Eğitimca yazar Ahmet Örs yazdı;
H.z. Yusuf, kıtlık ve yokluğun geleceğine dair “bilgi”den hareketle bir hazırlık plânlamıştı.
Kral’ın gördüğü rüyayı hatırlayalım:
Ve [bir gün] Kral: “Rüyamda” dedi, “yedi çelimsiz ineğin yediği yedi semiz inek, yedi yeşil başak ve bir o kadar da kurumuş başak gördüm. Ey soylular! Eğer rüya yorumlamasını biliyorsanız bu rüyamı bana yorumlayın bakalım!” (Yusuf-43)
Kıtlığın olacağına dâir bilgiye nasıl ulaştığı hakkında farklı yorumlar yapılabilir. En nihayetinde Âlemlerin Rabbi tarafından türlü vesilelerle gerçekleşen bir durumla karşı karşıya olduğumuzun bilincindeyiz.
Yusuf Peygamberin, işaretlerden hikmetle çıkardığı çarpıcı, radikal bir sonuç… Elbette, ‘hikmet’in vücuda gelişinin Kur’anî temelleri iyi anlaşıldığında kavrayışımız derinleşecektir.
Gerçeklikten kopmuş, açlık ve tokluk hâlini tamamen sürece bırakmış, bu meseleler için kafa yormaktan uzaklaşmış, câri emek-sömürü işleyişini normal kabul etmiş saray ekibinin, soyluların, rejimin din adamlarının anlayıp kavrayamadıkları bir tablo durmaktaydı orta yerde:
“Anlaşılması zor, karmaşık rüyalardan biri bu” dediler, “hem, rüyaların işaret ettiği gerçek anlama dair derin ve sağlam bir bilgiden de biz yoksunuz.” (Yusuf-44)
Sarayda çaresizlik tavan yapmıştır. Kral’ın etrafındaki onca umera, vüzera, kâhin, rahip, bürokrat, yüksek ve alçak danışman… Yani sistemin topyekûn bütün işleticileri sersemlemişler ve zindandan çıkıp gelerek kendilerini aydınlatacak hikmet ehli Yusuf’u bekler olmuşlardır. Çaresizlik dillerini koparmış, bakışlarını yere indirmiştir.
Saray çevresinin bu hâle düşmesinin sebeplerine az evvel değinmiştik.
Halkın yaşamına, ekonominin, siyasetin, bir bütün hâlinde toplumsal işleyişe yabancılaşmış bir sınıfın fotoğrafıdır ortaya çıkan. Ne bir hazırlık, ne bir öngörü, ne gelecek kaygısı, ne açlık ve yoksulluk pençesindeki halk… Hiçbiri bu yoz ve çürümüş sınıfın umurunda değildir. Bu nedenledir ki kendilerini zihnen, ilmen, siyaseten takviye etmezler, yenilemezler. Böyle girift bir mesele karşısında çaresizce boyun bükerler. Ne de olsa alıştıkları sömürü düzeni bilinçlerini işlevsizleştirmiştir.
Hz. Yusuf’un, ekonomik, ekolojik ve en nihayetinde sosyal adaletle alakalı meseledeki çözüm önerisi düşünülmüş, üzerinde çalışılmış ve bir olgunluğa ulaştırılmış mahiyettedir. Saraylı sınıf gibi ‘kem küm’ etmez, tartışma götürmez vukûfiyetini doğrudan ve kesin bir şekilde orta yere koyuverir:
“Yedi yıl boyunca her zamanki gibi ekip biçin ama hasad ettiğiniz ekini, yemek için ayıracağınız az bir miktar dışında, öylece başağında bırakın; çünkü [yedi yıl sürecek olan] bu [bolluk zamanı]ndan sonra yedi yıllık bir kıtlık dönemi gelecek ve sizin bu dönem için hazırladığınız her şeyi, sakladığınız az bir miktarın dışında, silip süpürecek. Ve bundan sonra, halkın bütün bu kıtlıktan, darlıktan kurtulacağı bir yıl olacak ve o yıl insanlar [eskiden olduğu gibi bol bol zeytin ve üzüm] sıkacaklar.” (Yusuf, 47-49)
Kıtlığın olacağını söylemişti zaten Yusuf, şimdi kıtlığa karşı nasıl bir hazırlık ve plânlama yapılması gerektiğini açıklıyor. Neler yapılacak? Güzel günler nasıl değerlendirilecek? Har vurup harman mı savrulacak yoksa zorlu zamanlara mı hazırlanılacak? Bunun için verimli yılların ürünlerini stoklamak, bunun ilmî alt yapısını inşa etmek gerekecektir. Kendini bu projeye adamış kadrolar, onlara güvenen, her çalışmayı denetleyen, bütün enerjilerini halklarının dar vakitlerini en az hasarla atlatması için fedakârca çalışan yöneticiler sahne almalıdır.
Yusuf, bu sorumluluk ve fedakârlığı üstlenecektir. Bir hazırlığı vardır; bu alanlara kafa yormuş, kendini yetiştirmiş, siyasal iddia ve taleplerle halkın ve egemenlerin karşısına çıkmıştır. Daha önce zindan arkadaşlarına “Bilin ki, ben, Allah’a inanmayan ve ahiret gerçeğini tanımaktan ısrarla kaçınan bir toplumun izlediği yolu terk ettim.” (Yusuf, 37) diyen Yusuf, artık, tevhid dininin hayata somut müdahalesi için adım atmaktadır:
“Beni ülkenin hazineleri üzerinde görevlendir(in)” dedi, “güvenilir, bilgili bir gözcü, bir koruyucu olacağımdan emin olabilirsin(iz).” (Yusuf, 55)
“Bu sorunu ben çözerim, kadrom çözer, bizim anlayışımız, projelerimiz, siyasetimiz çözer!” diyor. İktidar alanına aktör olarak dâhil oluyor. Saydığı sıfatlar ve tanıma odaklanalım lütfen: “Güvenilir, bilgili, koruyucu bir emanetçi/gözcü!” Güven çok önemli; bilgi, zaten olmazsa olmaz bir temel iken saray umera ve vüzerası gibi kamusal varlıklara, halkın ekmek ve alın terine el koyan, yağmalayan, onları sömüren değil sadece bir emanetçi, gözcü olmak, buna niyetlenmek ve bunu siyasi programı için beyan etmek!
Devrimci bir dalgalanma oluyor Kral’ın sarayında.
Bu program ve fedakârca çalışma, halkın zor zamanlarına dayanak olma bilinç ve azmi elbette kaçınılmaz bir sonuç yaratacaktı:
İşte böyle emin bir yer sağladık Yusuf’a (o) ülkede; öyle ki, dilediği yerde konaklayabilir/dilediği şeyi yapabilirdi. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz, ama iyilik yapanların hak ettiği karşılığı vermekten de geri durmayız. (Yusuf, 56)
Elbette halkın hiçbir problemini esaslı bir şekilde çözmeden de o ülkede istediği yerde konaklayabilen, egemenlik kuranlar oldu. Onları yukarıda işaretledik. O aktörler adalet üreterek değil zulümle, zor zamanlar için halklarının insanca yaşamasına katkı sağlamak maksadıyla sorumluluk alarak değil güzel günleri ve bereketi yağmalayarak vâr olmuşlardı. Zor zamanlarda ise yardım için feryat eden kitlelere sundukları tek şey daha büyük bir acı ve yıkımdan başkası olmadı.
Yusuf’un siyasal örnekliği tevhid ve adaletin somutlaşmış hâli olarak vâr olmuştur. İddialı olmak, o iddiayı besleyecek bir bilgi zemini ve bütün bu toplamı karşılayacak adanmışlık ve kararlılık… Bütün bunları Âlemlerin Rabbine karşı bir sorumluluk bilinci duyarak yapmak… Halkını zor zamanlara hazırlamak, asıl zor zamanlarda işe yarayacak siyasetin ilkelerinin çağlar üstü niteliğini herkese göstermek…
Yusuf’un çok boyutlu örnekliğini lâyıkıyla anlamak toplumsal felâhın öncelikli şartlarındandır.
Kaynak. Yeni Pencere