Geçen yazımızda dinlerin ?hemen? ve şimdi? anlamında modern olanı temsil ettiğini söylemiştik. Bu anlamda düşünüldüğünde, tarihte örnekleri görüleceği üzere gerçekliklere direnen gelenekselliği kırmak için dinler epey uğraşmışlardır. Fakat bu, sanıldığı gibi geleneği tamamen yıkan bir içeriğe sahip olmamıştır. İşte tam da bu sebeple, gelenek ile din arasındaki nazik ilişkinin iyi korunması gerekir.
Kur´an arap toplumuna hitap ederken bir yerellikten hareket etmişti. Özellikle Hz. İbrahim´e yaptığı vurguların özel anlamlarından birisi geleneğe olan vurgudur. Şayet bunlar hatırlatılmazsa, ya da bir din bunları kendisine referans yapmazsa onun toplumda başarılı olma şansı yoktur. Nitekim Hz. Peygamber, Hz. İbrahim´e ait birçok sünneti devam ettirirken, onların toplumda birer gelenek olduğunu unutmayalım.
Kur´an´da Allah ile arap müşrikler arasında geçen diyalogta, müşrikler Hz. İbrahim´in müşrik olduğunu iddia ederlerken de bir geleneğe yaslanmak, söylemlerine gelenekten bir referans bulma peşindedirler. Aynı şekilde Hz. İbrahim´in ?hanif? olduğu vurgusu da geleneğe bir başka göndermedir.
Peki Kur´an bunu sadece gelenekte olduğu için mi tartışmaktadır? Tabii ki hayır. Kur´an´ın öncelikle ilgilendiği şey hakikat ve gerçekliktir. Yani Allah´ın var ve bir olması bu evrenin bir hakikatidir. Bir paradigma olan bu hakikat bozulduğu zaman, onun altındaki tikel hayat alanları da bir bozulmaya uğramaktadır. Bu, gömleğin üst düğmesini yanlış iliklemek gibi bir şeydir. Doğrusu kutsal kitapların, insanların dünyaya farklı bir perspektifle bakmalarını sağlamaktır.
Fakat ilahi mesaj bir kere toplumla buluşmasının ve yeni bir heyecan ve hareketlilik getirmesinin ardından, toplumların kaçınılmaz kaderi olan kurumsallaşma ve gelenekselleşme başlar. Yani ilahi mesajla buluşan toplumsallıktan formellikler çıkar ve bunlar birer gelenek olarak insan hayatında yer alırlar. Bu anlamda alimlerin temel rolü ve görevi, değişen her dönemde ?yeni?nin ve ?hakikat?in önünde ayak bağı olmaya başlayan geleneksel formellikleri geleneği reddetmeksizin yenilemektir. Belki de alimlerin peygamberlerin varisleri olmasının anlamı budur.
Tarih buna benzer örneklerle doludur. Yalnız geniş kitleler farklı dönemlerdeki dinin yorumu ve oluşan formelliklere birer ?din? olarak sarıldıklarından, onların değişmesine direnirler. Aslında ilk başlarda Hz. Peygamber´e karşı gösterilen direnç ve karşı duruşlar da bunu ifade etmekteydi. Fakat gerçekliğin karşısında yanlış olanların dayanma gücü sınırlıdır.
Bugün din ve gelenek tartışmalarında birkaç nokta dikkat çekmektedir. Birinci yaklaşım, geleneklere sınırsız eleştiri ve reddiye getirerek bir dini anlayış ortaya koymaya çalışmaktadır. Meselâ; 1980 sonrası Türkiye´de ciddi bir gelenek eleştirisi yapılmaya başlanmıştı. Hatta dinde eleştirilen birçok hususun geleneksel olduğu vurgulanarak dışlanması söz konusu idi. Öyle ki, iş teravih namazlarına kadar geldi.
İkinci yaklaşım ise, geleneksel formellikleri koruma konusunda müthiş bir refleksif tavır göstermektedir. Bunlar din adına toplumda yaşayan ve aslında savunulamaz olan birçok şeyleri de savunmaktadırlar. Tabii bu iki tavır arasındaki gergin, aslında gelenekte varolan birikimlerin sağlıklı değerlendirilmesini de berhava etmiştir. Bugün maalesef din adına verilen ?ahkam? havada uçuşurken, bunların hangi usule göre alındığı belli değildir. Üstelik de din adına herkes konuşmaktadır. Hele usul bilmeyenlerin bu tartışmalara girmeleri, telafisiz sonuçlar çıkarmaktadır