Öğrencilerim ve konuşmalarımı dinleyenler belki hatırlarlar; ülkemizden, insanımızdan büyük umutlarım vardı. ?Nerede kalmıştık? deyip kolları sıvayan, kalbi inançla, beyni ilim ve hikmetle, işi ahlak ve faziletle zenginleşmiş bir neslin önünün açılmakta olduğunu görüyordum. Bu neslin, dinimizin temel insanlık değerlerinden, son iki asırlık entelektüel birikimimizden, inanılmaz zenginlikteki siyasi ve toplumsal tecrübelerimizden de yararlanarak, kendimize, âlem-i İslâm´a hatta dünyaya yeni bir ufuk açacağını bekliyordum.
Fakat görüyorum ki, bizler -hayır, başkalarının değil- nefislerimizin tuzağına düştük; dünyayı kurtarmak için yola çıktık ama daha yolun başında dünya-perest olduk. Kur´an´da bu dünyanın cazibesine kapılıp yoldan çıkmaktan kendilerini esirgeyenler için vaat edilen cenneti, biz ?dindarlar? nefsimiz için bu dünyada kurmanın derdine düştük. En çok din iman lafı edenlerimiz en çok dünya-perest olduk.
Artık yığınla insanımız kime inanacaklarını şaşırdılar; en absürt şeylere inanmaya başladılar. Sosyal medyada ülkemizin her köşesinde yüz binleri peşlerine takan hocalara, şeyhlere, ermişlere? ait öyle videolar, beğenmedikleri insanlara karşı öyle hakaretler, küfürler, tekfirler dolaşıyor ki, Yüce Allah´ın kudretinin tecellisinden başka bütün umutlarınız yerle yeksan oluyor.
***
Bu manzara karşısında, madde ve makam gücünün güdümüne girmeyecek kadar ilim, hikmet ve faziletle donanmış; halkı din konusunda doğru bilgilendirme sorumluluğunu hisseden bir Müslüman münevver kıtlığı, bir kaht-ı ricâl yaşıyoruz. Bilgi eksikliğinden ziyade, vicdan ve karakter fakirliğine boğulduk. Dinî öğrenim veren akademik kurumlarımızın anlı şanlı unvanlılarına dönüp bakıyoruz: Her Allah´ın günü ?Ne varsa tarikatta, tekkede, cemaatte var. Bu İlâhiyatlar, İmam-Hatipler bir işe yaramaz; medreselerimizi geri getirin? çağrıları yapanların hakaretlerine uğruyorlar. Ama buna karşı, ilmin haysiyetine yakışır sorumlu ve onurlu bir tavır göstermek şöyle dursun, bazıları kendilerini aşağılayanlara râm oluyor, aşağılanmaktan zevk alan mazoşistler gibi davranıyorlar. Oysa samimi ve derin dindarlar, haysiyetli âlimler her zaman özgür, izzetli ve onurludurlar. Derin dindarlar güdülen insanlar değildir; dünyaya da dünyalığa da minnetsizdirler. Bir kere Allah´a kul olmuşlardır; başka kulluk tanımazlar.
***
Özellikle bazı ?dindar? çevrelerin geldiği yere bakarak hayal kırıklığı yaşayan, ortada kalmış gençlerimize şunu söylemek istiyorum: Sorunun çözümü ateizm, deizm gibi bâtıl fikirlere kapılmak, yanlışlarla mücadele etmek yerine meydandan kaçmak değildir. Sizler, bu çağın Müslümanı olmak isteyen gençler! Size diyorum ki: Derin ve dinamik dindarlığa talip olunuz. O dindarlık şudur: Dinin ibadetlerle ilgili kısmı azdır. Bunlarsız dindarlık olmaz. Âmennâ? Ama bir de dinin iç dünyamızı zenginleştirmeyi hedefleyen buyrukları var ve bunların sonu yoktur. Önce Rabbine saygılı olacaksın; kinden, hasetten arınacaksın; hayvani duygularını aşacaksın, hakka hukuka saygılı, dürüst ve adaletli olacaksın; mütevazı, sabırlı, itidalli, dengeli, ağırbaşlı olacaksın; özverili olacaksın; önce başkasını düşünecek, önce başkasının mutluluğu için çalışacaksın... Böyle ödevleri buyuran binlerce ayet ve hadis vardır ve bunların hepsi insanın imarı ile ilgilidir. İnsanı imar ederseniz o insan kendisi mamur olduğu için umran/uygarlık üreten varlık olur.
Kur´an ve Peygamber insanı mamur eden bir zihin dönüşümü yaptı; bu insan bir uygarlık kurdu. İnsanın imarını ihmal ettik, koca bir uygarlık yıkıldı. O muhteşem uygarlığı kuranlar, o bilimleri, o sanatları üretenler de Müslümandı. Şimdi biz, bir yanlışa bakıp başka bir yanlışa sapmak yerine, kendi çağımızın, kendi dünyamızın bilimini, sanatını geliştirmeli, bunun için de önce ruhumuzu ve beynimizi mamur etmeliyiz. Olanları beğenmiyorsak beğenilecek düşünceler, bilgiler ve eserler üretmeliyiz.