Bir gerekçe bulup doktor öldürüyoruz.
Bir gerekçe bulup kadın öldürüyoruz.
Bir gerekçe bulup yolsuzluk yapıyoruz.
Bir gerekçe bulup hukuksuzluk yapıyoruz.
Ben diyorum bütün bunlar insan kalitesindeki sorunla ilgili.
Bütün bunların insan kalitesine en fazla değer vermesi gereken bir siyaset kadrosunun 20 yıllık iktidarının ardından, hem de bir kısmını iktidar kadrolarının paylaşmasıyla gerçekleşiyor olması, belki en temel hassasiyet alanında sonuç alamamış olmanın, üstelik bir kısmına kapı aralamış olmanın göstergesidir.
Eğitim, diyorum, kültür diyorum, aile diyorum, gençlik diyorum, hukuk diyorum.
Bütün bu alanlar dökülüyor.
Bu alanların döküldüğü bir ülkede, insanlara sağlık taşıyan insanlar öldürülür, çocuklarının annelerine bıçaklar saplanır, devlet malı deniz yemeyen domuz diye bakılır, cezaevleri dolar, taşar, bu arada da hak gaspları hukuk düzeninin tabii görüntüsü haline gelir.
İnsan kalitesini yükseltmek.
İnsanı insan yapmak.
İnsanın içindeki canavarı zaptu rapt altına almak.
Nasıl olacak bu iş?
Bir İslam ülkesindeki insanların, diyelim başka, değer kaybına uğradığını düşündüğümüz ülkelerdeki toplumsal huzura, insana saygıya imrenir hale gelmesindeki çelişkiyi düşünebiliyor musunuz?
Yarın bizim, İslam toplumlarının büyük iki bayramından birisini, Kurban Bayramını idrak etmiş olacağız.
Bu bayram, adı üstünde Kurban Bayramı.
Her mevsimde kesilmekte olan hayvanlardan bir kısmı bugün, daha farklı bir manevi değeri yüklenerek kesilecek.
Tabii ki orada da insan kalitesi devreye giriyor. “Kurbana saygı”yı öğütlüyor bütün metinlerimiz. Cinayet işler gibi öfke salgını içinde kesilmez kurbanlar. Ama bu da bir idrak meselesi. İnsan kalitesi meselesi.
Ben vaktiyle “insan krizi” diye tanımladım bunu, böyle bir kitabım çıktı.
Dünün, bugünün sorusu şu:
Nasıl çıkacağız bu “insan krizi”nin içinden?
Bilmem mevcut iktidar kadrosu, içinde yaşadığımız manzaraya bakarak bir hayıflanma duygusu yaşıyor mudur?
Elde var doktor cinayeti. Elde var kadın cinayeti. Elde var yolsuzluklar. Elde var hukuksuzluklar. Elde var ülkeyi terk etme duyguları. Elde var Sedat Peker ifşaatları…
Siyasetçi acaba bu “insan krizi” içinde kendisini nerede görüyordur? Kendini, “insan krizi”nin hangi boyutundan sorumlu hissediyordur?
Yarın iktidarı devralma hazırlığında olan muhalefete sorayım, muhalefetin her bir kanadına, bu doktor – kadın cinayetlerindeki, ya da yolsuzluklar, hukuksuzluklardaki “insan krizi”nin etkisine dair ne düşünüyorlar, onu aşmak için nasıl bir hazırlık yapıyorlar?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ülkeyi emperyalist uşaklarına bırakmayacağız” demiş 2023 seçimlerinden bahsederken…
“Emperyalist uşakları” olarak mı görüyor tüm muhalefet cenahını?
Promptera yüklenen bu ifadeler üzerinde yeterince düşünmüş müdür sayın Cumhurbaşkanı?
20 yıldır yönettiği ülkede, seçimi kazanma ihtimali fevkalade yüksek bir toplumsal itirazı “emperyalist uşakları” diye nitelemek, “Ben ülkede iktidara gelebilecek kadar emperyalist uşağı oluşturdum” demekten farklı mıdır?
Bence bu dil de “siyasette bir insan kalitesi sorunu”nu gözler önüne seriyor.
Ne diyeyim, gerçekten bu “insan kalitesi sorunu nasıl aşacağız?” sorusu beni panikletiyor.
“Erdem”i konuşmak istiyorum. “Erdemi konuşma”nın neredeyse lüks haline geldiğini düşünüyorum.
Siyaset kadrolarına “erdem”i hatırlatacak bir manevi zeminimiz olsaydı diyorum. O zeminlerin siyasete monte olduğunu ve her türlü insani sapmaya gözleri kapamayı tercih ettiğini, bu tercihi meşrulaştırma çabasına girdiğini görüyorum.
Kurban bayramı öncesinde doktor cinayetlerini konuşmak ne kadar acı. Sevinçleri değil, acıları konuşmak ne kadar acı.
Bu sabah namazından itibaren tekbirlere başladık. “Allahü ekber, Allahü ekber. Lâilâhe illallahü vallahü ekber. Allahüekber ve lillahilhamd.”
Son söz olarak Bayramı, insan krizlerinin kaynağı olan “kendi hevasını tanrı edinme” sendromuna karşı bu tekbirlerle insani terbiye iklimine dönüştürme dileğimi ifade etmek istiyorum. Bayramınız mübarek olsun. Bayrama acılarla girenlere sabrı cemil niyaz ediyorum.