Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak'ın konu ile ilgili olarak yayımlanan analizi...
Mısır kadim bir medeniyetin üzerinde yükselen Orta Doğu ve Afrika’nın en önemli ülkelerinden biri olmakla birlikte Arap dünyası ve İslam dünyasının da merkez ülkelerinden biri. Mısırlılar geçmişlerine baktıklarında zengin kültürleri ve köklü tarihleriyle övünmekteler. Bugün ise yaşadıkları zaman diliminde komşu ülkelerin içine düştüğü iç savaş ve bölünme tehditlerini izale etmiş olsalar da gelecekleri için daha umutlu olmayı arzu ediyorlar.
Mısırlılar halen yaşadıkları ekonomik ve sosyal problemler ve hak etmedikleri anti-demokratik rejimden dolayı kaygılı olmakla birlikte, geleceklerini inşa etme konusunda her zaman olduğu gibi umutlarını koruyorlar. Zira, Mısır halkı 25 Ocak devrimiyle kendi iradesini ortaya koyan cesur bir halk olduğunu göstermiştir. Devrim sürecinde bağımsız iradesiyle bir anayasa yapmayı da başarmıştır.
17 Aralık 2010’da başlayan Tunus halk hareketinin ardından Mısır’da da bir halk hareketi başladı. 25 Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda başlayan gösteriler, 11 Şubat 2011’de yaklaşık 30 yıl iktidarda kalan Mübarek’i istifa etmeye zorlayarak bir halk devrimine dönüştü. Devrim, Mübarek’in şahsında otoriterleşen ve halk üzerinde siyasal baskısını sürdüren rejim karşısında yoksulluk ve yolsuzluktan bıkan halkın genciyle yaşlısıyla kadınıyla erkeğiyle, işçisiyle memuruyla topyekûn tepki göstermesiyle gerçekleşti. Fakat Mübarek’in generalleri devrimi halkın elinden aldılar. Mısır’da Hüsnü Mübarek devrini aratan bir süreci başlattılar.
Mısır'daki iktidar yapısı
Mısır’da üç örgütlü kurum ve topluluktan bahsedilebilir: Askeri elitler, Ezher Üniversitesi ve Müslüman Kardeşler. Mısır’da söz konusu üç kuvvetten ikisi yan yana gelmeden siyasi otoriteyi sağlamak kolay değildir. Mısır’da 1928’de kurulan Müslüman Kardeşler, önlerine ilk defa gelen iktidar koltuğunu ellerinde tutmayı başaramadı.
Bu süreçte, Müslüman Kardeşler iktidara geldiği andan itibaren darbe planları yapan odaklara mukabil, teşkilatın, Mısır toplumunda saygı duyulan kadim kurumlarla sağlıklı bir ilişki kurup iktidarlarına ortak yapmakta yetersiz kaldığı da ifade edilebilir. Nitekim Mısır’da Fransızların 1798 ve İngilizlerin 1882’deki işgaline karşı en ciddi tepkiyi gösteren Ezher camiası ve Mısır ordusu, ardından İsrail’le yapılan savaşlarda da en önde pozisyon alan kadim müttefikler olarak bugün de birlikte hareket etmekteler. Bu iki kurumun toplum nezdindeki en önemli meşruiyet referansı da tarihi rollerinden geliyor. Ayrıca, Mısır’da bugünkü düzenin sahipleri olan askerler İngiliz işgal yönetiminin kurduğu düzeneği sürdüren elit askeri kadrolardır. Cemal Abdünnasır, İngiliz askeri yapısını Sovyetler ve Doğu Bloğu ülkeleriyle kurduğu ilişkiler bağlamında dönüştürmeye çalışsa da başarılı olamadı. Ülkenin yegâne sahibi olarak kendisini gören Mısır’ın askeri bürokrasisi, meşruiyetine her zaman gerek siyasi tutumlarıyla gerekse de fetvalarıyla destek veren Ezher’i de yanında tutmakta.
Askeri bürokrasinin üniformalı başkan ısrarı
Aradan dokuz yıl geçtikten sonra Mısır Devrimi üzerinde daha soğukkanlı analizler yapmak gerekiyor. Bu bağlamda, devrimin başarıları kadar başarısızlıkları da söz konusu.
Devrimin en büyük kazanımı halkın iradesini hür bir şekilde ortaya koyup bir yönetim değişikliğini sağlamasıdır. 25 Ocak 2011’de başlayan gösteriler neticesinde, ilk defa Mısır’da devlet başkanı değişmesine yol açan bir devrim gerçekleşmiş oldu. Mısır’da daha önce de kitlesel halk eylemlerine şahit olunmuştu. 1882’de İngiliz işgaline karşı Urâbî Paşa ayaklandı, 1948’de Filistin’de bir İsrail devleti kurulmasına karşı halk protestoları oldu. 1967 savaşından yenilgi ile çıkılınca Nasır istifa etti ancak halk büyük gösteriler yaparak Nasır’ı kararından vazgeçirdi. Nasır öldükten sonra yardımcısı Enver Sedat seçildi. Sedat bir suikast sonucu ölünce yerine yardımcısı Hüsnü Mübarek geçti. Hüsnü Mübarek 30 yılı aşan iktidarını kendi iradesiyle bırakmaya yanaşmayınca Mübarek’in generalleri yolsuzluktan ve yoksulluktan kurtulmaya çalışan halkın tepkisini kendi çıkarlarına kullanma yoluna gittiler.
Generaller halkın desteği ile devrim yapıp yeniden cumhurbaşkanı olmak veya oğlu Cemal Mübarek’i yerine geçirmek isteyen Hüsnü Mübarek’i devreden çıkararak başlarına yeni bir general getirmeyi amaçladılar. 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan halk hareketinin verdiği ilhamla Mısır halkı Mübarek rejimine karşı demokratik değerler etrafında birleşerek tepkisini ortaya koydu. Tahrir Meydanı'nı dolduran milyonlar, 11 Şubat 2011’de Hüsnü Mübarek’in görevinden istifa etmesiyle devrimin ilk başarılı neticesini aldı. Ancak, Mısır’daki müesses nizamın kurucuları ve bekçileri olan askeri bürokrasi Mısır Cumhurbaşkanlığı makamında bir sivil yerine askeri üniformasıyla içlerinden birini getirmek istiyordu. 2012 yılında Mursi’nin iktidara gelmesine engel olamayınca 2013 yılında sivil cumhurbaşkanına darbe yapıp içlerinden bir generali devlet başkanı yapmayı başardılar. Trump’ın “favori diktatörüm” diye seslendiği General Abdülfettah Sisi, bu şekilde göreve geldi.
Mursi’nin iktidara gelmesiyle Mısır, kendi halkının bağımsız iradesiyle milli bir anayasa yapmayı başardı. Fakat daha sonra yapılan bazı değişikliklerle yeni anayasanın ruhuna aykırı bir şekilde ülkede diktatoryal bir yapının yerleşmesine imkân verildi. Hüsnü Mübarek 25 Ocak devrimi öncesinde geçerli olan 1971 anayasasında 2005 yılında bir değişiklik yaparak cumhurbaşkanlığı seçiminin halk oyu yerine Meclis’te yapılmasını sağladı. Meclis’in seçimi demek, Mübarek’in etkisinin ilerleyen yaşına rağmen sürmesi demekti. Hatta Mübarek hanedanlığının kurulması anlamına gelmesi demekti. 2012 Anayasası’nı yapmayı başaran devrim hareketi, askeri bir darbe ile devrilen Mursi iktidarı sonrasında eskiye döndü. Cumhurbaşkanlığı süresi dört yılla sınırlandırıldı. Bir kişi iki dönemden fazla cumhurbaşkanı olamaz kuralı kaldırıldı. Sisi’nin ömür boyu devlet başkanı olmasının önü açıldı. Devrik Cumhurbaşkanı Mursi’nin mahkemede yargılanırken sağlık sorunları yaşaması ve akabinde vefat etmesi kadim medeniyet ve devlet geleneği olan Mısır açısından utanç verici bir durum olarak tarihe geçti.
Devrim, halkın siyasi katılım ve protesto kültürünü geliştirdi
İkinci olarak, “olağanüstü hâl ilanı” konusunda yönetimin yetkileri kısıtlandı. Oysa olağanüstü hâl, geçmiş dönemlerde adeta “olağan hâl” gibi uygulanmıştı: Mısır'da ilk olarak Haziran 1967'de İsrail ile girilen savaşta alınan yenilginin ardından eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır tarafından ilan edilen olağanüstü hal, halefi Enver Sedat döneminde de devam etmişti. Sedat'ın 1981'de uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetmesinin ardından cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Hüsnü Mübarek de ülkeyi otuz yıl boyunca olağanüstü hâl kanunları ile yönetmişti.
Üçüncü olarak, Mısır yönetimi yoksul kesimin taleplerini dikkate alan ekonomik düzenlemeler yaptı. Bu bağlamda, asgari ücret arttı. Ama fakirlik ve hayat pahalılığı da arttığı için geniş kesimler asgari ücretin artışından kaynaklanan ücretlerdeki iyileşmeyi tam olarak hissedemedi. Ülkenin ihracat ve ithalat sistemi başarılı bir şekilde iyileştirildi. Ülke ekonomisi kendi kendine yetecek düzeyde milli üretime teşvik edildi. Lüks tüketim mallarının ithalatına yüksek gümrük vergileri uygulanarak kontrol altına alındı. Böylece genel olarak ithalat özel olarak lüks tüketim en düşük düzeye çekildi.
Dördüncü olarak, halkın siyasete katılımı devrimin ilk yıllarında çok yükseldi. Şimdi aynı şeyi söylemek mümkün olmasa da Mısır halkı, protesto hakkı ve fikir hürriyetinin ne demek olduğunu artık daha iyi biliyor. Mısır halkı hür iradesini kullanmak konusunda cesurca davranışlar sergilemeye devam etmekte. Örneğin Tîrân Boğazı’ndaki adaların Suudi Arabistan’a devri konusunda yapılan anlaşmayı protesto eden Mısır halkı ulusal çıkarlarını takip etmekten çekinmemiştir.
Mısır-Yunanistan anlaşmasına tepkiler
Kızıldeniz’in Akabe Körfezi’ne açılan denizyolunda yer alan Tîrân Boğazı’nın iki yakası iki Arap devleti tarafından tutulmakta. Boğazın jeopolitik önemi İsrail ve Ürdün’ün güney denizlerine biricik çıkış yolu olmasından kaynaklanıyor. Akabe Körfezi’nde yer alan İsrail’in Eliat Limanı, Güney Kore, Japonya, Hindistan ve Çin gibi Asya devletleriyle ticaret imkanın odaklandığı bir noktadır.
Muhammed Mursi’nin darbeyle devrilmesinden bu yana Mısır’a mali destek veren Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz'in Nisan 2016’da Kahire’yi ziyareti ile iki ülke arasında imzalanan anlaşma uyarınca yüzölçümü yaklaşık 80 kilometrekare olan Tîrân ve 33 kilometrekare olan Sanâfîr adaları Suudi Arabistan’a geçmişti. Mısır halkı, durumu protesto edince 2017 yılında adaların Suudi Arabistan’a devri Mısır Yüksek İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Mahkemenin gerekçesi hükümetin, adaların Suudi Arabistan’a ait olduğunu kanıtlayamaması idi. İsrail bu iki adayı 1956 ve 1967 savaşlarında işgal etmiş, fakat 1979 Camp David anlaşmasıyla Mısır’a iade etmişti. Adaların devri bir anlamda Camp David anlaşmasına aykırı idi. 1956 Süveyş Krizi ve 1967 Mısır-İsrail Savaşı’nda, İsrail’in tepkisi Mısır’ın Tîrân Boğazı’nı kapatması idi. Tîrân Boğazı’ndaki istikrarın bozulmasını savaş gerekçesi yapan İsrail, iki adanın Suudi Arabistan’a devrine ses çıkarmadı. Ama Mısır halkı, haklarının takipçisi oldu ve anlaşmayı geçersiz kılan bir mahkeme kararının çıkmasını sağladı. Bu süreçte alınan netice, bir anlamda, Mısır halkının ve 25 Ocak 2011 devrimin başarısıdır.
Son olarak, Türkiye’nin Libya ile imzalamış olduğu “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması” Doğu Akdeniz’deki dengeleri altüst etti. Arap basınında çıkan belgelerde Mısır’ın Yunanistan ile yaptığı anlaşmaya göre Kahire yönetimi Akdeniz’deki deniz yetki alanından 7 bin kilometrekareyi Atina lehine terk etmiş bulunuyor. Mısır yönetimini güç duruma düşüren söz konusu anlaşma, Türkiye-Libya Anlaşması ile Mısır kamuoyunda cesaretle yeniden tartışılmakta. Yunanistan lehine yapılan anlaşmanın iptal süreci başlamış durumda. Bütün bu gelişmeler, 25 Ocak Devrimi ile haklarına sahip çıkmaya daha fazla önem veren Mısır halkının kazanımları olarak değerlendirilebilir.
Netice olarak köklü bir medeniyet ve devlet geleneği bulunan ve Orta Doğu'da tarih boyunca başlıca aktörlerden biri olan Mısır'ın, devrimin kazanımlarına sahip çıkması, dış etkiler yerine milli ve bölgesel çıkarları önceleyen bir dış politika çizgisine yönelmesi, özellikle mahkemelerdeki yargılamalarda evrensel ilkeler çerçevesinde hareket etmesi, uluslararası kamuoyunda kaybettiği itibarı tekrar kazanabilmesinin başlıca yolları olarak görünüyor.
[Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesidir]
Kaynak: haksozhaber.net