DİNDEKİ SOL, SOLDAKİ DİN

Abdullah Demir, Hem Peygamberin sesine, hem de filozofun sesine ihtiyacımız var.

DİNDEKİ SOL, SOLDAKİ DİN

                                      

Değerli arkadaşlar hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlarım.

Hem Peygamberin sesine, hem de filozofun sesine ihtiyacımız var. Tarihin bir dönüm noktasındayız. Sorunlar büyük ve ağır, yoksulluk, savaş, tabiatın kirlenmesi, haksızlık, yalnızlık, hastalıklar (kanser ve depresyon ilaçları)  şiddet ve şiddet kültürünün yaygınlaşması, nezaketsizlik, saygısızlık, eşitsizlik, adaletsizlik, bencillik, güçlünün zayıf karşısındaki söz hakkı vb. bütün bu gerçekliklerden dolayı, hala sol kültür ve sol düşünceye ihtiyacımız var. Benim İslam anlayışıma göre; sol düşünce Tanrı sözünün sonsuz zenginliklerini daha açıkça vurgulamaya yarar, adeta Tanrı sözünün adalet ve hak arama noktasında bir yorumudur. Sol ile dini karşı karşıya getirmek ve bu uğurda çaba sarf etmek doğru değildir, sol ateizmin bir nesnesi haline de gelmemelidir.

Dinle savaşmak sadece dine değil toplum dokusuna da zarar verir çünkü toplum için din gereklidir. Çatışma ve çatışma kültürü, gerçeklik ve birlik duygusunu yok eder.

Burada insan neden çatışır ve insan ne ister sorusu önemlidir.

Aslında insanların maksadı birdir, sadece maksada ulaşmanın yöntemleri farklıdır. Metodoloji bir gaye değildir, bir vasıtadır.

Aşık Paşa Garibname’de bir hikaye anlatır. Aynı hikâyeyi Mevlana da Mesnevi’de dile getirir.  Aşık Paşa, Kültür ayrılıkları üzerinde insanların, insan olarak birbirleriyle anlaşmaları gereğini vurgular. Mevlana’da dil bilen bir Süleyman’a ihtiyaç vardır der.

Hikaye şöyle:                                                                                             

“Bir Arap bir Acem bir Türk ve bir Ermeni birlikte yola çıkarlar. Bir yerden üzüm satın almak isterler, fakat birbirlerine bu isteklerini dil ayrılığı yüzünden anlatamaz, kavga ederler. Sonra üzüm gelince her biri isteklerinin aynı olduğunu görür. Âşık Paşa şöyle der: “İnsanlar bir evdendir, bu cümle mevcudat muhtelif düşmüştür, illa mahlûkat Tanrı birliğine ermek için ikilikten kaçmak gerek”  İnsanlık için uzlaşma ve kaynaşma kültürü her zaman istenilen bir şeydir.

Peygamberler içinde yaşadıkları toplumun sorunlarına ilgisiz kalmadılar, toplumun sorunlarıyla mücadele ettiler. Onlar Tanrı tarafından kurgulanmış bir İlahi robot değillerdi. Onun için dindeki sol ile soldaki dinin izlerini görmemiz lazımdır. Tarihsel süreç içerisinde bunun örnekleri çoktur mesela Perulu Cizvit Papaz Gustavo Gutierrez 1971’de kurtuluş teolojisinin doğuşunu şöyle haber verir:

“Yunan düşüncesinden alınan düalizmden acil kopmamız gerekiyor. Ne biri “dünyevi” ne de biri “uhrevi” olmak üzere iki gerçeklik; ne de “kutsal” ve “kutsal olmayan” iki tür tarih vardır, yalnızca tek bir tarih vardır ve tek bir kurtuluş vardır, o da Tanrı’nın Krallığıdır. Bu da insani ve dünyevi tarih içinde gerçekleştirilmelidir. Tayin edici olan kurtuluşu yukarıdan beklememektir.” der.

Gutierrez’in söyledikleri bize insanın bizatihi tarihsel politik mücadele aracılığıyla geliştiğini göstermektedir. Bugüne kadarki hak ve adalet mücadelelerinden istifade etmemiz gerekiyor. Bugün yeni bir insan ve yeni bir vizyona ihtiyaç var. İnsanlar eski mücadele yöntemlerinden ve sıkıcı din algılarından yoruldular. İnsanları kavga ve şiddete başvurmadan ikna etmemiz gerekiyor.

 Çünkü paylaşma duygusu doğası gereği şiddet karşıtıdır.

 DIŞ KOŞULLAR VE İÇ KOŞULLARIN DİYALEKTİĞİ

Rusya’da 1917 Bolşevik İhtilali olmadan 1860’lı yıllarda Dostoyevski Ecinniler adlı romanını yazdı. Aslında romandaki kahramanlar geleceğin kahramanlarıydılar. Dostoyevski, toplumsal hareketliliğin oluşturduğu ve yönlendirdiği ruhu sevmez, o, ruhun yaratacağı bir hareketliliğin özlemini çeker. Onda özne ruhtur romanda Deccal’in gizil güç halindeki ruhunu ve insanı Tanrı’ya dönüştürmenin safsatasını anlatır. İnsan, Tanrılaşmayı seven bir varlıktır. Kuran’a göre “O, kendini yeterli gördüğünde azar.”

Tarih içerisinde din de sosyalist iktidar da ihanete uğramıştır. Hz. Muhammed sahabeyle Uhud dağının önünden geçerken  (uhud savaşında okçuların ganimet malı için yerlerini terk etmesini hatırlamış olmalı ki ) şöyle der: “Ben, benden sonra sizin tekrar güneşe, aya, yıldızlara ve putlara tapmanızdan korkmuyorum. Ben benden sonra sizin dünya malını aşırı sevip dünya malına tapmanızdan, dünya malı için birbirinizin boyunu vurmanızdan korkuyorum.” Bu hadis Buhari’de geçmektedir. Bu temel varoluşsal bir hakikatin ifadesidir.

 İnsan zaaflarla maluldür.

Şeyh Bedrettin varidatında: “insanlar Müslümanlıktan önce müşahhas bir puta taparlardı, günümüzde ise hayali bir puta tapıyorlar.  Belki bir gün hak, kendini gösterir de hak olarak ona taparlar.”

“İnsanlar birbirlerine tapıyorlar ya da paralara, altınlara, yiyeceklere, üne, şana, bilmedikleri için de yüce Allah’a taptıklarını sanıyorlar.” Feurbach’da insanların kendi yarattıkları tanrılara tapınmasını “yabancılaşma” olarak tanımlar. Dini de insanlığın yabancılaşmış bir ifadesi olarak görür. Tabi o din deyince Hristiyanlığı kast eder.

Din sorunları çözmek için Tanrı’dan ilham alır, din bizden bir anlamda kendimizle bir olarak başkalarını tüm dikkatimizle görmemizi ister. Fransız ihtilalindeki kardeşliğin kökeni Hristiyanlığa dayanır ama daha çok zanaat işçilerinin kardeşliğidir. Bu kardeşlik Hristiyanlığa göre yüzeyseldir. Sonraları Napolyon tarafından milliyetçiliğe dönüşür. Aslında Fransız İhtilali sanayileşmeyle bozulan değerlere yeniden dönüştür.

Marksizm’in temeli zenginliklerin adil bölüşümüdür. Modern sosyalizm Napolyon döneminin sona erdiği 1815’te başlar, Marx’ta Komünist Manifesto’yu 1848’lerde kaleme alır. Ernst Bloch manifesto da bir teoloji görür. Ona göre “Marksizm’de örtük bir şekilde ihtiyaç krallığından, özgürlük krallığına bir sıçrama ve bütünüyle İncil’in son derece yıkıcı ve durağan olmayan mirası yatar.

Zenginlik maddi bir durumdur, dış koşulların iyileştirilmesidir bu dine göre iç koşullardan bağımsız bir durum değildir. İslam’a göre zenginlik ve fakirlik sosyal değil ruhidir. İslam insandan dünyanın maddi nimetlerinin kölesi olmamasını ister ve de maddi köleliği reddeder. Çok şeye sahip olduğu halde içsel yoksulluğun kölesi olan insanlar vardır. Maddi nimetlerden yoksul bir insan da servet arzusunun kölesi olabilir. Asıl olan insanın özgürlüğüdür.

Din için “yoksulu görmek” duyulur olandır. Hissi bir durumdur, inanç kategorisinde değerlendirilir. Sosyalizme göre ise “düşünülür” olandır. Din sosyal olgulardan hareketle aşkın olana doğru bir yürüyüştür. Ekonomi insan içindir insan ekonomi için değildir, bugün din ve solun ekonomik ve toplumsal sorunları ortak yarar çerçevesinde çözmesi gerekmektedir. Buradan hareketle tarihsel tecrübelerden ders alarak yeni ekonomik ve politik zihniyetler elde edilmesi gerekmektedir. İnsanın içindeki içsel güçler harekete geçirilmeli eğer insanlar içlerindeki “ben”i öldüremedikleri takdirde “veren el” ile “alan el”  arasındaki ilişki de yara alır.

 

                                  AYDINLAR DİN VE SOSYALİZM

Aydınlar ikiye ayrılır, meseleyi anlayan ve derinlemesine analiz yapabilenler ile sığ kalanlar. Sığ kalanları kendi sığlıklarıyla baş başa bırakalım. 20. ve 21. Yüzyılın önemli Marksist düşünürleri Marksizm ile Hristiyanlık arasında bir ilişki kurarak bunun üzerinde düşündüler. İlginç olan hepsi de genel olarak dinin ve özel olarak ilahiyatın cazibesine kapıldılar.  Bu düşünürlerin büyük kısmının şöyle veya böyle kiliseyle Hristiyanlıkla bağlantıları olmuştur.

Cemil Meriç üstadımız Marksizmin temellerini Saint Simon’un attığını söyler. Ona göre Karl Marx onu izler. Saint Simon ilk sosyalisttir. Hristiyanlığı kıyasıya eleştirir zaman zaman dinin bir afyon olarak kullanıldığına değinir, buna karşılık saf bir dinin gerçek bir Allah ve insan sevgisinin yararlarını ve “insanlar kardeştir” inancının vazgeçilmezliğini de ısrarla vurgular. Son eserinin adı “Yeni Hristiyanlık”tır sloganı; birbirinizi seviniz.

Cemil Meriç’e göre, Kuğunun son şarkısı ölmeden önce bir şakirdine şöyle bir mektup yazar: “Artık din insanları coşturamaz sanıyorlar, ne kadar yanlış! Katolik mezhebi modern ilimlerle, modern endüstriyle çatışıyordu, ister istemez çökecekti. Bu bozgun yeni bir inancın müjdecisidir, tenkidin ruhlarda bıraktığı boşluğu bu inanç dolduracak”

Roland Boer “Geleneksel olarak Marksizm’in dini reddettiğine dair çok yaygın ve genellikle yanlış olan algıya rağmen Marksizm ilahiyat olmaksızın anlaşılmaz” der.

Althusser ve Lefebvre, marksizme geçmeden önce Fransa’da Katolik inancına kendilerini adamışlardı. Althusser Marksizme geçtikten sonra dini yeniden Marksist felsefe penceresinden değerlendirdi.

Henri lefebvre ise “Fransız Kırsalında Bir Pazar Günü Tutulan Notlar” adlı bir makalede kilisede yaşadığı ruhsal bir hal deneyiminin bıraktıklarını anlatır. O da kiliseden Marksizm’e geçti ve üzerinden Katolikliğin ruhu hiç eksik olmadı. 

Antonio Gramschi, komünistlikten dolayı hapse atılır hapishanede İncil ve kilise üzerinde düşünür. Kilisenin komünist harekete sunacağı dersler üzerinde durur. Hedefinde İncil’den ziyade kilise vardır. Hristiyanlık üzerine Marksist bir analiz yapar. Kilisenin küresel bir hareket olmasından etkilenir. Komünist devrim programının merkezindeki ahlaki ve politik reform kavramlarını dini cemaatlerde arar.

Terry Eagleton, 1966’da “The New Left Church”  adlı kitabı yazar. O da kiliseden Marksizm’e geçti. Onun için İsa bir örnektir o aynı zamanda mürted bir teologtur.

Ernst Bloch’a göre Almanya’da Thomas Münzer’in liderliğindeki köylü savaşları dinsel düşüncenin devrimci formla bağlantı kurmasıdır. Bir Marksist olarak İncil’le çok uğraştı. Birçok eseri Türkçeye de çevrildi.

Bu düşünürlerden başka dinle Hristiyanlık arasında bağlantı kuran gerek Hristiyanlıktan istifade edip gerekse eleştiren, Katolik ve Protestan kiliselerle düşünsel uyumu arayan şu düşünürlerde akla gelmektedir. Walter Benjamin, Zizek, Adorno ve Rudolf Bahro gibi özellikle Bahro’nun Türkçeye çevrilen eserinde  tinsellikle Marksizm arasında bir bağ kurmaya çalışır.

 

                              YENİ BİR RÜYA VE YENİ BİR RUH

Tarih dönüm noktalarında şekillenir. Greko-Roma kültürleri çalışmayı küçümserlerdi çünkü çalışmak kölelere özgüdür. Eflatun ve Aristo köleliğin günahını fark edemediler. Tevrat çalışmayı kutsadı, Hristiyanlık emeğe saygıyı getirdi, Kur'an “İnsana emeğinden başkası yoktur” dedi. Tanrının tarihi emeğin kutsallığıyla başlar, kutsallığın olduğu yerde de hınç ve nefret yoktur.

Evet, sol düşünce aklı ve felsefeyi merkeze koyar. Din ise vahyi. Eklektizme, aydınlatmaya ve tebliğe gerek yoktur. Kendi kategorilerinde kalarak beraber yürüyebilirler. Yapısal sorunlar olabilir, sorunlara rağmen birlikte yürüyebilmek önemlidir.  Ünlü Müslüman filozofu İbn- Rüşd, (ö-1198) felsefe ve mantığın İslami ilimlerle aynı olduğu görüşündedir. O hakikatin iki asli ve yanılmaz kaynağı olarak felsefe ile dinin akıl ve vahyin denkliğini zımnen kabul eder. Ona göre felsefe ile din aynı memeden süt emen iki kardeş gibidir. Tabiatları gereği dost, cevher ve yaratılışları itibariyle biri diğerini sevmektedir.

Sol kültür ve sol düşünce Müslümanlara yabancı değildir. İslami metinlerde adalet ve haksızlığa, yoksulun gözetilmesine, eşitliğe, kardeşliğe dair birçok ayet ve hadisler vardır. Roger Garaudy Müslüman olmadan önce bir kitap yazdı. Kitap Türkçeye Doğan Avcıoğlu tarafından çevrildi, kitabın ismi “sosyalizm ve İslamiyet”. Garaudy o kitapta sosyalist sisteme geçen İslam ülkelerinde yaşayanların aslında kendilerine yabancı bir sistemi ithal etmediklerini, böyle bir şeyin esasen kendi kültürlerinde mevcut olduklarını göstermeye çalışır.

1959’da Şam’da Mustafa Sibai bir kitap yazar. Kitabın ismi “İştirakiyyetül İslam” rahmetli Yaşar Nuri Öztürk kitabı İslam sosyalizmi adında çevirdi. Sibai, o kitapta sosyalizmi sosyal güvenlik ve adaleti vurgulayan bir görüş olarak yorumlar ve bunun bütün peygamberlerin tebliğinde yerinin olduğunu söyler. İslam dünyasında çağdaş sosyalizmi gündeme getiren Cemaleddin Afgani'dir.

Nurettin Topçu’da “Ahlak Nizamı” kitabında Anadolu’nun bütün ruhuyla bağlanabileceği bir İslam sosyalizminden söz eder.

Evet, bugün şekli ve idari olarak sosyalizm de ve yapılan istatistiklere göre din de gerilemiş gibi gözüküyor. Aslında değişen formlar, yapılar ve algılardır. Ama sorunlar devasa durmaktadırlar, hatta kartopu gibi büyümektedirler, bugün insanın ve çağdaş medeniyetin ortaya koyduğu en bariz ve yakıcı sorunların sonuçları; kirlenen gökyüzünde kuşların zehir soluması ve okyanusların dibinde plastikleri tıka basa yiyen balıkların karaya vurmasıdır. Bugün devrimden söz etmeye gerek yok ama yeni bir dil yeni bir ruh ve yeni bir rüyaya ihtiyaç var. 19.yy’ın sosyalizmi bir rüya ile başladı. Değişenin eskiyenin yanında değişmeyen ve eskimeyen vardır. İşte onun ortaya çıkması gerekiyor.

1968’lerin Fransa’daki hızlı solcularından Edgar Morin şuan 98 yaşında geçenlerde bir derginin kapağında yer aldı. Ona göre devrim dönemi bitmiştir ama içinde “devrimci şevkin” yaşadığını söyler. O devrimci şarkıları hala dinliyormuş ama yıllar sonra bir şeyin farkına varmış. Bu devrimci marşlardaki dinsel müziğin varlığını, demek ki dinsel müzik ölümsüzlüğünü koruyor.

Sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum zaman mekândan büyüktür, bütün parçadan büyüktür gerçekler fikirden büyüktür.