Dini dayanışma ile geri gönderme söylemleri arasında sıkışan Türkiye

RABİA KARAKAYA POLAT'ın Karar'daki yazısı;

Dini dayanışma ile geri gönderme söylemleri arasında sıkışan Türkiye

Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Rabia Karakaya Polat, 20 Haziran Dünya Mülteciler Günü’nde Türkiye’nin göç politikalarını irdeliyor.

Son yıllarda karşı karşıya kaldığımız mülteci hareketleriyle birlikte gelişen söylem ve politikalarda dini dayanışma anlatısının önemli bir rol oynadığına tanıklık ediyoruz.

Şefkat, hayırseverlik ve konukseverlik gibi dini ilkeler, ev sahibi topluluklara ve hükümetlere mültecilere sığınma ve destek sunma konusunda ilham verebilir. Öte yandan, dini farklılıklar, farklı inançlara sahip mültecilerin ayrımcılığa maruz kaldığı veya girişlerinin reddedildiği dışlayıcı politikalara da yol açabilir.

Türkiye, Suriye krizinin patlak vermesinden itibaren tüm dünyada en çok Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ülke durumunda. Suriyeli mültecilerin Türkiye’ye gelişinin zirve yaptığı 2013-2016 yılları arasında bu durum Türkiye’de büyük bir muhalefete veya itiraza yol açmadı. Elbette zaman zaman mültecilere yönelik nefret söylemi ve eylemleri gerçekleşti. Ancak bu eylem ve söylemler Avrupa ülkelerindeki gibi göçmen karşıtı siyasi partilerin yükselmesine sebep olan hatta seçim sonuçlarını etkileyen bir boyuta ulaşmadı. Bu kadar büyük sayıda mülteci gelişine toplum nasıl olup da rıza göstermişti? Başka bir deyişle iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi bu rızayı üretmeyi nasıl başarmıştı? Bu soruları cevaplama isteği beni AKP’nin mülteci söylemini analiz etmeye yöneltti1. Başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere partinin önde gelen aktörlerinin söylemlerini incelediğimde 3 önemli boyut öne çıkıyordu. Birincisi AKP, Suriyelilere yönelik açık kapı politikasını dini dayanışma söylemiyle gerekçelendirdi. Ensar-muhacir referansı, mültecilerin ekonomiye bereket getirmesi, onların bize birer emanet olması, mültecilere yapılan yardımın sadaka sayılacağı gibi anlatılar hak temelli bir söylemden çok dini kardeşliğe dayanan bir söylemdi. Buna göre Suriyeliler ve biz müslüman topluluklar olarak aynıydık. AKP söyleminin ikinci boyutu ise Suriyelilere kapıları açmanın tarihi bir sorumluluk olduğuydu. Özellikle Ahmet Davutoğlu’nun konuşmalarında Türkiye’nin gerçek sınırları ile hayali sınırları arasında bir ayrım yapılıyor; bir zamanlar Osmanlı toprağı olan bu yerlerde yaşayan insanlara kucak açmanın tarihi bir misyon olduğu sıklıkla vurgulanıyordu. AKP’nin Suriyeli mültecilere yönelik söyleminin üçüncü boyutunu ise ahlaki üstünlük iddiası oluşturuyordu. Buna göre mültecilere kapısını açan Türkiye, her zaman insan haklarından bahseden ama bu krizde kapılarını kapatıp yükü paylaşmayan Avrupa’dan ahlaki olarak daha üstündü. İç siyasette AKP’nin politikasını eleştiren muhalefet de milletin değerlerini anlamayan, ecdad yadigarı topraklarla gönül bağı kuramayan, ensar olmanın ne demek olduğunu bilmeyen kendi toplumuna yabancı aktörler olarak resmedildi. Dini dayanışmaya dayalı bu söylem mülteci kabulünü kolaylaştırırken aslında bir yandan da toplumda var olan fay hatlarını daha da derinleştirdi. Üstelik dini dayanışma söylemine dayalı bir politikanın sürdürülebilir olmadığına son zamanlarda hep beraber tanık oluyoruz.

AKP aktörleri dini dayanışma anlatısıyla ortak bir müslüman kimliği vurgularken hem Suriyeliler hem de Türk toplumu için bu kimliği varsaymış oluyor ve örneğin Türkiye’deki güçlü seküler geleneği yok sayıyordu. Aynı şekilde tarihsel sorumluluk anlatısının merkezinde olan Osmanlı vurgusu da Osmanlı öncesi ve sonrası dönemleri görmezden gelerek ülke tarihini Osmanlı tarihinden ibaret gösteriyordu. Avrupa’ya yönelik eleştiriler büyük ölçüde haklı olsa da Avrupa’nın içindeki çeşitliliği görmüyor ve tüm devletleri ve aktörleri aynı kefeye koyuyordu. Kısacası Suriyeli mülteciler üzerinden bir ‘biz ve onlar’ ikili karşıtlığı (binary opposition) kuruluyordu. Bir yanda Suriyeli müslüman kardeşler ve onları ensar gibi kucaklayan müslüman Türk toplumu, diğer yanda ise ülke içinde bunu eleştiren aktörler ve mülteci meselesinde sorumluluk almayan iki yüzlü Avrupa ülkeleri. Populizm litaratürü bize bu tür ikili karşıtlıkları kullanan liderlerin nasıl başarılı olduklarını anlatıyor. AKP de uzun süre bu karşıtlıktan beslendi. Ancak, dini dayanışmaya dayalı bir mülteci söyleminin ve politikasının sınırlarına gelmiş olabiliriz. Nitekim, pek çok kamuoyu araştırması Suriyeli mültecilere yönelik olumsuz görüşlerde radikal bir yükselme gösteriyor2. Ülke tarihinde ilk kez göçmen karşıtlığı temelinde bir siyasi parti kuruldu ve bu parti girdiği ilk genel seçimde 2.3% oy alabildi3.

AVRUPA’DA DİNE DAYALI SİYASET

Peki dini dayanışmaya dayalı mülteci söylemleri sadece Türkiye’de mi görülüyor? Aslında Ukrayna krizinden sonra ortaya çıkan yeni mülteci krizinde benzer söylemin bu sefer Hristiyanlık üzerinden Avrupa’da inşa edildiğine şahit olduk. Suriyeli mültecileri dışarıda tutmak için büyük çaba gösteren Avrupa ülkeleri Ukraynalı mültecilere hiç tereddüt etmeden kapılarını açtı. Elbette bu politikanın başka tarihsel, jeopolitik, kültürel boyutları da var. Ancak yine de Avrupa Birliği’nin, üye ülkeleri bağlayıcı bir direktifle Ukraynalı mültecileri geçici koruma altına alması ve onlara hızla eğitim, sağlık, çalışma gibi haklar sağlaması çok çarpıcı. Ukraynalı mültecilerle dayanışma Avrupa siyasetinde önemini büyük ölçüde yitirmiş bazı dini aktörlerin tekrar sahneye çıkmasını da sağladı.

Çekya mülteci politikalarında dini dayanışma veya karşıtlık söylemlerinin rolünü anlamak açısından ilginç bir örnek teşkil ediyor. Çekya, Avrupa’da dindarlığın en düşük olduğu ülkelerden birisi. Nüfusun 79%’u herhangi bir dine bağlı olmadığını belirtiyor4. Ancak bu ülkede göç konusu hem dinin kamusal hayata dönüşünde hem de dini aktörler ile dine dayalı siyaset üreten aktörlerin rolünün artmasında önemli bir rol oynamış görünüyor. Çekya, Avrupa’da kendi nüfusuna oranla en fazla Ukraynalı kabul eden ülkelerden birisi5. Çekya’da bulunan müslüman göçmen sayısı ise yok denecek kadar az. Dolayısıyla müslüman mültecilere karşı ivme kazanan ‘dini değerlerimize tehdit’ anlatısını, bu dini aktörlerin siyasette ve kamusal hayatta daha fazla güç devşirme çabası olarak değerlendirmek mümkün. Geçen ay bir Avrupa Birliği projesi (CoreNet6) çerçevesinde İsviçre’deki Friborg Üniversitesi’nde yaptığımız toplantıdaki Çekyalı akademisyenin sarkastik ifadesi bizleri hem güldürdü hem düşündürdü: ‘Sovyetler zamanında yok etmek için onca çaba sarf ettiğimiz, artık var olmayan Hristiyan değerlerimizi, olmayan müslüman göçmenlere karşı korumaya çalışıyoruz’.

DİNİ DAYANIŞMAYA DAYALI SÖYLEM YANLIŞ MI?

Dinin, mülteci politikalarındaki rolü hiçbir zaman saf değil elbette. Ancak genel olarak din, kültürel, ekonomik, etik ve politik boyutlarla iç içe geçerek mülteci politikalarının oluşturulmasını ve uygulanmasını derinden etkiliyor. Pek çok durumda politik amaçlar için araçsallaştırılıyor. Türkiye’de de böyle oldu. Demokrasiden hızla uzaklaşılan bir ortamda pek çok diğer konuda olduğu gibi bu konuda da yeterli kamusal tartışma yapılmadı. İktidar partisi öyle istediği için toplumun Suriyeli mültecileri müslüman kardeşleri olarak kabul etmesi istendi. Şeffaflığın olmadığı bir ortamda mültecilerle ilgili komplo teorileri, dezenformayon ve nefret söylemi yayılmaya başladı. Bu sefer de mülteci karşıtlığı üzerinden prim yapma çabası ortaya çıktı. Muhalefet partileri kimin mültecileri en kısa zamanda ülkeden göndereceği ile ilgili yarışır hale geldi.

O halde dini dayanışmaya dayalı bir mülteci söylemi topyekün yanlış mıydı? Bir sohbet sırasında AKP’nin dine dayalı mülteci söylemine yönelttiğim eleştiriler üzerine Alman bir meslekTaşım eğer mülteci kabulünü kolaylaştırıyorsa bunun çok da kötü bir fikir olmadığını söylemişti. Öyle ya, mültecilere yönelik bu kadar nefret söylemi, sosyal medya linçleri varken dine dayalı bir dayanışma söylemi kurmanın nesi yanlış? Sanırım Türkiye’de AKP’nin dini kardeşliğe dayalı mülteci söylemini eleştirenler olarak bizlerin de kendimize sormamız gereken soru şu: mültecileri dışlamayan, düşmanlaştırmayan, hak temelli, adil, rasyonel ve sürdürülebilir söylemler inşa edebildik mi? Yoksa dini kardeşlik söylemi ile geri gönderme çığlıkları arasında sıkışıp kaldık mı?

AKP’nin Suriyeli mültecilere ilişkin söylemini incelediğim araştırmanın iki temel sonucu var. Birincisi, mülteci meselesi AKP kimliğinin kurucu bir bileşeni ve milleti daha İslami çizgilerde yeniden inşa etmenin söylemsel bir aracı haline geldi. İkincisi, Suriyeli mülteciler gibi tüm mazlumların koruyucusu olma iddiası bir gurur kaynağına dönüşerek, AKP’nin hem Batı’ya hem de ülke içindeki siyasi rakiplerine karşı ahlaki üstünlük iddiasında bulunmasına olanak sağladı. Müslüman mültecileri sınırlarından sokmamak için kendi değer ve normlarını hiçe sayan Avrupa Birliği, bu ahlaki üstünlük iddiasında AKP’nin işini pek kolaylaştırırken, iç siyasette prim yapmak isteyen muhalefet aktörleri de geri gönderme söylemi dışında bir alternatif üretemedi.

1 Polat, R.K (2018) Religious solidarity, historical mission and moral superiority: construction of external and internal ‘others’ in AKP’s discourses on Syrian refugees in Turkey, Critical Discourse Studies, 15(5): 500-516, https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/17405904.2018.1500925

2 Suriyeliler Barometresi 2021, https://www.unhcr.org/tr/wp-content/uploads/sites/14/2023/01/SB-2021-TR-MME-FINAL-19-Ocak-2023.pdf

3 https://www.ysk.gov.tr/doc/dosyalar/docs/14Mayis2023/KesinSecimSonuclari/YURTICI_SECIM_SONUCU_MM21.pdf

4 https://www.pewresearch.org/short-reads/2017/06/19/unlike-their-central-and-eastern-european-neighbors-most-czechs-dont-believe-in-god/

5 https://www.unhcr.org/countries/czech-republic

6 Connecting Theory and Practical Issues of Migration and Religious Diversity (COREnet) https://corenetcost.eu/about/#description