Milli Gazete yazarı Bekir Gündoğmuş yazdı;
Pandemi süreci tüm dünyada, alışkın olunmayan gelişmelere şahitlik edilmesini mümkün hale getirdi.
Yaşadığımız çağda “Wuhan’da olanın Wuhan’da kalmadığı” ve hatta dalga dalga yayılarak tüm dünyayı etkisi altına alabildiği görülmüş oldu.
İnsanlığı tehdit eden ifsat ve bozgunculuk çevrelerinin küresel bir planı devreye koyabilme kapasitesinin “komplo teorisi olmadığı” aksine acı bir gerçek olduğu da görülmüş oldu.
İnsanlığın aslında ırkçı emperyalistlerin kurduğu açık hava hapishanesinde, onların istediği şartlarda yaşamaya mecbur bırakıldığı, rahatsızlık verici ölçüde, hissedildi.
Rahatsızlık vermesinin sebebi; nasıl bir çıkmaza girildiğinin, eli kolu bağlanmış halde olunduğunun apaçık görülmesinden kaynaklanıyor.
İnsanın takip edildiğini tahmin etmesi başka bir şeydir, takip edildiğini bilmesi ve yakinen görmesi ise çok daha başka bir şeydir!
Kimin aklına gelirdi ki, çarşı pazarda, eş dost akraba ziyaretinde maske takılacak, tokalaşma olmayacak!
Kalabalık ortamda şeş kaza hapşıranın, aksırıp tıksıranın “vay haline” olacak!
Kod numarası olmadan adım atılmayacak, aşı yapılmadan sokağa çıkılmayacak!
Düşünülmesi bile zor bir durumdu ama bunların çoğu oldu ve olmaya da devam ediyor.
Esasında teknolojik gelişmelerden yola çıkarak ilerleyen dönemlerde donanımlı yapay zeka robotların üretiminden bahsediliyor, bunun yeni bir döneme kapı aralayacağından dem vuruluyordu.
Son beş on yıldır akademik çevrelerde, dijital bir toplum olmaya doğru gidilmesine atıfla dijital sosyoloji kavramı kullanılmaya da başlanmıştı.
Ama henüz gerçekleşmesine vakit var diye düşünülen değişim ve dönüşümün bu kadar hızlı bir şekilde gerçekleşeceğini muhtemelen çok az sayıda insan tahmin ediyordu.
Pandemi süreci dünyayı o kadar hızlı bir şekilde dönüştürdü ki, gerçekleşmesi yılları alacak diye düşünülen hadiseler bir anda karşımızda belirdi.
İnsanların önemli bir kısmı pandeminin ilk aylarında “kablolu bireylere” dönüşüverdi. Online toplantılar, çevrimiçi muhabbetler, e-ticaret, sanal alışveriş oldukça sıradanlaştı. Uzaktan eğitime bu kadar hızlı geçileceğini herhalde hiçbir eğitimci tahmin bile etmiyordu.
Günün 24 saatinin önemli kısmında mahremiyetin aşındığı ve yüzeysel-anlık iletişimin kurulduğu sanal ortamda vakit geçirmeye başlanılması, tüm araştırmalarda teyit edilen bir veri haline geldi.
İnternetin, kablosuz ağların, sosyal medya kullanımının rekor düzeyde artışa geçtiği biliniyor. Dünya adeta kalabalık içinde gezinmeden yapamayan ama gezinirken de yalnız takılan bir ruh haline büründü.
Hem kitleselleşti hem bireyselleşti. Hem mahremini başkasına ait bir alanda ortaya dökmeye başladı hem de özel hayata müdahale konusunda sözümona çok daha duyarlı hale geldi!
Acaba hangisi gerçek?
İşte dijital sosyolojinin tam da bu konuya eğilmesi gerekiyor. Zira insanlar dijitalleşirken edindikleri yeni alışkanlıklar ile yeni bir toplumsal yapıyı inşa edecekler.
Bu yeni inşa, bir süredir ötelenen ya da örselenen eskinin/geleneğin yeniden dirilmesi mi olacak, yoksa bugüne kadar hiç tecrübe edilmeyen bir alan mı açacak?
Bunun hangisinin gerçekleşeceğini, ömrümüz olursa, ilerleyen dönemde göreceğiz. Ancak eskinin yeniden dirilmesi ile neyin kast edildiğinin örneği siyaset alanından verilebilir.
Kamuoyu araştırmaları göstermektedir ki, siyasi partilerin seçmenlerin siyasal tercihlerini etkileme açısından “yüz yüze –face to face” iletişime geçmesi adeta bir zorunluluk halini almış durumdadır.
Yalnızca görsel kampanyalar ya da sanal mecralar üzerinden seçmenle irtibat kurulmasının aldatıcı olduğu, seçmenlerin kendilerine “dokunan” siyasi parti ya da adaylara yönelme göstereceği sıklıkla ifade edilmeye başlanmıştır.
Dijitalleşen dünyanın bireyselleşen bireyinin bugün daha ziyade geçmişte kaldığı düşünülen “yüz yüze iletişim” talebinde bulunması dikkate alınması gereken bir konudur.