Tarih: 26.12.2018 19:33

Doğu Akdeniz enerji denklemi ve uluslararası hukuk

Facebook Twitter Linked-in

Ferhat Ercümen

Son günlerde Doğu Akdeniz´in muhtelif kesimlerinde bulunan hidrokarbon kaynaklarının aranması, çıkartılması, işlenmesi ve dış pazarlara taşınması konularında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır, Yunanistan ve İsrail arasında çeşitli müzakereler gerçekleşiyor. Masada Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti´nin (KKTC) olmadığı bu görüşmelerin, bölgenin yadsınamaz parçası olan bu iki ülkenin menfaatleri aleyhine ve Türkiye´yi Doğu Akdeniz´de keyfi şekilde belirlenmiş bir alana tecrit etmek amacına yönelik olduğu açıktır. Fakat Doğu Akdeniz enerji kaynakları konusu hem siyasi hem hukuki hem de ekonomik olarak Türkiye ve KKTC yok sayılarak çözülebilecek nitelikte değildir. Özellikle uluslararası hukuk açısından kıyıdaş ülkelerin hak ve yükümlülükleri bellidir ve Türk tezlerinin haklılığı açıktır.

Kıbrıs sorununun enerji alanına yayılması olarak da nitelendirilebilecek bu durum, önceleri Türkiye, KKTC, GKRY ve Yunanistan ile sınırlı iken, 2000li yıllarda bölgede çeşitli doğalgaz yataklarının bulunmasıyla diğer Doğu Akdeniz ülkelerini de ilgilendirir hale geldi. Özellikle GKRY Kıbrıs´ın güneydoğu açıklarında bulunan enerji yataklarının bölüşülmesi, çıkartılıp işletilmesi kapsamında, İsrail ve Mısır gibi bölge ülkeleriyle daha önce sınırlı olan ilişkilerini geliştirmek, Ada´nın tek söz sahibi sıfatıyla antlaşmalar yapmak ve Total, Eni, Exxon gibi uluslararası şirketlere tek taraflı imtiyazlar vermek suretiyle, ekonomik çıkarın yanı sıra KKTC ve Türkiye aleyhine siyasi güç de elde etmek istiyor.

Kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge

Günümüzde geçerli deniz alanları tanımları kıyıdan başlayarak iç sular, karasuları, bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge (MEB) ve nihayet açık deniz şeklinde sınıflandırılabilir. Doğu Akdeniz enerji kaynakları konusunu anlamak için kıta sahanlığı ve MEB kavramlarına değinmek faydalı gerekiyor. Deniz yatağı ve toprak altındaki petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynaklara yönelik haklar, kıta sahanlığına sahip sahildar devlete hasredilmiştir. Kural olarak da kıta sahanlığı ipso facto (kendiliğinden) ve ab initio (başlangıçtan itibaren) hak doğurur ve bu hakların temliki için ilan edilmesi gerekmez. Buna karşın MEB ise kıta sahanlığı üzerindeki su kütlesinde balıkçılık, dalga ve rüzgârdan enerji üretilmesi gibi faaliyetlere yönelik haklar doğuran, ilan edilmesi gereken bir deniz alanıdır. Uluslararası hukuk, bu alanlarının öncelikle kıyıdaş devletler arasında anlaşarak bölüşülmesini vaaz eder. Bu mümkün olmadığı takdirde, uluslararası tahkim ve mahkemeler gibi barışçıl çözüm yollarına başvurulması beklenir. Bunun da sağlanamaması ihtimalinde uluslararası hukuk, haklı menfaatleri olan ilgili devletler arasında, bu doğal zenginliklerden yararlanılmasına yönelik geçici çözümlere başvurulabileceğini söyler. Nitekim bu prensipler 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinde (BMDHS) açıkça belirtilmiştir. En nihayetinde, bölünmemiş deniz alanlarında ilgili ülkelerin haklarını geri alınamaz şekilde değişime uğratacak, doğal kaynakların tek taraflı kullanılması gibi girişimler hukuk dışı addedilmektedir.

Doğu Akdeniz´de doğalgaz ve petrol kaynaklarının işletilmesine yönelik olarak devletler arasında kapsamlı bir kıta sahanlığı bölüşümü gerçekleşmiş değildir. Şüphesiz bunda, başta Kıbrıs sorunu olmak üzere kıyıdaş ülkeler arasındaki siyasi ve deniz alanlarının bölüşümüne yönelik anlaşmazlıkların payı büyüktür. Buna rağmen GKRY´nin Mısır ve İsrail´le, Ada´nın tek otoritesi sıfatıyla deniz alanlarını sınırlandıran antlaşmalar imza ettiği, Lübnan ile yapılmak istenen antlaşmanın ise Türkiye´nin çabaları sonucu engellendiği vakidir. Buna rağmen son dönemlerde İsrail´in Leviathan, GKRY´nin Afrodit ve Mısır´ın Zohr adı verilen ve birbirine yakın konumda bulunan bölgelerde ciddi doğalgaz yatakları keşfetmesi, adı geçen devletleri yakınlaştırmıştır. Yunanistan´ın da bu gruba dahil olma çabasıyla, buradan çıkarılabilecek gazın Avrupa´ya nakli tartışılmaya başlanmıştır. Fakat bu denklemde ne Türkiye´ye ne de KKTC´ye yer verilmiştir. Kuşkusuz Kıbrıs sorununa ek olarak, 2013 Mısır darbesinden sonra Mısır´la ve Mavi Marmara saldırısı sonrası İsrail´le yaşanan gerilimler, Türkiye´nin bölgede yalıtılması siyasetinde büyük rol oynamıştır.

Doğu Akdeniz´de fiili oldubitti üretme çabaları

Açık okyanusların aksine, Akdeniz gibi yarı-kapalı bir denizde, sahildar devletler arası mesafe hiçbir noktada 400 deniz miline ulaşmamaktadır. Bu da hak iddia edilen kıta sahanlığı ve MEB bölgelerinin çakışması anlamına gelmekte ve deniz alanlarının sınırlandırılması ihtiyacını zorunlu kılmaktadır. Gelinen noktada, Türkiye ve KKTC Doğu Akdeniz deniz alanları ve doğal kaynakları üzerindeki haklarının geri dönülmez şekilde diğer devletler tarafından ihlal edilmesi tehlikesiyle karşı karşıyadır. Üstelik Yunanistan, GKRY ve hatta Avrupa Birliği (AB) ajansları tarafından yayınlanan Doğu Akdeniz haritalarında, deniz alanları keyfi şekilde ve elbette Türkiye aleyhine bölünmüş gösterilmektedir. Bu haritalarda devasa Anadolu karası ve yüzlerce millik Akdeniz kıyılarımız görmezden gelinerek, Ege´nin güneydoğu ucunda bulunan uzak ve ufak Yunan adaları ile GKRY´nin kısa kıyı uzunluğuna orantısız ve adaletsiz büyüklükte deniz alanları cömertçe bahşedilmektedir. Elbette bunlar uluslararası hukuka, hakkaniyete dayanarak atılan adımlar değildir; Doğu Akdeniz´de Türkiye ve KKTC´nin hak ve menfaatlerini ihlal etmeye ve fiili oldubitti üretmeye yönelik tek taraflı çabalardır.

İlginç şekilde, Doğu Akdeniz enerji kaynakları konusu, doğalgaz gibi hidrokarbon kaynakları ilgilendiren kıta sahanlığından ziyade, MEB çerçevesinde ele alınmakta veya ele alınmaya çalışılmaktadır. Burada kasıtlı bir tutum söz konusudur. Nitekim kıta sahanlığı kendiliğinden ve başlangıçtan itibaren var kabul edilen haklar doğurmaktadır. Bu nedenle Türkiye´nin kıta sahanlığı reddedilemez niteliktedir. Ek olarak, kıta sahanlıklarının sınırlandırılmasında başlıca kural olan ?kara denize hükmeder? prensibi, deniz alanlarının bölünmesinde ülkelerin kıta büyüklüğü, kıyı şeridi uzunluğu gibi karasal özelliklerinin belirleyici olduğunu açıkça vurgulamaktadır. Bu anlamda, Doğu Akdeniz´de en uzun kıyı şeridine sahip olan Türkiye´nin kıta sahanlığını yadsınamamaktadır. Fakat BMDHS´ye taraf olmayan ve Akdeniz´de MEB ilan etmemiş olan Türkiye´nin kıta sahanlığından doğan hakları, GKRY tarafından tek taraflı MEB ilanıyla ihlal edilmek istenmektedir.

Her ne kadar kıta sahanlığı ve MEB iki farklı deniz alanını yönetse de, gerek bölgesel olarak üst üste binmeleri gerek ise benzer haklar doğurmaları açısından, kıta sahanlığı ile MEB çakışan ve birbirini tamamlayan alanlardır. Muhakkak ki burada hukuki olmasa bile kurnazca bir siyaset vardır. İlan edilen MEB üzerinden kıta sahanlığına ilişkin haklara da el atmaya ve nihayetinde Doğu Akdeniz´de deniz alanlarının bölüşülmesi gerçekleşirse, daha önce ilan edilmiş bu MEB alanları ile hak edilenin ötesinde çıkar sağlanmaya çalışılmaktadır.

Türkiye´nin ve KKTC´nin hakları

Bu noktada tehlike altında bulunan Türkiye ve KKTC´ye ait iki farklı menfaatin ayırt edilmesi gereklidir. Birincisi, Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs´ın deniz alanlarının ve zenginliklerinin tamamı üzerinde var olan hakkı ve GKRY´nin bunlar üzerinde tek taraflı tasarrufta bulunamayacağı gerçeğidir. Bu çerçevede Türkiye KKTC ile anlaşmalı olarak Kıbrıs Türklerinin hakkını korumaya çalışmaktadır. Diğeri ise doğrudan Türkiye´ye ait Akdeniz kıta sahanlığı ve muhtemel MEB alanına ilişkin haklardır. Özellikle GKRY´nin yayınladığı deniz alanları haritasında Kıbrıs´ın batısındaki Türk kıta sahanlığına dahil bölgeler GKRY´nin yetkisinde gösterilmektedir. GKRY ve Yunanistan´ın başını çektiği girişimler hem doğrudan Türkiye´ye ait deniz alanlarının gaspına hem de KKTC´nin haklarının ihlaline yöneliktir.

- Enerji jeopolitiği açısından Türkiye´nin Doğu Akdeniz´deki yeri

Çıkarılması planlanan doğalgazın bölge dışına, özellikle de Avrupa pazarına taşınması için üç muhtemel rotadan söz edilmektedir. Birinci ve en pahalı ihtimalde, çıkarılan gaz Mısır´da mevcut tesislerde yüksek basınçla sıvılaştırma işleminden geçirilerek LNG halinde gemilerle Avrupa´ya taşınabilecektir. İkinci ihtimalde Kıbrıs, Girit ve Yunanistan arasında denizaltına döşenecek bir boru hattından bahsedilmektedir ki bu durumda Türk kıta sahanlığının kullanılması gerekecektir. İki ihtimal de ekonomik olarak makul ve uygulanabilir görünmemektedir. Buna karşın çıkarılan gazın Ceyhan üzerinden boru hatlarıyla Avrupa´ya taşınması en kolay ve ucuz yol olarak nitelendirilmektedir. Saf dışı bırakılmaya çalışılsa dahi, Türkiye´nin jeopolitiği bölge ülkelerince göz ardı edilememektedir.

Türkiye bugüne kadar neler yaptı?

Peki, Türkiye bu girişimlere karşı bugüne kadar nasıl cevap verdi ve şu anda ne yapıyor? Belirtilmelidir ki Türkiye bu çabaların farkındadır ve en başından beri GKRY´nin deniz alanları ve kaynakları üzerindeki tüm tek taraflı girişimlerini resmi ve sistematik şekilde protesto etmektedir. Her ne kadar uluslararası antlaşmalar kural olarak sadece antlaşmanın tarafları için hak ve yükümlülükler doğursa da Türkiye, önceki suskunluk veya onayın ilerideki itiraza engel olması kuralı olarak bilinen estoppel durumunda kalmamak için, bu tarz girişimleri kabul etmeyeceğini ısrarla ve açıkça belirtmektedir. Uzun müddet Kıbrıs sorununun çözümüne engel oluşturmaması için tarafları ortak ve adil bir çözüme davet eden Türkiye, KKTC ile 2011´deki Kıta Sahanlığı Antlaşması´na kadar, bir yandan da Türkiye´nin ve KKTC´nin menfaatleri aleyhine bir statüko değişimine engel olmaya çalışmıştır. Türkiye´nin tutumu 2011 itibariyle değişmiş, özellikle KKTC´nin onayıyla, Türk Donanması Doğu Akdeniz´de belirli parsellerde yabancı arama ve çıkarma çalışmalarına engel olmaya başlamıştır. Benzer bir tavır, daha önce Rodos´un güneydoğu açıklarında Türk kıta sahanlığı üzerinde arama yapan yabancı gemilere de gösterilmiştir. Bununla beraber, Kıbrıs açıklarına Barbaros Hayrettin Paşa Araştırma Gemisi gönderilmiştir. Özetle şu ana kadar, sorunu tırmandırıcı tek taraflı işlemlere karşı çıkılmış, bunu engelleyici önlemler alınmış ve devam eden tek taraflı araştırmalara misliyle karşılık verilmeye başlanmıştır.

Türkiye bundan sonra ne yapabilir?

Peki, Türkiye neler yapabilir? Öncelikle, Türkiye Doğu Akdeniz denkleminde haklı tezlere sahip güçlü bir ülkedir. Bu kapsamda artık Doğu Akdeniz´de nasıl bir paylaşım resmi görmek istediğini açıkça belli edebilir. Örneğin, Türkiye Doğu Akdeniz´de hak iddia ettiği kıta sahanlığı ve MEB alanlarına ait resmi haritaları yayınlayarak kendi tezlerini ileri sürebilir. Böylelikle bugüne kadar Türkiye´nin Akdeniz kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesini ilan etmemesinden yararlanan GKRY ve Yunanistan´ın iddia ettiği abartılı ve Türkiye´nin deniz alanlarını mütecaviz haritalara en net cevabı vermiş olur.

Ayrıca muhtemel Kıbrıs-Girit-Yunanistan doğalgaz boru hattı da böylelikle daha güneyden geçmek ve maliyeti arttığı için belki de rafa kaldırılmak durumunda kalacaktır. Benzer şekilde Libya, Mısır ve hatta İsrail gibi Doğu Akdeniz´e sahildar devletlerle çift taraflı deniz alanlarını sınırlandırma antlaşmaları imzalayarak bölgede yalıtılmanın önüne geçebilir. Nitekim Doğu Akdeniz´e sahildar ülkeler arasında Türkiye aleyhine büyüyen gruplaşma, Türkiye´yi oyunbozan, agresif ve yalnız ülke konumuna itmeye çalışmaktadır. Türkiye Doğu Akdeniz´de oyuna gelmemek için, kurulmak istenen oyuna karşı, kendi oyununu kurucu hamleler yapabilir.

[Yüksek lisansını Cenevre Graduate Institute´te tamamlayan Ferhat Ercümen Glasgow Üniversitesi´nde uluslararası deniz hukuku alanında doktora çalışmasına devam etmektedir]




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —