre, yakın gelecekte ABD dolarıyla birlikte, dünyanın en önemli iki ekonomik bölgesi olan AB ve Çin´in para birimlerini de hâkim para birimleri olarak görebiliriz.
Bu senaryo pek de gerçek dışı değil; zira Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde, sistemin hâkim para birimi ABD dolarıyla beraber İngiliz sterliniydi. Uluslararası kamuoyunda doların pozisyonunu tenkit eden seslerin (özellikle 2016 sonrasında) çoğaldığını göz önüne aldığımızda, ABD başkanının diğer ülkeleri hedef alan hamlelerinin, bu süreci hızlandırmış olabileceğini görüyoruz.
ABD´nin son zamanlarda NATO ve Birleşmiş Milletler gibi kurumları tenkit etmesi ve müttefiklerine karşı yaptırım tehditlerinde bulunması, askerî ve diplomatik ilişkilerin ciddi bir tehdit altında olduğunu gösteriyor. Bu ilişkilerin finansal sisteme ve doların hâkimiyetine olan etkisi ise bir hayli yüksek. Bu alanda yapılan çalışmalar, diplomatik ve askerî ilişkilerin, ülke merkez bankalarının bünyelerinde bulundurdukları para birimlerini etkilediğini gösteriyor. Yine bu çalışmalar, ülkelerin askerî ittifak içinde oldukları ülkelerin para birimlerini daha yüksek oranda rezerv olarak bulundurduklarını gösteriyor. Buna göre ABD´nin müttefiki olan bir ülkenin bünyesinde ortalama yüzde 30 civarında daha fazla dolar, Çin´in müttefiki olan bir ülkenin bünyesinde ise daha fazla yuan mevcut.
Bu çerçevede, ABD´nin son zamanlarda müttefikleriyle arasının bir hayli açık olması, doların pozisyonunu da etkileyecek gibi. Bu boşluğu doldurmak isteyen AB ve Çin gibi aktörler ise çalışmalarını hızlandırmış durumdalar; doların tek başına hâkim olmadığı yeni bir finansal düzel için hazırlıklarını yapıyorlar.
(*)Türk-Alman Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi olan Dr. Semih Emre Çekin makroekonomi, para politikası, yükselmekte olan ekonomiler alanlarında araştırmalar yapmaktadır.