Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla,
Allah´a hamd, Rasulüne salat, selam olsun.
Ülkemizde öteden beri her seçim öncesinde; din, devlet, siyaset kavramları gündeme gelir, özellikle dinin siyasete alet edilmesi konusu çokça konuşulur.
Siyaset yapanların birbirlerini bu konularda suçladıklarına hepimiz şahid oluruz.
Bu kavramların ifade ettiği manalar, insanların düşüncelerinde net olmadığı, mana kargaşası olduğu görülmektedir.
Bu kavramların gerçek manalarını öğrenmek ve bunlar hakkında fikir sahibi olabilmemiz için bir solukta okuyabileceğimiz bir kitapçık var.
Diyanet İşleri Başkanlığımızın, DİN-DEVLET DİN-SİYASET İLİŞKİSİ (cep boy) adlı eseri!
2001 yılında yayımlanmıştır. Eseri kaleme alanlar, Harun ÖZDEMİRCİ ve Yaşar ÇOLAK.
Bu eserin geniş bir özeti, daha önce, 01 Aralık 2000 tarih, 119 sayılı, Diyanet aylık dergisinde yayımlanmıştır. Bu yayımdan sonra da kitaplaşmıştır.
Eserin hacmi küçük ama ihtiva ettiği konular ve verdiği bilgiler çok önemli. Çok kapsamlı bir çalışma.
Bu seçim arefesinde de başta ?dini siyasete alet etme? vb, din´le, devlet´le siyaset´le alakalı olumsuz iddialar ve ithamlar yine gündeme gelmektedir.
Peki bu kavramların bizim düşüncelerimizde ifade ettiği manaların aslı astarı nedir?
Biz de bu kitapçığa müracaat ettik ve bilgilerimizi tazeledik; sizin için de herkesin anlayacağı şekilde kısa bir özet çıkardık. Arzediyoruz, faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Hadi buyurun okuyalım.
ÖZETİ
İslâm kaynaklarında zikredilen klasik din tariflerini dikkate alan çağımızın alimlerinden M. Hamdi Yazır, dini şu şekilde tanımlamaktadır:
?Din; akıl sahiplerini kendi özel tercihleriyle mutlak hayra ve nimete sevk eden, Allah tarafından koyulan ilâhî prensipler bütünüdür.? (Hak Dini Kur´an Dili, Eser Nşr.. II, s. 1061-1062.)
Dinin amacı, insanları iyiye, güzele ve hayra sevk ederek, hem bu dünyada hem de ahirette mutlu kılmaktır.
Din, kişileri başka insanlara karşı kin ve nefrete, intikama ve kan dökmeye sevk etmez. Hak din, sevgi, saygı ve nezaketi telkin eder.
Bazı dindarlardaki bayağı duygu ve eğilimler, aslında dine rağmen geliştirilmiş olan sapmalardan ibarettir.
Genel bir çerçeve içerisinde din, her şeyi yaratan ve kontrol eden aşkın bir varlığa, Allah´a inanarak, Ona ibadet etmekten ve insanların kendilerine yönelecekleri ve davranışlarını onlara göre düzenleyecekleri ideallerden, ahlâk prensiplerinden meydana gelir.
Demek ki dinin özünü iman, ibadet, bilgi ve ahlâkî davranış teşkil etmektedir.
İslâm dini en nihayette insanı kutsal saydığı Allah ile ilişkiye sevk etmekte, bu ilişkinin çerçevesini oluşturan inançlar, öğretiler, değer yargıları, davranış kuralları, ibadet biçimlerini göstermektedir. Bu ilkeler bir bütünlük içinde sıkı sıkıya birbirine bağlı bulunmaktadır.
Siyasî gücün kurumlaşması demek olan devlet, insanlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana her toplum için hayatın vazgeçilmez bir parçası olmuştur.
Devlet hemen hemen bütün topluluklarda benzer fonksiyonlar icra eden bir örgütlenme yapısı olarak görülmektedir.
Sadece siyasî gücün mahiyeti, fonksiyonları, yapılanma biçimleri ve ahlâkî sınırları itibariyle kültürden kültüre, coğrafyadan coğrafyaya paralel olarak farklılık göstermiştir.
Çağdaş anlamıyla devlet, belirli bir ülkede yaşayan insan topluluğunun, egemenlik ve bağımsızlık temelinde oluşturduğu siyasal örgütlenme şeklinde tarif edilmektedir.
Bu tariften de anlaşılacağı üzere, devletin metafizik veya siyasî anlamda bir kutsallığından bahsetmek mümkün değildir.
Devlet, bireylerin doğal insanî ilgi ve ihtiyaçlarını karşılamak için oluşmuştur.
Yaşama, güvenlik, adalet, özgürlük, (bağımsızlık) bu ilgi ve ihtiyaçların en temel ve doğal olanlarıdır.
Siyaset, en yalın anlamıyla: İnsanların devleti yönetme sanatıdır. İnsanlar devletin yönetimine bilgi ve tecrübe birikimlerine paralel olarak geliştirdikleri modellerle talip olurlar ve bunun için bir dizi faaliyetin içine girerler.
Yönetmeye talip oldukları toplumun siyasal, ekonomik ve sosyal sorunlarını nasıl çözüme kavuşturacaklarını halka anlatır ve halktan aldıkları destekle önerdikleri modelleri uygulamaya koyarlar.
Bu modelleri geliştirirken inançları da dahil olmak üzere sahip oldukları bütün değerler birikiminden yararlanırlar.
Ancak nihaî olarak ortaya koydukları siyaset modeli, İnsanî nitelik arz eder, dolayısıyla her türlü beşerî eleştiriye de açık olur.
Siyasette ideolojinin belirleyici rolü bulunmaktadır. İdeolojiler beşerî zihnin ürünü olup, toplumda sosyal bir gruba ait inanışların bütününü ifade ederler. Vasıtalarını tamamıyla keyfî ve indî seçerler.
Din ile ideolojiyi bu anlamda karşılaştırmak bile mümkün değildir.
Siyaset alanında ideolojinin etkisi müsamaha edilebilecek bir hususken, din alanında buna yol vermenin imkanı yoktur.
Kur´an-ı Kerim´de ve Sünnet´te hususî bir devlet örgütlenmesi şekli önerilmemektedir.
Yani Kur´an dünyanın çeşitli coğrafyalarında, değişik zamanlarda yaşayan değişik toplulukların tümü için geçerli bir şekil ortaya koymamaktadır.
Bu, Kur´an´ın genel üslubuna uygun olan bir husustur.
Kur´an´ın en belirgin vasıflarından birisi, fert ve toplum bazında, insan hayatının bütün alanlarını norm, ilke, prensip ve değer yargılarıyla kuşatmasıdır.
Bu itibarla Kur´an ve Sünnet, devletin yöneticileri ile yönetilenleri de kapsayacak tarzda beşerî ilişkilerin genel dînî ve ahlâkî çerçevesine temas etmekle birlikte, devletin idare biçimini, bunun teferruatını tayin etme işini beşeri inisiyatife bırakmıştır.
Şu halde İslâm tarihinde görülen hilafet, saltanat ve cumhuriyet şeklindeki idare tarzlarını, tamamıyla beşeri aklın ürünleri olarak görmek yerinde olacaktır.
Dolayısıyla hepsine de insanlığa sağladığı katkılar paralelinde değer verilmesi gerekmektedir.
İslâm her şeyden önce dünya dinidir. Çünkü İslâm, dünya hayatında uygulanacaktır. Ahiret hayatı, dinin dünya hayatındaki uygulamasına göre şekillenecektir ve orada din olmayacaktır.
Siyaset de dünya hayatının bir parçası olduğuna göre, onun İslâm´la ilgisinin olacağı açıktır.
Kur´an-ı Kerim siyasî alanı ilgilendiren hususlarda doğrudan bir düzenlemede bulunmamaktadır.
Bunun sebebi ise, siyasî düzenlemeleri, kendi zamanlarının şartlarına göre belirlemek üzere Müslümanlara bırakmış olmasıdır.
Kur´an Müslümanlara hedef göstermiş ve onlardan bu hedefe varması için gerekli düzenlemeyi sürekli olarak yapmalarını (yenilemelerini) istemiştir.
Çünkü siyasî yapı dinamiktir, değişkendir. Zamana ve mekana ve milletlere göre farklılık gösterir. Onu belirli bir şekille sınırlamak mümkün değildir.
Kur´an´ın ihtiva ettiği hayatın tümü ile ilgili prensiplerden, siyasî alanla ilgili olarak bazı esasları çıkarmak mümkündür.
Bu ilkelerden bazılarını şöylece sıralamak mümkündür:
Toplumda esas olan adaletin sağlanmasıdır (Nisa. 58; Sa´d, 26). Siyasî iktidarın niteliği ne olursa olsun, adaletin olmadığı yerde İslâm´dan söz etmek mümkün değildir.
İnsanlar arasında yegane üstünlük ölçüsü ilim ve Allah´a karşı sorumluluk duygusudur. Bu ise, doğrudan bireyi ilgilendirir; bireyle Allah arasındaki bir meseledir. Soy-sop, zenginlik fakirlik, güzellik çirkinlik gibi hususlar, hiçbir şekilde üstünlük ölçüsü olarak alınamaz (Hucurat, 13).
Toplumda siyasî işler, sıfatı ne olursa olsun tek başına hiç kimsenin tekeline bırakılamaz.
Kur´an, Hz. Muhammed´in bile işleri, diğer insanlara danışarak yürütmesini istemiştir (Şura, 38; Al-i İmran, 159).
Bütün işler ehline tevdi edilmelidir (Nisa, 58). Hiçbir şey körü körüne desteklenmemelidir.
Din, insanları en genel anlamıyla dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak için gönderilmiş ilâhî kaynaklı prensipler manzumesidir.
Siyaset ise; çoğu zaman ideolojilerin yön verdiği devleti yönetmek üzere insanlar tarafından üretilmiş kurallar sistemidir.
Demek ki, din kutsalı, siyaset ise seküler (dünyevi) alanı temsil etmektedir.
Din, getirdiği ahlâkî ve manevî değerleriyle toplumun bütün kesimini, dolayısıyla siyaset yapanları da doğal olarak etkileyecektir.
Bu çerçevede siyasî alanın dinin etkisinden tamamen arındırılması mümkün değildir.
Bu insan bilincini sunî olarak ikiye bölme teşebbüsü olur ki, bunun gerçekleştirilmesine imkan yoktur.
Dinin siyasete alet edilmesi derken kastedilenin de bu olmadığı açıktır.
?Dinin siyasete alet edilmesi? demek; tamamen beşerî bir faaliyet olarak siyaset icra edilirken, dinin kutsallığından yararlanmak, bu yolla ikna etmek yerine insanları inandırmaya ve teslim olmaya zorlamaktır.
Başka bir deyişle, dini siyasete alet etmek, yüce ve samimi din duygularını siyasî amaçlara ulaşmak için istismar etmek ve kötüye kullanmak; üretilen siyasetin dinin hatırına benimsenmesi ve uygulanmasını talep etmek, aksi takdirde günaha girileceği fikrini insanlara telkin etmektir.
İslâm inancına göre, bir insan yalnızca Yüce Allah ve Hz. Peygamberin ortaya koyduğu gerçeklere, onların hatırı için, itaat etmek mecburiyetindedir.
Bununla birlikte Kur´an yine de sunduğu ilâhî gerçeklerin illetlerini ve hikmetlerini bildirerek insanları ikna etmeyi hedeflemiştir.
Kur´an körü körüne inanmayı yermektedir. Hz. Peygamber de ashabından, sadece din ile ilgili bir hüküm verdiğinde kendisine itaat etmelerini; beşer sıfatıyla yaptıkları veya söylediklerini kabul etmek mecburiyetinde olmadıklarını kendilerine defaatla söylemiştir (Buhârî, Hars, 15).
Kur´an´ın ve Hz. Peygamberin tavrı bu şekilde ortada iken, hiç kimsenin kendi fikrini veya siyasetini başkalarına dayatmaya, bunun için dinsel gerekçeler üretmeye hak ve salâhiyeti olmasa gerektir.
Bu insanları kolay yönetme alışkanlığının bir sonucudur. İnsanları ikna etmek entelektüel gayret istediğinden, siyasetçilerin bir kısmı, kolay yolu tercih ederek insanları iknaya değil teslimiyete davet etmektedirler.
Unutulmamalıdır ki, dinin koyucusu Yüce Allah´tır, tebliğcisi ise Hz. Peygamberdir. Bunun haricinde din adına kutsallıklar üretmeye kimsenin hakkı bulunmamaktadır.
Dinin siyasete alet edilmesinin en mahzurlu ve tehlikeli sonuçlarından birisi de, bu süreç sonunda dinin, bütün hayata onlarla bakılan ve mutlak doğrular olarak kabul edilen ideolojiler haline dönüştürülmesidir.
Başka bir ifadeyle özü iman, ibadet, bilgi ve ahlâktan ibaret olan bir dinin, ideolojik söylemlere büründürülmesidir.
Bundan en büyük zararı o dine karşı olan düşünceler değil, dinin bizzat kendisi ve mensupları görür.
Tarihî tecrübemiz bunu göstermektedir. Dinin siyasî ideoloji gibi algılanması, politize edilmesi, siyasî taleplerin din adına ileri sürülmesi, İslâm toplumlarında her zaman kanlı ihtilaflara varan kargaşa ve huzursuzluklara neden olmuştur. 14 asırlık Müslümanların tarihi bunun sayısız örnekleri ile doludur.
Halbuki dinin istismarı tarih boyunca kimseye hayır getirmemiştir.
Bu noktada şu tespit ne kadar yerindedir: ?Dinler kendi mensuplarının ihtilaflarından, özellikle din-siyaset bağlamında ortaya çıkmasına sebep oldukları ihtilaflardan çektikleri kadar, kendi muhaliflerinden çekmemişlerdir.? (Bkz. Prof. Dr. Mehmet S. Aydın, Türkiye´de Din ve Modernleşme İlişkisi Üzerine).
Kaynak:
D.İ.B, Din-Devlet Din-Siyaset ilişkisi, (Harun ÖZDEMİRCİ, Yaşar ÇOLAK), Ankara, 2001.