‘Ed-Dinü el-Muamele; Din muameledir’ diye bir söz vardır. Bunu bazıları araştırmadan hadis diye naklederler. Tabii ki söz anlamında hadistir, ama Resulüllah’a ait olan şerefli söz anlamında hadis-i şerif değildir. Burada teknik bir noktaya da işaret edelim: Bir sözün hadisi şerif olmaması onun bir değerinin olmaması anlamına gelmez. Nice anlamlı sözler vardır, hatta bir gayrimüslimden sadır olmuştur ama hikmettir, yani sabit hakikate tam isabet etmiştir. ‘Hikmet müminin yitiğidir, onu bulduğu yerde almaya o daha layıktır’ sözü bunu anlatır. Hatta bu söz bile ‘çok zayıf’ bir hadis olarak nakledilir. Çok zayıf hadisler de dini hüküm olarak hesaba katılmaz. Buradaki nükte şudur. Böyle sözler tarih boyunca nasların çizdiği hayat anlayışı çerçevesinde genel kabul görmüş, İslam’ın benimsediği bir hakikat ve onun genel kültürü ya da mütearifesi haline gelmiştir. Böyle olunca da birisi onu naklederken, önemine binaen hadis demiş, sonrakiler de hadis diye nakletmiştir.
Söze dönelim; ‘din muameledir’. Muamele karşılıklı eylem demektir. O halde din ya da dindarlık insanlar arası ilişkilerle anlaşılır. ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’. Dürüstlük, emanet, samimiyet, nezaket, tebessüm, hakka ve hukuka riayet, îsar, diğergamlık gibi. Kişi bu erdemlerde İslam’ın edeplerine, emir ve yasaklarına, tavsiyelerine ne kadar uyuyorsa o kadar dindar demektir. Namaz dinin direğidir ama dindarlık namazdan ziyade, bu muamelelerde kendini gösterir. Ya da kişi dosdoğru namaz kılıyorsa muamelesi de güzel olur, aksine, namaz kıldığı halde muamelesi böyle değilse namazı da dosdoğru değildir demektir. Bu sebeple Hz. Ömer ‘kişinin namazı ya da orucu sizi aldatmasın, siz onun parasal ilişkilerine bakın’ demişti. Bundan elbette namaz ve oruç gibi temel ibadetler çok önemli değildir anlamı çıkmaz. Karşılıklı ilişkilerdeki bu güzellikler ahlaki göstergelerdir ve İslam güzel ahlakı tamamlamak için gelmiştir. Demek ki, namaz da oruç da aslında bu güzel ahlaki erdemler oluşsun diye farz kılınmıştır. Onlarsız olmaz ama onlar bu ahlakı gerçekleştirmiyorsa onlar da doğru yapılmıyor demektir.
Bir de ‘din nasihattir, ed-dinü en-nasîha’ hadisi şerifi vardır. Bu da çoğunlukla yanlış anlaşılır. Birisine sözlü nasihat etme sanılır. Oysa burada nasihat samimi ve içten olma, içi dışı bir olma, hayırhah olma demektir. Resulüllah (sa) böyle söyleyince sahabe ‘kime karşı nasihattir’ diye sormuş. ‘Allah’a, Resulü’ne ve bütün müminlere karşı nasihat’ yani samimiyet diye buyurmuşlar. Arkadaşın arkadaşına güvenmesi, onun kendisinin hayrını istediğinden, içtenliğinden emin olması. Özellikle karı kocanın birbirlerine böyle bakmaları, eşim tam söylediği gibidir, içten pazarlıklı değildir diyebilmeleri. Birbirlerinden sakladıkları hemen hiçbir şeylerinin bulunmaması, birbirlerini en küçük sözle dahi aldatmamaları nasihattir. Bir zamanlar şöyle bir aforizma kurmuştum: Karı kocanın birbirlerine karşı sırları, sevgileriyle ters orantılıdır. Ne kadar çok sır saklıyorlarsa sevgileri o kadar azdır ya da birbirlerinden o kadar uzaktırlar. Sırları aralarındaki engeller gibidir, bu engeller kalkmadan birbirlerine yaklaşamazlar, tek vücut olamazlar.
Böylece dindarlığın iki asıl belirleyicisini söylemiş olduk: Güzel muamele ve nasihat/hayırhahlık, samimiyet. Her ikisinin de en temel özelliği dürüstlüktür.
Bir ay kadar önce ‘Ümena birliği’ diye bir yazı yazdım. Ahilik teşkilatı gibi bir güvenilen tüccar birliği kurulamaz mı dedim. Nasıl olur diye arayıp soran beş altı kişiyi geçmedi. Demek ki, şu halimizle biz bunun aday adayı bile değiliz.
Yıllar önce bir toptancıdan ceviz alacaktım. Dükkâna girdim, içeriden kolları sıvalı abdest almış haliyle bir hacı amca geldi. Çuvalları gösterdi, birini beğendim, şundan on kilo ver dedim. Elime bir torba verdi, içine boşaltmaya başladı. Altının farklı olduğunu görünce, bir dakika, cevizlerin altı üstü gibi değil dedim, kızdı bıraktı. Ben de hacı amca niye kızıyorsun, biliyorsun Resulüllah pazarı kontrol ederken birisinin… dememle sözümü kesti, biliyorum o buğdaydı dedi, bırakıp çıktım.
Sosyal medyada dolaşıyor: Çinli bir iş adamı, bu Müslümanların haline şaşıyorum. Yemeğimizde domuz ve içki bulunmasın bunlar bizde haramdır derler. Ama bizden meşhur markaların taklit ürünlerini isterler.
Bir zamanlar bir matbaacı bana bir fetva sormuştu; sakallı cübbeli birisi benden 500 adet şu meşhur deterjan markasının torbasını basmamı istedi. Ne yapacaksın dedim, piyasadan deterjan alıp doldurup satacağım dedi. Bu torbaları basmam caiz midir diye. Ne diyebilirdim?