23. 07. 2018 Pazartesi
Din deyince anlamamız gerekenlerle ilgili olarak son dönemlerde kafalar epeyce karıştı gibi. İlim, irfan ve hikmet ile açıkladığımız, ahlak ve cehd ile anlamlandırdığımız din, yüksek bir bilinç düzeyinden belirli ritüelleri olana sığ bir alana doğru itildi.
Üç asırdır süregelen ?Batı´nın ilmini, tekniğini, teknolojisini alalım ancak kültürünü, inancını, harsını almayalım.? tartışmalarına girmeden genel bir yaklaşım ile olup biteni anlamaya çalışalım. Meselenin bam teline dokunmak adına çıkmazımızı açmak için çıkmaz sokaktan, Batı´nın çıkmazından, Batı´dan başlayalım.
Batı özellikle Aydınlanma Dönemi ile birlikte dini otoritenin egemenliğini sarsıcı bir şekilde hem inanç hem fikir hem de yapısal olarak ciddi adımlar attı. Kendi dini anlayışlarını sorguya çekerek ?Hıristiyanlık terakkiye mani midir?? sorusuna yoğunlaştı. Sorunun cevaplanması önemliydi ancak daha da önemlisi Batı´nın bu değişime hazır olup olmadığı idi. Tarihi müktesebatına girmeden ifade edelim; Batı, sanayi ve Fransız devrimlerinin dinamiklerini kullanarak bu değişime hazır olduğunu eylemleriyle gösterdi ve tüm unsurları ile ?dine karşı din? mottosunu şiar edinerek yola koyuldu.
Batı´nın en önemli meselesi aslında din değil, hayatın tamamına müdahale eden Kilise´nin totaliter tutumları oldu. Bundan dolayı Aydınlanma Dönemi, Kilise özelinde dinle ilgili özel tanımlamalarla doludur. Dinle ilgili ateistler dâhil hemen hemen her düşünür bir şeyler söylemiştir. Ama en keskin açıklamaları bilim adamları ortaya koydu. Sosyologların özellikle de din sosyologlarının gözünde din; insan üretimi, kültürel bir değer olarak algılandı ve araçsallaştırıldı.
Toplumu bir arada tutan unsur olarak dinin toplumlar için kullanışlı bir şey olduğunu düşündüler. Başka bir yönü ile de insanın bir inanma durumu olduğunu kabul ederek dinin bunu tatmin ettiğini varsaydılar. Böylece Kilise ile yaşam arasındaki bağı sınırlandırarak dini biraz da mistik epeyce de ritüel bir alanda kurumsallaştırdılar. Artık bilime üniversiteler, sağlığa hastaneler, eğitime okullar? inanca da Kilise bakıyordu. Böylece dinin etki alanını da, bağlamını da farklılaştırdılar.
Günümüzde ise Batı´nın din algısı ?değişimden? her evre nasibini aldı. Toplumsal ortak değer yerini siyasal ortak değere (Avrupa Birliği), ortak bilinç yerini sekülerizm, hümanizm ve kapitalizme devretti. İşletilen küresel sömürü çarkının sebeplerinden olsa gerek, sadece Batı değil, tüm dünya bu din anlayışından/formasyonundan nasibini aldı.
?Hakikat bilincinin kaybı? sebebi ile dinin ahlakla, adaletle, siyasetle, emekle, estetikle, kültürle ve saire olan ilişkisini zaafa uğrattık. Dinin kapsayıcılığı (totaliterliği değil) yerini kurumsallığa bıraktı. Biraz diyanete, biraz ilahiyat teknikerlerine, biraz da malum çevrelere bıraktık kendimizi, dinimizi, dindarlığımızı.
?Din neyimiz olur?? sorusunun hakikat penceresindeki arayışından uzaklaştık.
Artık hayatımızda eğitim, hukuk, sağlık, spor, bilim, teknik, kültür gibi bir de din var. Din, statükoya göre eşit bir şekilde diğer kurumlar gibi yerini almalıydı (!), aldı da. Bu bilinç kaybından dolayıdır ki tüm şekil unsurlarının manaya hükmetmeye çalıştığı bir çıkmazın içine girdik. Hakikatin peşine düşemeyen insanımız, dünya limanına demir attı, sonsuzluk hissini dünyalıkta dünyaca aradı ve her şeyi dünyada tatmak istedi.
Ülkemizde sadece Batılılaşma tebarüzü, entelijansiyanın mukallitlikten öteye gidememesi değil, muhafazakârların (!) özellikle siyasal zaferi (!) de din anlayışını kökten sarstı. Güç ile hak(ikat) birbirine yakıştırılamadı. Yani olan, olması gerektiğinden farklı oldu. Ne diyelim? Olan oldu. İmtihan bu. Muhafazakârmış, demokratmış, şuymuş, buymuş dinlemez. İddian neyse oradan yakalar.
Hak/haklılık iktidara gelmekteki muktedirlikle değil, hakkı teslim etmedeki muzafferiyetle ölçülür. İşte dini bu noktada hiçbir yere sığdıramadılar. Böylece din, bireysel dindarlığa, bireysel vicdana ve bireysel ahlaka sıkışıp kaldı. Bireylerin şahsi sevaplarına ülkeyi ortak yapacağımız sanıldı. Kur´an okuyunca en büyük ecir olan ülkedeki faiz de, Gazze´deki zulüm de ortadan kalkar sandık. İlaca değil, reçetedeki yazılara odaklandık, mürekkebe baktık. Yarı doktorun sesine tav olduk. Dinin ne olduğuna, ne dediğine bir türlü zaman ayırıp bakamadık. Düşünemedik vesselam.
Kaynak: Milligazete.com