Tarih: 14.02.2020 01:19

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu gibi girişimlerini sahiplenmeli değil miyiz?

Facebook Twitter Linked-in

Diyanet İşleri Bakanlığı her ne kadar devletin kamu kurumlarından biri olsa dahi, gerek devletin kendisine biçtiği rol ve gerekse kurumun ve tabii ki kurum mensuplarının faaliyet alanı ve icra ettikleri görev bakımından ayrıca bir öneme ve değere sahiptir. Çünkü toplumun İslam’ı olduğu gibi öğrenmesinde olduğu kadar öğrenmemesinde de en büyük pay bu kurumun ve bu kurumda çalışan din adamlarınındır. Dolayısıyla bazı kardeşlerimizin yaptıkları gibi, “laik rejimin bir kurumu, ne halleri varsa, görsünler” demek yerine, İslami olan her icraatının yanında ve içinde olmamız gerektiğine inanıyorum. Takdir ve tebrik etmek gerekir ki, bu hayırlı icraatlarından biri de Başkan Sayın Prof. Dr. Ali Erbaş’ın sadece toplumumuzda değil, bütün dünyada en yaygın ve bir o kadar da ölümcül olan sigara içimine karşı gösterdiği hassasiyettir.

Önce Erbaş’ın konu ile ilgili konuşmasından bazı satır başları:

-          Dünyadaki yetişkin nüfusun 1/3’üne tekabül eden 1,1 milyar insan sigara tiryakisidir… Bu yönüyle sigara, sadece kullanan kişiyi ya da toplumu değil, bütün insanlığı derinden etkileyen çok önemli bir psikososyal sorundur.

-          Allah, "Kim, bir insanı haksız yere öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür" diye buyurmaktadır. Peki, sadece Türkiye’de 100 bin kişiyi öldüren bir madde için bu katildir, demek zor bir şey mi?

-          Sigara sadece insan sağlığına çeşitli zararlar vermekle kalmıyor, aile bütçesine ve ülke ekonomisine de büyük oranda zarar verdiği de bir gerçektir.

-          Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratılan ve eşref-i mahlûkat şeklinde tarif edilen insanı bağımlılık yoluyla bu temel vasfından uzaklaştıran, onu aciz bir varlık hâline getiren; sigaranın haram olduğunu belirten Diyanet’in fetvasının desteklenmesi gerektiğini bir kez daha buradan söylüyorum.

Görüldüğü gibi, Erbaş’ın bu tespitlerinin hepsi hayati derecede önem arz etmektedir. Keşke dini cemaatler ve sivil toplum kuruluşları da bu konulara bigâne kalmasalar ve ortak politikalar üretip, o doğrultuda birlikte mücadele etseler. Kaldı ki, içki, uyuşturucu ve sigara gibi maddeler sadece Müslümanların değil, bütün insanların sorunlarıdır.

Bilindiği gibi, laik ve kısaca bütün din dışı rejimler ya dini ve dini kurumları yasaklarlar veya onlara bir çerçeve belirlerler. Fakat şu da bir gerçektir ki, bir rejim ne kadar baskıcı olursa olsun, rızası olmadıkça hiçbir insanın kalbine hükmedemez. Tarihte bunun örnekleri çoktur; tıpkı Firavun’un rejiminde yaşayan Musa gibi, Nemrut’un rejiminde yaşayan İbrahim gibi, Ebu Cehil’in rejiminde yaşayan Hz. Muhammed gibi ve günümüzde benzer rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde yaşıyor olup da Musevî, İbrahimî ve Muhammedî duruş sergileyenler gibi. Bu bağlamda bilmemiz gereken diğer bir husus da, rejimlerin tahakkümlerinin bazı şahsiyetlerle, bazı kesimlerle ve bazı kurumlarla sınırlı olmadığı ve bütün kurumları ve vatandaşları kapsadığıdır. Aynı durum Diyanet İşleri Başkanlığı için de geçerlidir. Elbette ki, herkes kendi yapabildiklerinden sorumludur.

Kimi başkan, imamlar ve diğer dini görevliler devletin ön gördüğü dini topluma dikte etmeye çalışırken, kimileri de Allah’ın dinini olduğu gibi yaşama ve anlatma çabası içerisinde olurlar. Bunu sadece diyanet kurumu için görmek haksızlık olur. Bu durum her kurum ve oradakiler için de geçerlidir. Bir de bunu sadece kamusal alanla da sınırlamamak gerekir.

Her ne kadar rejim Müslümanların temsilini bir başkanlık düzeyine indirgemiş olsa ve bu kurumdakilerin İslam’ı olduğu gibi anlatmalarına izin vermiyor olsa dahi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın toplum üzerinde kayda değer bir saygınlığı vardır. Başkanlar, imamlar ve diğer görevliler İslam’ı ne kadar yaşasalar ve anlatsalar, Hak ve halk nezdinde o kadar itibar görmektedirler.

Toparlayacak olursak… “En mükemmel din ve en mükemmel nizam bizimkidir” diyen bizlerin dünyanın dört bir yerindeki halimiz hiç mi hiç bu mükemmellikle örtüşmüyor. Bereket versin ki, sorunun kendimizden kaynaklandığını biliyoruz en azından. Ama gördüğümüz gibi, bu kadarı yetmiyor. İmanımızı yeniden ve yeniden gözden geçirmemiz ve bunun ilk toplumsal adımı olarak da marufu yaşamada ve münkeri defetmede dayanışmamız gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu ve diğer hayırlı girişimlerini de bu bilinçle sahiplenmeliyiz.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —