Hem televizyon programları hem de onların arka planındaki hazırlık çalışmaları esnasında yaptığım pek çok sohbette yukarıdaki başlık önümüze düşüyor. Güncel olaylar da elbette bunu teyit ediyor. Bu konu yeni bir başlık değil, lakin yeni dünyada yeniden tartışılması gereken bir başlık olarak önümüzde duruyor.
Teorisyenler ve siyasetçiler pratiklerin dışına çıkıp her şeye bütünden bakacağız derken hayatın detaylarını, ara sokaklarda olanı kaçırıyorlar. Bu konuya bu yüzyıla özel şık kavramlar üreten sahanın bilim adamlarına bırakıyor, kendi hayatımdan yola çıkarak düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Din iman konusu mu, ideoloji mi? Bu soru bana 20 yaşımda 12 Eylül darbesinin ardından ortaya çıkan iklimde sorulsa ne derdim acaba? Aradan geçen onca yılın ardından bugün sorulsa cevabım ne olurdu? Doğru cevabı verebilir miyim bilmiyorum.
İslam’ın bizim kalbimize girdiği -kalbimize girdiğinin altını çiziyorum, çünkü kamusal yaşantımızda görünür olması yasaktı ya da bedeli vardı– yıllarda koşullar, ortam, söylem, her şey dini düşünceye karşıydı. Din ancak kalpte temiz bir duygu olarak taşınabilir, mevlitlerde, özel günlerde dışa vurulabilirdi. Elbette insanlar inançlıydı. Pek çok dini gelenek severek yaşanıyor ve yaşatılıyordu. Ama eğitim, çalışma hayatı, sosyal statü arayan bu konulardan uzak duracak, meyli varsa da kalbine gömecekti… Siyaset ve din uzlaşamaz iki ayrı sahaydı. Dünyada yapılan araştırmalar da dinden ruhen ve yaşam biçimi olarak en büyük kopuşun 1958-74 yılları arasında gerçekleştiğini gösteriyor. Geçmiş araştırmalarda İngiltere ve Amerika’da ateizmin zirve yaptığı yıl 1977. Bu yıllar bizim için tam tersi bir süreç ortaya koydu.
Böyle bir dönemde din fikri olmaktan önce kalbimizi ele geçirdi. Din bir iman konusuydu bizim için. Ama daha sonra tam da ideolojilerin yok olmaya yüz tuttuğu bir siyasi dönemde ideolojimiz oldu. Bizim kuşak kendini bulmaya başladığında sol-sağ çatışmaları bitmiş, sol cenah da sağ kesim de yeni ideoloji arayışlarına girmişti. Bu dönemin Müslüman gençleri olarak derin bir fikir tartışmasının içinde bulduk kendimizi. Aramızda ülkücü hareketten gelenler de vardı sol örgütten gelenler de vardı. Bir de gerçek yüzlerini asla bilemeyeceğimiz ajanlar…
Dergiler, gazeteler derken dini özgürlükleri mevcut siyasetin imkanları içinde mi genişletmek gerekir sorusu dinamik bir tartışma konusuydu. Bu dönemde tercüme edilen kitaplar çeşitlenmiş, hiç tanımadığımız coğrafyalardaki Müslümanlarla bağ kurulmuştu. Elbette tüm bu tartışmaları sadece ülkemizde olan gelişmeler değil İran İslam Devrimi ile birlikte ortay çıkan konular da tetiklemişti. İslam birliğine olan inancımız başta güçlenmiş sonra giderek zayıflamıştı. Mezhebi taassup hepimizi hayal kırıklığına uğrattı, bu hayal kırıklığı sorularımızı çeşitlendirdi. Bu tecrübenin İran Şii mezhebi mensuplarına has bir tecrübe olduğuna dair kanaatimiz perçinlendi.
Demokrasinin imkanları içinde dini-özgürlükleri yaşanır kılmak üzerinden gelişen siyaset Türkiye tecrübesini farklılaştırdı. Şimdi evlerde böyle konular tartışılıyor mu bilmiyorum. Ama bizim gibi yazar-çizer evlerde çocuklar bu tartışmalarla büyüdü. Şimdi ki gençler farklı bir kuşak olarak karşımızda duruyor. Bu konulara da farklı bakıyorlar… Onları dinlerken İslam’ın onlar için taşıdığı anlamın ne bizim gibi ideolojik ne de salt “iman” olduğunu görüyorum. Yaşam ve dile yansıyan dindarlık, kalbe ne kadar nüfuz etmiş kestirmek kolay değil. Yeni bir tecrübe onların ki! Yargılamadan, etiketlemeden dinlemek gerekiyor.
Geçenlerde din düşüncesi ve felsefe dersleri veren bir hoca sınıfında ateistler olduğunu, sayılarının az olmadığını söylerken sebeplerden birisi olarak “din ve siyasetin yakınlaşmasına gösterilen tepkiyi” gösteriyordu. Dinin tartışılamaz alanları vardı bu siyasete yansıyor gençler de buna tepki veriyorlardı. “Din bir iman meselesi midir, bir ideoloji midir” sorusuna kalpten cevap veremeyince mesele daha da karmaşıklaşıyordu. “Din” yükselen değer olarak toplumda karşılık bulurken sorun içeride, kalpte yaşanıyordu. Bir başka taraftan da “iman” konusu tartışmaya açık bir saha değildi. Konuşulmayan her konu ise beraberinde dinden kaçışı getiriyordu.
21. yüzyılın topluma dair, bireye dair mesele ettiği konular farklı. Bunu göremezsek “gençlerin kalbinden dini çıkartan nedir” sorusuna cevap bulamayacak ve onların bağlarının kalpten kopmasının önüne geçemeyeceğiz.
HZ. AİŞE
Vahyin Şahidi Kur’an’ın Müfessiri Hz. Aişe kitabını Hatice Görmez kaleme almış, doktora tezini kitaplaştırmış. Hz. Peygamber’le yıllarca aynı ortamı paylaşmış, birçok ayetin nüzulüne şahit olmuş. Hz. Aişe’nin Kur’an ayetlerinin tefsirine ilişkin rivayetleri pek çok kitabın içinde yer almış. Hatice Görmez’ ise hem tefsir hem de hadis kaynaklarında yer alan Hz. Aişe’den gelen rivayetleri tasnif ederek kitaplaştırdığı bu eserde duru bir dille hem Hz. Aişe’yi hem de onun dine bakış açısını ele alıyor. En önemlisi de onun Kur’an’ı anlamaya ve anlatmaya yönelik çabalarını titiz bir çalışmayla kaleme döken Hatice Görmez’in kitabı Otto Yayınları’ndan çıktı.