Tarih: 27.03.2019 11:35

Doğu Türkistanlı Seyfullah´ın Mısır´dan Türkiye´ye hicret hikayesi....

Facebook Twitter Linked-in

Ben El Ezher üniversitesi İslamî ve Arapça araştırma bölümünden mezun olduktan sonra,  Hicrî 1438 senesinde yüksek lisansa başladım. Ve bu dönemlerde ikamet ve başka nedenlerden dolayı Mısır Cumhuriyeti fetva birliğine haftada 3 gün derse gidiyordum.

Ramazan ayıydı, bir gün fetva birliğine derse gittiğimde, orada müftü talebesinden, "Müslümanları karanlıktan aydınlığa çıkarmak ve Çin´in Mısır´da elektrik santrali gibi inşaatları yapması için Uygur Türklerini onlara teslim etmesini "Hudeybe Antlaşması" örnek göstererek, "Kafirleri dost tutma" sayılmayacağını duyup çok şaşırdım ve arkadaşıma anlattım.

Sonradan bu konu hakkında ki fetvayı başkalarının da duyduğunu öğrenmiştim. Ayrıca sokaklarda ve Bahar dönemlerinde "Hoylam" internet medyasında  Mısır´da öğrencilerin tutuklandığı haberleri yayınlanmıştı.

Hakikaten de bir takım arkadaşlarımızın tutuklandığı haberini almıştık. Ama ben yüksek lisans sınavına hazırlanmakla meşgul idim ve bu haberin bu kadar hızlı yayılacağını tahmin etmemiştim. Ancak yazılı Kur´an sınavına giderken otobüste karşılaştığım, Mısır´a çocuğunu eğitmek için gelen abiden  ´Mahmud Damollani´ tutuklama hilesinin mağlubiyetini duyunca ciddi bir şekilde sefere hazırlık yaptım.

7 Temmuz mübarek cuma günü için Türkiye´ye uçak bileti aldım. 4 Temmuz salı günü akşam sefer hazırlığı ve ev eşyalarını satmakla meşgul idim. Eşyaları bir Mısırlıya satıp yorgunlukla evime döndüğümde polisler gelmeye başlamıştı bile. Komşu arkadaşlarımızı hatta Urumçi İslam Enstütisinden mezun olup ekiple gelen arkadaşlarımızı da tutuklamaya başladılar. Ben Mısır hükümetine güven duymadığım, Pakistan´daki öğrencilerin tutuklanma geçmişini bildiğim ve kendi suçsuzluğuma inandığım için kapıyı açmadan evde oturdum.        

Gece saat 01:00 olmuştu onlar çoktan değiştirdiğim ev kapısının kilidini kendi anahtarlarıyla açmaya çalışıyorlardı. Demek oluyor ki hedefleri bendim. Eşimle istişare etmemizin akabinde nafile namaz kılıp Allah´a yalvarıp dua ettik. Daha sonra 4. Kattaki evimizin penceresinden çıkıp, su borusu ile tırmanıp duvara dayanarak aşağıya indim ve zemin kattaki küçük pencereden mescide girdim. Secde edip dualar ettikten sonra baktım ki mihrap üstünde ki küçük pencereden kaçma şansım var.

O küçük camı kırdım ve atlayarak bina arkasındaki sokaktan caddeye çıktım. Yüzüm gözüm tozluydu ve cam parçaları koluma girmişti, hem de dikenli duvardan atladığım için üzerimden kanlar damlıyordu. Bir taksi çağırdım, hâlimi gören şoför, korkup benden kaçmaya çalıştıysa da hızlıca taksiye bindim. Şoför korktuğu için bir demir şişi göğsüme koyup hemen inmemi rica etti ve açıklama yapmama rağmen kabul etmedi. Önümde zalim Sisi´nin bir takım engelleri olsa da Allah´ın takdirine güvenerek taksiden indim ve özgürlük için bir arkadaşımın evine koştum.

Sabah ezanı okunuyordu, yoldaki mescide girip abdest aldıktan sonra bir arkadaşımın evine gelip kapı bekçisini uyandırdım. Zalim Çin´in elinden kurtulmak için uğraş verdiğim bu mücadeleyi devam ettirmem gerekiyordu. Kıyafetlerimde kanlar bulunduğu için az önceki şoför gibi bekçi de korkmasın diye bekçiye, karımla kavga ettiğimizi ve bu esnada bana cam bardakları atıp evden kovduğunu, bu yüzden arkadaşıma karımla aramı düzeltmesi için konuşmaya geldiğimi söyledim. Böylelikle bekçi kapıyı açtı. Yukarı çıkıp arkadaşımdan temiz kıyafet istemek ve istişare yapmak için kapıyı uzun uzun çaldım fakat açan olmayınca binadan inip bir taksi çağırıp bekçiye anlattığım hikayeyi anlattım. Mısır´da sık rastlanan bir olay olduğu için şoför de inanıp beni dediğim yere götürdü.

Uzak bir pazara gelmiştim. Orada sabah namazından dönen arkadaşımla karşılaştım ve ondan kıyafet istedim. Arkadaşım evine kıyafet almaya gitti. Ben Namaz kılana kadar gelmeyince hava aydınlanmadan üzerimi değiştirmem ve kurtuluş mücadelesini devam ettirmem için arkadaşımın gelmesini daha fazla bekleyemeden kapı önündeki eski büyük ayakkabıyı giyip pazara doğru yürüdüm. Sabahın erken saatlerinde 24 saat açık çocuk kıyafetleri satan bir mağazaya girdim. Aynı hikâyeyi anlatıp çaresiz 10 yaş civarındaki çocuk kıyafetini satın aldım. Kıyafetlerin çok küçük olmasına ve iç pantolonumun görünmesine rağmen mecburen giyip taksiyle tren istasyonuna geldim.  Şoförden Güneydeki Asvan şehrine tren olup olmadığını sordum ve  Kuzeyde ki İskenderiye şehrine gidecek olan metrobüsle yola çıktım.

Kollarımda ki yaralardan hâla kan akıyordu. Çarşamba sabah saat 10:00 civarında eczanede el ve ayaklarımda ki yaralarımın tedavisini yaptırdım. Yolda karşılaştığım kişilerin "babasının ayakkabısını giymiş" tarzında sözlerini işitip tuhaf bakışlarını fark edince pazardan kendime kıyafet, şapka ve ayakkabı satın alıp üzerimi değiştirdim. Evden kaçmadan önce planladığımız gibi karımla hastanede buluşmaktansa Mısır´dan kaçmayı denemenin daha mantıklı olacağını düşündüm. Çünkü havalimanında ben tutuklanıp onlar dışarıda kalırsa daha tehlikeli olacaktı. O nedenle bir kaç ülkeden vizesiz gidilebilecektim. Dubai´ye aynı gün (5 Temmuz Çarşamba)  sonraki gece kalkacak uçak biletini aldım. Zikir tesbihleriyle sınırdan geçiş damgasını koydurup dinlenme salonunda bekledim.

Allah´a sonsuz hamd olsun ki ben El- Ezher mezunu olduğum için pasaportum Mısır güvenlik kurumuna gönderilip Elif Vav işareti koyulduğundan diğer yolculardan iki defa fazla kontrol edilip zor geçmiştim. Mescide girip şükür namazı kılıp çıktığımda 20´den fazla Doğu Türkistanlı Uygur kardeşimiz salonda bekliyordu.

Ben de bir köşede oturup bekledim, arada polisler yine bizim arkadaşlarımızı tekrar kontrol etmeye geliyordu, yine geldiklerinde karnımı tutarak mescide girdim ve Allah´a yalvardım. Uçak saati geciktirildiği için tuvalete girip uzun süre orada beklemek zorunda kaldım. Uçuş saati yaklaşınca tuvaletten çıkıp sırada durdum. Görevliler normalden daha fazla olmalarına rağmen, Allah onların gözüne perde indirmiş gibiydi. Sağ sâlim geçip uçağa bindim. Uçakta ancak 3 doğu Türkistanlı uygur kardeş olduğu için bindikten sonra bir daha bizi kontrol etmediler.

Ama şarja şehrine gidecek uçaktan 3-4 kişi tutuklanmış. Elhamdulillah uçak kalktı. Perşembe günü Dubâi´de baş örtülü ve sakallı görevlilerin kontrolünden sonra çıkış salonunda bir kaç arkadaşla karşılaşıp tanıştık ve Türkiye´nin uçak biletini soruşturduk bilet fıyatı çok pahalı olup 1000 dolara yükselmiş.

Beni tutuklandı zanneden bilet satan arkadaşlarla irtibat kurup Dubai´de bir arkadaşımızın evinde misafir olduk. Cuma günü önce İran´a sonra İstanbul´a gidecek uçak biletini 400 dolara satın aldık ve cuma günü  öğleden sonra Tahran´a geldik.

Havalimanında İstanbul´a gidecek uçak biletini çıkarmak için orada ki görevliye pasaportumuzu verdik. Uzun bir süre kontrol etti. 3 saat içinde yavaşça ayaklarımı yıkayıp abdest alıp mescide girdim. Bahreyn´li birine beraber namaz kılmamızı teklif ettim, o kişi Şia imiş, benden nereli olduğumu sorduktan sonra kendi mezhebine uyarak yalnız kılmak istediğini söyledi.

Bu esnada arkadaşımız uçak biletimizi aldığını söyleyip beni çağırdı. Bu havalimanında ki birçok şey Çin ürünüydü, hatta servis yerlerine Çince-Farsça yazılar yazılmıştı.

Mecburi başörtüsü takmış dar pantolonlu bir grup Çinlilerle karşılaştık.

Allah´a sonsuz hamd olsun ki, Tiran´dan yola çıkıp 7 Temmuz akşamı İstanbul havalimanına sağ salim ulaştım. Ben bir öğrenci evine yerleşince hemen ailemin haberini almaya çalıştım. Sabah kimse fark etmeden evden çıkıp ne yapacağımı bilemeden karanlığın gitmesini bekleyip dolaştım. Karım  cuma namazına camiye geldiğinde Kur´an kursunda okuyan Somali´li kadınlar ile tanışmış ve onlar karımın yolculuk hazırlıkları ve sefer masraflarını karşılayıp üstelik 500 (Mısır parasıyla) yolculuk işlerine çok yardımcı olmuşlar. Ben telefon ile İstanbul´a gelmeleri için uçak bileti aldım ve 9 Temmuz sağ salim aile üyeleri İstanbul´da bir araya geldik. 

Ama aklım hep Mısır´da tutuklanan suçsuz kardeşlerim, vatanım ve halkımda idi. Mısırda ki Peygamber varisleri sayılan dinî talebelere yapılan bu ihanet ve namussuzluk hepimize çok ağır gelmişti. Avukat İzzet Güneyin açıklamasına göre tutuklanan 200 küsür kardeşimizin çoğu 3-4 ay hapiste kalmış ve 17 kardeşimiz Çin´e iade edilmiş, ve bir kaç öğrencimizin şehit olduğu haberi gelmiş başka kayıp olanlardan ise hala hiç haber yok.

Not: Duğu Türkistanlı Seyfullah İki çocuğu ve eşi ile birlikte Adana´da oturuyor. Kendisi Çukurova üniversitesinde yüksek lisans yapıyor. Doğu Türkistan´daki Ailelerinden ise uzun zamandır haber alamıyorlar

Kaynak: ekrangazetesi.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —