Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine de olsa adaletten asla ayrılmayın. Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.? (Nisa, 135)
İnsanlar yaşadıkları toplumda siyasal, kültürel ve toplumsal konularda farklı tercihlerde ve farklı görüşlerde olabilirler ama inanan insanları bağlayan bir tek ilke vardır, o da ahlakilik ve doğruluk.
Ancak yaşadığımız döneme dindarlar açısından baktığımızda müthiş bir savrulmanın yaşandığını görüyoruz. Dindarlığını kendi bilgileri doğrultusunda yaşamaya çalışan samimi insanları içine alan bir genelleme elbette yapamayız, ama özellikle İslami bilimlere vakıf bazı ulemanın Kur´an´ın tarif ettiği Müslümanlıkla örtüşmeyen adeta başka bir din tarifi yapıyor olmaları dramatik bir durumdur.
Maalesef son yıllarda toplumun dinle olan bağlarını zayıflatan, özellikle genç kuşakları dinden uzaklaştıran iki problemli anlayış gelişmiş bulunuyor. Bunlardan birincisi; din tacirliğinden ekonomik çıkar, makam ve mevki sağlayan ikinci sınıf dini bilgilere sahip reytingci ve hokkabaz hocalar... Bu tür hocalar ?Peygamberi rüyada gösteren terlik?ten ?yanmayan kefen?e kadar tamamen hurafeye dayalı ve de hiçbir dini temeli bulunmayan her türlü saçmalığı din diye satmakta bir beis görmüyorlar.
İkincisi ise çok daha tehlikeli ve dinin temel ilkelerini adeta dinamitleyen bir yaklaşım. Biliyoruz ki din sadece teorik ilkelerden ibaret olmadığı gibi, sadece belli ibadetlerden de ibaret değildir. Din, hayatımızın bütününü kuşatan bir rahmet olduğu için, dindarlığımızı belirleyecek olan da beşeri ve ahlaki davranışlar bütünü olmak durumundadır. Dolayısıyla kapsamlı bir dindarlık bilincini insan/kul hakkından, adaletten, ahlaklı olmaktan bağımsız düşünemeyiz.
Ama gelin görün ki İslami bilgiler konusunda belli bir yetkinliğe sahip kimi alimlerimiz, bize öyle bir din tarifi yapıyorlar ki içimiz acıyor. Mesela geçtiğimiz hafta Hayrettin Karaman Hoca, ?Ayıkla pirincin taşını? ve ?Doğrucu Davut Olmak? adlı iki makale yazdı. Hoca´nın bu iki yazısındaki temel tez; özellikle iktidar-muhalefet ilişkilerinde muhalefetin önünü kesmek için gerekirse doğruyu söylemenin gerekmediği... Kısaca Hoca, yalan söyleyebilirsiniz demek istiyor.
Şu ifadeler karşısında endişeye kapılmamak ne yazık ki mümkün değil: ?Islaha, hakkın yerini bulmasına, yanlışın düzeltilmesine? faydası olmadığı halde düşmanın, zalimin, kötü niyetli kimselerin işine yarayacak doğruyu söylemek fazilet değildir.?
Hoca´nın partiler arasında cereyan eden siyasi bir mücadele bağlamında söylediği ?Düşmanın, kötü niyetli kimselerin işine yarayacak doğruyu söylemek caiz değildir? ifadeleri tek kelime ile sorunludur. Kimdir bu düşman? Mesela muhalefet partileri din nezdinde ?düşman´ mıdırlar? Yani seçimler öncesi, ?Şimdi çok önemli bir savaşa gidiyoruz ve düşmanı yenmek için gerekirse yalana başvurabilirsiniz, doğruyu söylemeniz gerekmiyor? dersek İslami bir davranış mı sergilemiş oluruz?
Oysa ortada bir savaş yok, silahlarını üzerimize doğrultmuş düşmanlar da yok. Sonuçta partiler siyasi bir mücadele veriyorlar ve herkes seçim kazanmak istiyor. Dolayısıyla, işin tabiatı gereği partiler birini eleştirirler, doğal olarak iktidar partileri daha fazla eleştiriye muhatap olurlar. Çünkü iktidarda oldukları için zamanla yıpranırlar ve bir takım hatalar yaparlar. Nitekim Hayrettin Hoca da yazısında ?İktidarın bir kısım mensuplarında ahlak, liyakat, hakkaniyet bakımından arızalar, eksiklikler, çürüklükler? olabileceğine dikkat çekiyor zaten...
Hal böyleyken, ?Siperde bekleyen muhalefet?e karşı ?Doğrucu Davutluk etmek caiz değildir? ifadelerini Hoca´nın saygın ilim insanı kimliği ile ve hakkaniyet ölçüleriyle bağdaştırmak ne yazık ki mümkün değildir.
Unutmayalım, Hz. Peygamberin en önemli vasfı ?Muhammedü´l-emin? olmasıdır. İslam´ı yayma sürecinde kendisine karşı mücadele edenler bile O´na ?güvenilmez ve doğruyu söylemez? demediler. Çünkü o peygamberlik öncesi dönem dahil, hayatının hiçbir döneminde doğruluktan ve hakikatten ayrılmadı. Eğer rahmet peygamberinin hayatı bizim için bir örnekse, iktidar mücadelelerinde yalan söylemenin bir ?hikmet´i olamaz.