DOĞU GUTA´DA GÖREV YAPAN BİR DOKTORUN KALEMİNDEN YAŞANAN İNSANLIK DRAMI

Esad rejimi ve Rusya´nın 2012´den beri ateş altına aldığı ve sadece Şubat ayından bu yana 600 kişinin hayatını kaybettiği Doğu Guta´da yaşanan insanlık dramını, bölgede görev yapan bir doktor en acı hali ile anlattı. Yazı, dünyanın sessizce izlediği vahşe

DOĞU GUTA´DA GÖREV YAPAN BİR DOKTORUN KALEMİNDEN YAŞANAN İNSANLIK DRAMI

Esad rejimi ve Rusya´nın 5 Şubat 2012 tarihinden itibaren muhaliflerin elinde bulunan Doğu Guta´da kontrolü tekrar ele geçirmek için başlattığı bombardıman yıllardır durmaksızın devam ediyor.

Son aylarda artık boyut değiştiren katliamda, Birleşmiş Milletler´in (BM) verilerine göre 600 kişi hayatını kaybetti, 2 binden fazla kişi de yaralandı. Sivillerin tahliye edilmediği, bombaların yağmur gibi yağdığı Doğu Guta´daki insanlık dramına tüm dünya gözlerini kapadı. 

Bölgeden her geçen gün gerçekleştirilen bombardıman sonrası gelen fotoğraflar yaşanan vahşeti apaçık ortaya koymasına rağmen, başta Türkiye olmak üzere sadece bir elin parmak sayısını geçmeyecek ülke bu katliama ´dur´ dedi.

´GÖRDÜKLERİMİ GÖZÜNÜZDE CANLANDIRIN´

20 yıldan uzun süredir doktor olan ve şimdi de ateş altındaki Doğu Guta´da görev yapan bir doktordan gelen çağrı ise artık sözün bittiği noktayı da geçti. 

Verilen kayıpların, atılan bombalarla parçalanmış bedenlerin, çaresizliğin ve çok daha fazlasının bir nebze de olsa yansıtılmaya çalışıldığı yazıda, Doğu Guta´daki insanlık dramı bir kez daha gözler önüne serildi.

İşte yeryüzünün cehennemi olan Doğu Guta´da yaşananlar:

Bir doktorun kaleminden

"Ölülerin Rahminden doğmak..!

Yirmi yıldan uzun süredir neşterim arkadaşım oldu.

Ben işimi yaparken, sessizce parmaklarımın arasında oynardı.

Her günün sonunda ona fısıldarım: Çok iyi iş çıkardın, birlikte çok hayat kurtardık.

Fakat şimdi her şey değişti.

Geçende neşterim eskiden kullandığım gibi değildi.

Parmaklarım onu idare edemiyor artık,

Sanki ruhumun bir parçası içine kaçmıştı...

Artık şahit olduğu yaralara tahammül edemez oldu.

Uzuvları kopmuş, gözünü kaybetmiş, yüzünü kaybetmiş çocuklar...

Vatanın toprağına bulanmış kefenlerine sarılı kadınlar ve aileleri, en çok da evlatlarının kanlarına bulanmışlar.

O aç ve solmuş yüzlerin üzerine barut kokusu ve iğrenç isi sinmiş...

Çocukların çığlıkları, kadınların feryatları, erkeklerin cefası, doktorların acizliği neşterime de dokundu, onu ıstıraba boğdu, artık şahit olduklarından sonra çalışmayı bıraktı.

Ama bu çığlıklar dünyanın kalbine ulaşıp onu uyandırmadı.

Bugün bize getirilen bedenlerin hepsi günlerdir bir lokma tadamamış zayıf, bir deri bir kemik kalmış bedenler. Evlatlarıyla birlikte taş ile insan arasında ayırım yapmayan varil bombalarının enkazları altında gömülü kalmışlar.

Bugün enkaz altından bana bir anne getirdiler. Yedi aylık hamile, yanında da iki küçük çocuğu.

Size bu çocukların gözlerinde tüm dünyanın ıstırabı birikmiş desem, yeterince tarif etmiş olamam.

İlk çocuğun sağ ayağı yok ve kolu kırık. Diğer çocuk bir gözünü kaybetmiş ve göğsüne bir şarapnel saplanmış. Anneleri ise ölümle cebelleşiyor. Şarapnel o incecik bedeninin tümünü parçalamış, son nefesine şahit olmamız için elimize gelmiş.

Yaşamak için mücadele edişini görüyorum. Gözleri yanındaki bu hale gelmiş yavrularına odaklanmış. Babaları onları terk edeli aylar olmuş.

Bu aileyi tek bir çarşaf içinde getirdiler bana. Sedyelerimiz yok artık, onları yatak olarak kullanıyoruz. Çünkü yatakların hepsi dolu.

Yalvarıyorum size benim gördüklerimi gözünüzde bir canlandırın. Sadece bir anlığına bu sahneyi canlandırın ve paramparça olmuş bu dört canı bir kerede taşıyan bu çarşafı: anneyi, karnındaki bebeği ve yanındaki iki çocuğunu.

Meslektaşlarımdan biri kulağıma fısıldadı: Belki bebeğini kurtarabiliriz.

İlk defa, yere oturdum, başım öne eğildi ve düşündüm...

"Onu kurtaralım mı yoksa annesiyle birlikte mutlu bir şekilde, bu dünyanın çirkinliğini görmeden gitmesine izin mi verelim..."

Bırakayım da annesiyle gitsin...

Hayır...! hayır...!

Benim vazifem onu kurtarmaktı...!

Etrafıma bir baktım,

O annenin parçalanmış yavruları

Bedenini terk eden ruhu,

Uçakların ve patlayan varil bombalarının sesi,

Çocukların yürek yakan ağlamaları

Ve kulağıma fısıldayan arkadaşım: Neyi bekliyorsun, hadi ama?
Çıkarmamız gereken bir hayat var?

Bir neşterime baktım, bir arkadaşıma

Hangi hayata çıkaracaksın onu?

Varil bombalarının, ateşlerin ve hüsranın hayatına mı?

Onu kim emzirecek?

Bezini kim değiştirecek?

Kim sallayacak?

Ağlamasını kim duyacak?

Evet; onu terk etmeyen bir Allah´ı var, ama ben ve neşterim artık düşünmekten bile aciz bir duruma düştük?

Arkadaşımın sesi bu düşlerimden uyandırdı beni...

?Annenin kalbi durdu?

Anne ölse bile çocuğu çıkartacağım...

Ve hayatımda ilk defa... yapamadım... neşterim beni durdurdu. Onu masaya bıraktım ve sessizce çıktım gittim.

Arkadaşım gözyaşları içinde bana şaşkınlıkla bakarak işini tamamladı...

Tüm bunlar sadece birkaç dakika içinde oldu ama yıllar sürecek bir yara bıraktı... mağlubiyet ve acizliğin açtığı bir yara...

Okuduğum Moğol katliamlarında, engizisyon hikâyelerinde veya firavun kıssalarında okuduklarımı bile tasavvur edemiyorum.

Dünya, dünyanın liderleri ve kralları...

Sizin bu katliamlara sessiz kalışınız yüzbinlerce masum sivile mâl oluyor. Yaptıkları tek şey ise ?Şam´da El-Guta? isimli bir beldede olmaları...

Sizden Guta´yı kurtarmanızı istemeyeceğim. Ama insanlığınızı kurtarın

Kendi insanlarınızı kurtarın

Çocuklarınızı...

Ve bilin ki şehit annesinin karnından çıkan bu bebek sizin sorumluluğunuzda!

Doyurun onu,

Sıcak tutun,

Ona düzgün bir hayat yaşama hakkı verin

Ölüm varillerini durdurun

Gelin Guta´nın çocuklarını görün,

Yüzlerine dokunun, aç karınlarından çıkan sesleri duyun

Onlar da insan değil mi?"