Zamanında yapılacak seçim için bile kronometre 365 günün altına inmiş bulunuyor. Yüksek ihtimal, Sandık zamanında; yani gelecek yıl Haziran ayında kurulacak ama Cumhurbaşkanı’nın da eli butonda, kendisi için uygun gördüğü anda düğmeye basabilir. Kötü giden ekonominin bir şekilde toparlanacağı anı kolladığını biliyoruz. Bulursa o anda bulamazsa zamanında seçime gidilecek. Esasen başkanlık sisteminde aslında her günün seçim atmosferi içinde yaşandığını, bu yüzden ülkenin ciddi meselelerine el atılamadığını, atılacak olursa bunun sandık riski taşıdığını da biliyoruz.
Böylelikle Türkiye, son yılın sürdüğümüz beş yıllık dönemde demokratik yahut ekonomik kökenli temel meselelerinden en azından birini çözmüş olamadan süreyi tamamlayacak. Kürt sorunu daha sorun, eğitim daha geri, yargı/hukuk veya şeffaflık, liyakat bahisleri daha problemli hale geldi. Ekonomi ise müzmin kriz kıskacına kapıldı, kurtulamıyor. Dört yılı kayıplarla geçen ekonominin bugünkü kayıplarını yaşayarak görüyoruz ama gelecek on yıllardan ayrıca ne götürdü bilemiyoruz bile.
Her gün seçim atmosferinde olduğu için neredeyse yerel seçimlerin (Mart 2019) hemen ardından anketler de başlamıştı. Hepsi olmasa bile, kamuoyunda adı bilinen şirketlerin o günden bugüne yaptığı araştırmalar iktidar blokunun; yani Cumhur ittifakının giderek oy kaybettiğini, buna karşılık muhalefet partileri toplamının; yani geniş tanımlı Millet ittifakının - büyük sıçrama olmasa da- öne geçtiğini gösteriyor. Özetin özeti derseniz, Cumhur ittifakı yüzde 40’ın biraz altında, altılı masanın merkezinde bulunduğu muhalefet bloku yüzde 50 civarında HDP’de yüzde 10’larda görünüyor. Yine bu anketlerin genel ortalaması Erdoğan’ın beğenilme oranının ve görev onayının düştüğünü, yeniden seçilme ihtimalinin eskisi kadar güçlü olmadığını söylüyor. Muhalefetin adayı belli olmadığı için ve anlaşın o ki rutin seçim takvimi açıklanana kadar; yani gelecek yıl Mart ayına kadar belli olmayacağı için “Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyunuzu kime vereceksiniz?” sorusuna anketlerde anlamlı bir cevap bulunamayacak. Muhalefetin adayı belli olana kadar Cumhurbaşkanlığı anketleri bir eğilim yansıtsa da lehte veya aleyhte güçlü bir veri değildir. Adayın kimliğine göre Erdoğan daha da gerileyebilir veya tersi; aday ibreyi Erdoğan’dan yana çevirebilir.
Değişmeyen gerçek ise ekonominin kötü olduğu ve seçmenin bunda ekseriyetle mutabık olduğu. Cumhur ittifakına ve Erdoğan’a destek verenlerin bir bölümü de dahil olmak üzere genel seçmen tavrı, ekonominin kötüye gittiği ve bunun sorumlusunun iktidar olduğu noktasında birleşiyor. İlginç olan ise, ekonomi bu kadar kötü giderken, kötü yönetilirken dış politika, hukuk, yargı, eğitim ve diğer branşlarla ekonomi arasındaki bağın yeterince kurulamamasıdır. Oysa, dış politikası iyi olan bir ülkenin ekonomisi böyle kötü olmaz. Hukuku ve yargı sistemi adil işleyen bir ülkenin ekonomisi de böyle olmaz. İyi bir eğitim sistemine sahip olan bir ülke zaten kendini bu duruma düşürmez. Ekonomi tablosu birbiriyle bağlantılı ve her biri gerilemekte olan diğer ünitelerin kaçınılmaz bir sonucudur.
Elbette seçmenin büyük kısmı için sonuç önemlidir. Yani kriter, enflasyon, kur, faiz, işsizlik ve gelir dağılımı adaletsizliğidir. İktidarların karnesinde baraj dersi ekonomidir. Bununla birlikte, ekonomi notu kırık olan bir karnede diğer notlar yüz ağartmaz. Onlar daha kötüdür. Çarşıda pazarda ekonomi can yakıcı ve yakın tecrübeler yaşamadığımız için ekonomi kadar fark edilmese de dış politika, yargı, eğitim, liyakat, ehliyet, şeffaflıkta notlar ekonomiden daha aşağıdadır.
İktidar seçime kadar ekonomiyi mümkün olduğu karar az konuşturup aradaki bağlantılardan ise hiç bahis açmadan uygun bir fırsat beklemek olacak. Bakalım muhalefet bu basit plana karşı ne yapacak, ne anlatacak?