“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak!” ( Kızılderililerinin Reisi Reis Seattle )
Sürgün ülkeden başkentler başkentine
Gelin gülle başlayalım şiire atalara uyarak
baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine
dünya bir istiridye,
dönüşelim bir inci tanesine
dünya bir ağaç bir özlem duvarı
bülbül sesine
şair gündüzü bir gül gibi
akşamı bülbül gibi
sarıp sarmalayan öfkesine
bir anda yükselen bir bülbül sesi
-erken erken karlar ortasında
güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-
bana geri getirir eski günleri.
Gül Muştusu
Dicle’yle Fırat arasında
Bir eski şehir cennet titremesi
Sarı güller çevirmiş dört yanını
Yabancı bir şehir gibi
Kırmızı güller yerli
Kuzuların doğması nasıl beklenirse o ülkede
Güllerin açması da öyle beklenir gün doğmadan önce
Bahar yağmurları böyle güllere gebe
İner gökyüzünden bahçelere
Nişanlarda gül şerbeti içilir
Hastalara gül şurubundan ilâç
Gül bir yeni yıl gibi
Yetişir evlere muştu gibi
Hızır fısıltısı say onu
Baharın salavatı güller
Yeryüzüne gelerek sabahları
Yataklara dökülerek
Aşk ezanını okurlar gençlere
İnsan kardeşim Kızıl Derililerin Reisi Reis Seattle’nin irfani bir bilgelik saçan sözleri ve aynı irfani ruhu yansıtan Doğunun büyük oğlu, Usta şair, ruhumun yakarışlarını dile getiren, şiirde üstadım merhum Sezai Karakoç bahar, Gül, doğa sevgisi ve doğa ile insan uyumunu bu şekil dile getirmiş. Onun için o irfani söz ve üstadımın her iki şiirinden alıntılar ile başladım söze…
İnsan türü bu dünyaya gelmeden önce yaratıcı kudret ona yaşamını insanca sürdürebileceği bir xwezayı yani doğayı hazırladı.
Bu doğayı sadece insan türü için değil, yeryüzündeki bütün canlılar için hazırladı. Bu nedenle bu doğanın ve dünyanın tek sahibi sadece insan türü değildir. Doğadaki büyük-küçük, bütün canlılar. Hayvanlar. Ağaçlar, Bitkiler, Çiçekler ve otlar bu doğanın gerçek sahipleridir.
Bu dünyadaki yaşamın döngüsünü sağlayan atmosfer, Okyanuslar, Denizler, ırmaklar, bütün topraklar, dağlar, ovalar, taşlar, Yer altı ve yer üstü madenleri. Ateş, Su, hava, Rüzgâr, Güneş, Ay ve yıldızlar bu dünyadaki bütün canlılarındır.
Bu yüzden Amerikalı Beyaz işgalciler, Kızılderililerden topraklarını kendilerine satmalarını isterken şefleri Seattle onlara şu mektubu yazmıştı:
Kızılderili Şefi’nin Beyaz Adama Sözleri
Bu konuşma 1854’de Kızılderili Şef Seattle tarafından halkının topraklarını satması istenmesi üzerine bir yanıt olarak yazılmış; bu konuşma daha sonradan Washington’da muhafaza edilmiş ve Amerikan Expo 74’de sunulmuştur. Son zamanlarda UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) tarafından yayınlanıp, çevre üzerine şimdiye dek yapılmış en güzel ve en içten anlatım olarak tanımlanmıştır.
Washington Kentindeki Büyük Başkan bize, topraklarımızı satın almak istediğini bildiriyor.
Büyük başkan bize aynı zamanda dostluk ve iyi niyet dolu sözler de gönderiyor.
Bu dostça bir davranıştır. Zira biz onun bu dostluğa ihtiyacı olmadığını çok iyi biliriz.
Biz onun isteğini düşüneceğiz. Eğer biz satmaya razı olmazsak belki de o zaman beyaz adam tüfeği ile gelecek ve bizim topraklarımızı zorla alacaktır.
Gökyüzü nasıl satılır? Ya da satın alınır? Ya toprakların sıcaklığı?
Bunu tasarlamak bize yabancıdır. İnsan, havanın tazeliğine, suyun şakırtısına sahip olmazsa onu nasıl satabilir? Siz onu bizden nasıl satın alabilirsiniz?
Seattle Reis ne söylerse Washington’daki Başkan bunun doğruluğuna emin olmalıdır.
Tıpkı beyaz kardeşimizin mevsimlerin tekrar geleceğine emin olduğu gibi. Benim sözlerim yıldızlara benzer. Onlar hiçbir zaman sönmez.
Bu dünyanın her bir parçası ulusum için kutsaldır. Parıldayan her çam yaprağı, her kumsallık kıyı, karanlık ormanlardaki sis, dağlardaki her geçit, vızıldayan her böcek; ulusumun düşünce ve yaşantılarında kutsaldır. Ağaçların içinde yükselen özsuyu Kızılderili adamın anılarını da taşır.
Beyazların ölüleri, yıldızların altında gezmek için uzaklara giderlerken doğdukları toprakları unuturlar. Fakat bizim ölülerimiz bu büyülü dünyayı hiçbir zaman unutmazlar. Çünkü bu dünya Kızılderililerin annesidir. Biz bu toprakların bir parçasıyız.
O güzel kokulu çiçekler bizim kız kardeşlerimiz; Geyik, at ve büyük kartal da bizim erkek kardeşlerimizdir.
Yüksek kayalıklar, yeşil çayırlar, tayların ve insanların vücutlarının ılıklığı aynı bir aileye aittir.
Washington’daki büyük başkan bizden topraklarımızı istediği zaman, işte bütün bunları bizden istemektedir. O bizden çok şey istemektedir.
Büyük başkan bize bir yer vereceğini ve bizim orada rahatça yaşayacağımızı söylüyor. Böylece o bizim babamız olacak biz onun çocukları. Böyle bir şey hiç olabilir mi?
Suların çıkardığı sesler atalarımızın öykülerini anlatır. Derelerin ve ırmakların parıltıları sudan kaynaklanmaz. Onlar atalarımızın parıltılarıdır.
Bilmiyorum. Bizim davranışlarımız sizinkilerden farklıdır. Biz size bu toprakları sattığımız zaman biliniz ki onlar kutsaldır. Sizin çocuklarınız da onların kutsal olduklarını öğrenmelidirler.
Suların çıkardığı sesler bizim atalarımızın sesleridir. Irmaklar bizim kardeşimizdir. Onlar bizim susuzluğumuzu giderirler. Kayıklarımızı taşır ve balıkları ile bizim çocuklarımızı doyururlar. Topraklarımızı sattığımız zaman bunu hatırınızda tutmalısınız. Irmaklar sizin de kardeşlerinizdir. Ve siz şimdiden başlayarak ırmaklara karşı iyiliğinizi esirgememelisiniz. Öteki kardeşlerinize de.
Kızılderili adam, onun topraklarına giren beyaz adam karşısında her yerde geriledi. Sabahın sisinin, dağların ötesinden doğan Güneşin önünden kaçtığı gibi. Bu topraklarda, babalarımızın külleri bulunmaktadır. Bu topraklar bize kutsaldır.
Ama beyaz adamın bizim ne düşündüğümüzü anlamadığını da biliriz. Toprağın her bir parçası onun için aynıdır. O sanki gece gelir ve topraktan istediği şeyi alır ve gider. Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır. Onu elde ettikten sonra daha ilerilere gider ve onu terk eder.
Babalarının mezarlarını geride bırakır ve bir daha onlarla ilgilenmez. Babalarının mezarları ve çocuklarının doğum hakkı çabucak unutulur.
O, annesi olan toprağı ve kardeşi olan gökyüzünü talan edilecek şeyler veya birkaç koyuna veya birkaç inciye satılacak şeyler olarak görür. Onun açlığı dünyayı saracak ve geriye çölden başka bir şey kalmayacak.
Beyazların şehirlerinde sessizlik denen şey yoktur. Orada yaprakların seslerini veya böceklerin vızıltılarını duyamazsınız. Bütün bunlar benim bir vahşi olmamdan ve bunları anlayamamamdan kaynaklanır. Gürültü ve patırtı bizim kulaklarımızı tırmalar.
Kuşların ötüşü veya geceleyin kurbağaların bağırışı olmadıktan sonra dünyada ne vardır?
Kızılderili, bir gölün üzerinden eserek gelen rüzgârın sesini ve taze kokusunu sever. Öğleyin yağan yağmurun taze çam yapraklarından süzüp getirdiği reçine kokusundan hoşlanır.
Kızılderili adam için hava kıymetlidir. Çünkü her şey aynı solunumdan pay alır. Hayvan, ağaç ve insan. Hepsinin teneffüs ettiği hava aynıdır. Beyaz adam soluduğu havanın farkında değilmiş gibi. Tıpkı ölmüş bir insanın kötü kokuları duymadığı gibi. Fakat biz size topraklarımızı satarsak biliniz ki hava bizim için kıymetlidir.
Topraklarımızı satmak üzerine bir daha düşüneceğiz. Eğer buna karar verirsek bunun bir koşulu olacaktır: Beyaz adam topraklarımızdaki hayvanlara kardeşleri gibi muamele etmelidir. Ben bir vahşiyim ve başka türlüsünü anlayamam. Ben şimdiye kadar beyaz adam tarafından öldürülüp bırakılmış binlerce ve binlerce manda (bizon) gördüm. Ben bir vahşiyim ve demir atın (lokomotif) sırf onun yoluna çıkmasın diye öldürülen mandadan daha kıymetli olduğunu anlayamam.
Hayvanları olmadıktan sonra insanların ne önemi vardır? Eğer bütün hayvanlar onları bıraksalardı insanlar ruhlarının yalnızlığından ölmezler miydi?
Hayvanların başına gelenler çok geçmeden insanların da başına gelecektir. Hayatta her şey birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir.
Sizler çocuklarınıza toprağa kıymet vermelerini öğretmelisiniz. Sizler de çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz. Toprak bizim annemizdir.
Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir. Toprağa tükürürseniz kendi yüzünüze tükürmüş olursunuz. Zira biz biliyoruz ki toprak insana değil, insan toprağa aittir.
Her şey, bir aileyi birbirine bağlayan kan gibi birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir. İnsan, hayatın dokusunu yaratmamıştır. O dokunun bir parçasıdır. Hayır, gündüzle gece bir arada yaşayamazlar.
Beyaz adamın topraklarımızı satın alması isteğini düşüneceğiz. Fakat benim ulusum soruyor; Beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzünün maviliği, toprakların sıcaklığı, koşan impalanın hızı nasıl satılabilir? Biz size bunları nasıl satabiliriz? Siz bunları nasıl alabilirsiniz?
Kızılderili adam bir kâğıt parçasını imzaladığı ve onu beyaz adama verdiği için siz bu topraklara istediğiniz her şeyi yapabilir misiniz? Havanın serinliğine ve suyun parıltısına sahip değilsek onları size nasıl satabiliriz? Sonuncusu da öldürüldükten sonra mandaları nasıl satın alabilirsiniz?
Biz teklifinizi düşüneceğiz. Biz satmaya razı olmadığımız takdirde beyaz adamın tüfeği ile gelip topraklarımızı alacağını bilmekteyiz. Biz vahşi insanlarız. Beyaz adam ise geçici olarak iktidardadır. O bütün dünyanın kendisine ait olduğunu ve kendisinin bir Tanrı olduğunu sanmaktadır.
Biz sizin başka topraklara göç etmemiz teklifinizi düşüneceğiz. Orada sükûn içinde kalan sayılı günlerimizi geçireceğiz. Günlerimizin kalan kısmını nerede geçireceğimiz önemli değildir. Çocuklarımız babalarının gururlarının kırıldığını ve yenildiklerini gördüler. Savaşçılarımız utandırıldılar. Yenilgiden sonra günlerini miskince geçirdiler. Vücutlarını tatlı yemeklerle ve içkilerle zehirlediler. Günlerimizin geriye kalanını nerede geçireceğimizin bir önemi yoktur. Zaten geriye pek fazla zaman kalmamıştır. Birkaç kış geçtikten sonra geriye kendi uluslarının mezarlarında matem tutacak kimse de kalmayacak.
O ulus ki bir vakitler güçlü idi ve geleceğe umutla bakıyordu. Oysa şimdi ormanlarda başıboş dolaşmaktan başka yapacak bir şeyleri kalmadı. Fakat ben ulusumun çöküşüne neden ağlayayım. Uluslar insanlardan oluşur. Başka şeyden değil. İnsanlar ise denizdeki dalgalar gibidir. Gelip geçerler. Onlara yol gösteren ve onlarla bir dost gibi konuşan bir Tanrıya sahip olan beyaz adam bile, herkes için belirlenmiş olan alın yazısından kaçamayacaktır.
Belki de biz hepimiz kardeşiz. Yalnız biz, beyaz adamın da bir gün keşfedeceği bir şeyi şimdiden biliyoruz. Bizim tanrımız da aynı tanrıdır. Sizler bizim topraklarımıza sahip olacağınızı düşündüğünüz gibi ona da sahip olmayı düşünüyorsunuz. Fakat buna muktedir olamayacaksınız. O insanların tanrısıdır. Kızılderililerin de beyazların da. O yüzden bu topraklar değerlidir. O toprakları yaralamak onun tanrısını hor görmektir. Beyazlar da bir gün bu dünyadan göç edeceklerdir. Belki de bütün diğer ırklardan daha çabuk.
Yataklarınızı zehirlemeye devam ederseniz bir gün kendi çöplerinizin içinde boğulacaksınız. Fakat batışınız sırasında etrafa çok parlak bir ışık salacaksınız. Bu sizi buraya getiren ve Kızılderili adama hâkim olmanızı söyleyen Tanrının kudretinden gelecektir. Sizin bu kaderiniz bizim için bir muammadır.
Bütün mandalar öldürüldükten sonra, yaban atları evcilleştirildikten, ormanların en gizli köşeleri bile insanların ağır kokuları ile kirletildikten, sevimli tepeler konuşan tellerle doldurulduktan sonra… Çalılıklar nerede? Kayboldular! Kartallar nerede? Gittiler! Hızla koşan taya, hızla koşan ava “Allahaısmarladık” demek ne demektir?
Bir yaşamın sonu sırf daha fazla şeye sahip olmaktan mı geçer? Tanrı sizin hayvanlara ve Kızılderililere hâkim olmanızı istedi. Fakat bunun sebebi bizim için muammadır.
Biz beyaz adamı anlayamıyoruz. Belki beyaz adamın ne rüya gördüğünü veya uzun kış gecelerinde çocuklarına ne masal anlattığını bilseydik belki o zaman onu anlayabilirdik. Fakat biz yaban insanlarıyız ve beyaz adamın düşleri bize saklıdır. Bu yüzden biz kendi yolumuzdan gideceğiz.
Biz her şeyden önce her insanın istediği gibi yaşama hakkını tanır ve sayarız. Bizi birbirimize bağlayan şeyler pek azdır. Biz sizin teklifinizi düşüneceğiz. Eğer ona evet dersek bu sırf bize vaat ettiğiniz toprakları güvenceye almak içindir. Belki de orada geriye kalan kısa günlerimizi alıştığımız biçimde geçiririz.
Size bu toprakları sattığımız zaman siz de onları bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onlarla ilgileniniz. Onları bu gün bulduğunuz gibi koruyunuz. Bütün kuvvetinizle, kalbinizle, ruhunuzla onları çocuklarınız için koruyunuz. Tanrının sizi sevdiği gibi siz de onları seviniz. Çünkü biz bir şey biliyoruz: Tanrımız aynı Tanrıdır. Bu dünya kutsaldır. Beyaz adam bile ortak kaderimizden kaçamaz. Biz hepimiz kardeşiz. Bunu zaman gösterecek.
Son Kızılderili de bu dünyadan gittiği ve onun hatırası yalnız bir bulutun sonsuz çayırlar üzerindeki gölgesi olarak kaldığı zaman, babalarımızın ruhu bu kıyılarda ve bu ormanlarda yaşamaya devam edecektir. Çünkü onlar bu toprakları seviyorlardı. Yeni doğan bir bebeğin tıpkı annesinin kalp atışlarını sevdiği gibi.
‘Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz. Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak!’
( Kızılderililerinin Reisi Reis Seattle ) (https://www.gencufuk.com)
Bu sözler barbar ve vahşi bir kapitalizmin ve onun esiri kör para hırsının doğaya verdiği, vereceği zararları en güzel şekilde dile getiren sözlerdir. Bu nedenle hikmet ve bilgelik yüklü bu sözler üzerine fazla bir söz söylemek pişmiş aşa su katmaktan beterdir. Reis Seattle kardeşin sözlerini en çok biz köylerde doğup çocukluklarını köylerin kırlarında, dere ve göllerinin kenarlarında geçirenler anlarız diye umuyorum.
O halde gelin hep birlikte bu doğa katliamına karşı sesimizi yükseltelim. Çünkü bu katliam aynı zamanda insanlığın katliamına kapı aralıyor. Çünkü bu katliam bizim çocuklarımızı ve torunlarımızı doğanın fıtri güzelliğinden, kendi fıtratlarından uzaklaşarak topyekûn bir şekilde beton, metal ve plastiğin ürünü bir seri ölüm ve çürümelere mahkûm ediyor…
Çocuklarımız yumurta, süt, peynir, Yoğurt, et gibi hayvansal ürünler, üzüm ve diğer meyvelerin nasıl üretildiğinden habersiz olarak bir kuş yavrusu, bir civciv, bir kuzu, bir oğlak… Ve daha nice canlı ve bitkinin sevgisinden, vücut ısıları ve kokularından habersiz bir şekilde büyüyorlar
Zira Denizler artık çok pis kokuyor, Nehirler kuruyor. Deniz, Kara ve havada canlı çeşitliliği yok oluyor. Doğadaki flora ölüyor. Etlerini yediğimiz ve sütlerini içtiğimiz hayvanlar hep naylon, Plastik, Petrol ürünleri ve fabrikaların zehirli atıklarını yiyorlar. İçiyorlar. Dolayışı ile biz de aynı şeyleri yiyoruz.
Solduğumuz fabrika dumanları ve egzoz gazlarına ilave olarak. Kozmetik ve kimyasal faciayı anlatmaya gerek yok. Bütün bunlar bizi salgın ve toplu ölümlerle karşı karşıya bırakıyor. Nükleer ve balistik savaş ve silahlar cabası.
Obur kapitalizmin eseri yoksulluk, işsizlik ve ucuz işçilik sonucu adil bir bölüşümün olmadığı bir cehenneme dönen adaletsiz bir yaşam da bu meselenin tuzu biberi oldu artık. O halde gelin hep beraber Kızılderililerin Reisi Reis Seattle kardeşin şu sözünü haykıralım:
‘Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentlerde, bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulamaz.
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak!’
Doğaya, Reis Seattle kardeşe ve doğru, onurlu, sükûn ve selamet içre bir yaşam endeksine selam ve muhabbet ile…
Kaynak: farklı Bakış