Öylesine acıtıcı ve yürek yakıcı bir dönemden geçiyoruz ki kahrolmamak mümkün değil. Hani insanın “keşke böyle utandıran zamanlarda yaşamak zorunda kalmasaydım” dediği anlar vardır ya, işte öyle bir dönemi yaşıyoruz.
Ülkeyi yönetenlerin çok umurunda değil belki ama ülkede öylesine derin bir yoksulluk yaşanıyor ki eğer bu sefalete tanık olanlar, vicdanlarında insanlıklarını sorgulama gereği bile duymuyorlarsa vazgeçelim bu insanlıktan…
Biliyorum çok öfkeli bir başlangıç oldu, ama ne yapayım ki yoksul ailelerin yaşadıkları vicdan yaralayıcı haller karşısında artık dayanamıyorum.Peki neden böyleyim?
Dün sabah bazı ihtiyaçlar için markete gittim, insanların ceplerini ve tahammül sınırlarını zorlayan fiyatlardan söz etmeye gerek bile duymuyorum, zira akılla ve mantıkla izah etmek mümkün değil. Ama markette bir ailenin yaşadığı çaresizlik karşısında gözyaşlarımı saklamak zorunda kalıyorum. Yanlarında 4-5 yaşlarında bir çocuğu olan karı-koca aldıkları soğan ve patatesin parasını ufak paraları da sayarak güçlükle ödüyorlar. Ancak çocuk yürekleri yakan bir ağlama ile marketten çıkmamak için adeta direniyor. Muhtemelen istediği bir şeyi alamadılar, o yüzden de feryat-figan ediyor. Bir anda “istediği neyse ben alayım” demek için niyetleniyorum ama aileyi incitmekten korktuğum için cesaret edemiyorum ve kahroluyorum.
Bu nasıl bir haldir Allah’ım… O an Mehmet Akif’in “Ya Rab, bu uğursuz gecenin yok mu felahı?/Mahşerde mi biçarelerin, yoksa sabahı!/ feryadıyla ayrılıyorum marketten…
İşte memleketin kahreden hali bu… Kim bilir bilmediğimiz, tanık olmadığımız milyonlarca ailede ne tür dramlar yaşanıyor…
Ama ne hazindir ki her vesileyle “Kenar-ı Dicle’de Bir Kurt Aşırsa Koyunu, Gelir de Adl-i İlahi Sorar Ömer’den Onu” vecizesini dillendirerek “Ömerler arayan” dindar iktidarımız, ne hikmetse çaresizlere çare olmayı değil, iki oy daha fazla alabilmek için şov yapmayı seviyor.
Tamam iktidarı anladık, onların derdi kırmızı pabuç… Peki Diyanet İşleri Başkanlığı ne iş yapar bu ülkede?
Ülkede yaşanan acılara, yoksulluklara, yolsuzluklara, hukuksuzluklara Diyanet’in söyleyeceği bir sözü yok mudur?
Diyanet de iktidarla birlikte ‘başka bir evrende’ yaşıyor olmalı ki bunca ahlaki çürümeye ve yozlaşmaya kulaklarını tıkamayı tercih ediyor anlaşılan.
Evet Diyanet’in gerçekten çok daha önemli işleri var, insanlara dini ve ahlakı telkin etmek yerine, her gün yeni fetvalar üreterek ahlakın çok da önemli olmadığını anlatmaya çalışıyor. Mesela bir vatandaş Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’na şöyle bir soru soruyor: “Düğünlerde bir süre takıp sonra geri vermek üzere kolye, bilezik gibi altının kiralanması caiz midir?”
Fetva aynen şöyle: “Altın kolye, bilezik gibi ziynetin (süs eşyasının), bozdurulmadan bizzat kendisini (aynını) geri vermek şartıyla düğün gibi münasebetlerde kullanmak için kiralanması caizdir ama kendini olduğundan varlıklı göstermek ahlaki değildir."
Kısacası Diyanet bu fetva ile yapılan işlemin ‘ahlaki’ olmadığını söylemesine rağmen ‘caizdir’ diyerek çok açık bir şekilde insanları ikiyüzlülüğe teşvik ediyor. Vatandaşın sorusu gereksiz, hatta cahilane olabilir, burada vahim olan Diyanet’in ‘ahlak’ kavramını önemsizleştirmesidir.
Oysa hayatımızın her aşamasında aslolan, İslam’ın özünü teşkil eden ahlaktır. Çünkü biliyoruz ki İslam, ahlaka güç ve manevi bir temel kazandırmıştır. Zaten insan olmanın erdemi de ahlaklı olmaktır. Nitekim Hz. Peygamberin en önemli mesajlarından birisi de “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” şeklindedir.
Maalesef günümüz Türkiye’sinde ‘ahlak’, iktidar ve Diyanet İşleri Başkanlığı nezdinde parasal ve siyasi hiçbir getirisi olmadığı için içi boşaltılmış bir kavram haline dönüşmüş bulunuyor. Bu arada bazı hocalarımızın siyasi alanda düşman (muhalefet) kazanacaksa yalan söylemenin caiz olduğu şeklindeki fetvalarının, ahlaki çürümeyi daha da derinleştirdiğini bir yere not etmekte yarar var.
Hemen belirtelim, bu ülkede ve bütün İslam dünyasında ahlakı esas alan bir zihniyet devrimine şiddetle ihtiyaç var. Ali Bardakoğlu Hoca’nın ifadesiyle “Yirmi birinci yüzyılda İslam dünyası kaybettiklerini kazanmaya başlayacaksa ilk kazanacağı şey kesinlikle İslam ahlakı olmalıdır.” (Yüzleşme, s.43)