Tarih: 19.05.2022 01:07

“Devr-i Sabık” Medya..!

Facebook Twitter Linked-in

“Banker Bilo” filmini sanırım çoğunluğumuz izlemiştir.

Bir sürü alavere dalavere ile yaptıklarından sonra, kendisine hesap sormaya çalışan hemşerisine, Banker Bilo hani soruyor ya sıklıkla; “sor bakalım, niye yaptım diye sor?” diyor ya..

Aynen öyle sorulmalı diye bekliyor kimileri yapılanlar karşısında.

Ne yapıldı, yapılıyor, o da elbette çok çok başka ama çok geniş bir konu.

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, Karadeniz seyahatinde yanında bulunan bazı gazetecilerden dolayı eleştirilmesi üzerine düşüncelerimi paylaşmak istedim ben de bu yazımla sizlerle.

Birçok kaynaktan, eleştirileri sizler gibi ben de okudum, dinledim, takip ettim tabi.

Her eleştirenin, katılımcı bu gazetecilerin varlığını normal görenin, gerekçeleri farklı farklı.

Öncelikle, tamam adı “medya mensubu” ama Bilo gibi sor bakalım ne medyasının mensubu?

Yandaş mı?

Muhalif mi?

Tarafsız ve bağımsız mı?

Yoksa yine bazılarının dediği gibi rüzgar gülü mü?

Bilo gibi soralım bakalım eleştirilerdeki örnekleriyle, bu isimler neler yazmış, neler söylemiş!

Düşüncelerini mi paylaşmışlar, kesin hükümler vererek belli kesimleri hedef mi yapmışlar!

Neye itiraz ediyorsunuz? Neyi onaylıyorsunuz? Ben açıkçası eleştiri ve onaylayan düşüncelerin kafalarının da karışık olduğunu hissettim..

Belki de çok aceleci açıklamalardı!

Mesela Mehmet Ocaktan; “Esas tehlikeli olan, İmamoğlu üzerinden dindar-muhafazakâr kesimlere yönelik başlatılan linç kampanyasıdır…” diyerek başka bir boyuttan “kesin hükümle” rahatsızlık hissetmiş.

“Mesela muhalif gazetedeki bir yazar öyle bir istenmeyenler listesi yapmış ki doğrusu o Türkiye’de bize yer yok gibi gözüküyor” diyerek, kendince haklı serzenişte bulunmuş.

Bence konu “dindar-muhafazakâr” değil. 

Neden mi? 

Çünkü dindar ve muhafazakâr olmalarına rağmen ‘medeni ölü’ yaftası ile anılan isimler, “dindar-muhafazakar iktidar” tarafından bu yaftaya itildiler de ondan mesela…

Konu bana göre dindarlık-muhafazakarlık sıfatları dışında, “biat eden-biat etmeyen” ayrışmasından kaynaklanan bir ‘medeni ölü’lük…

Her yaptıklarının onaylanmasını, sorgusuz, sualsiz, “ama”sız, “ancak”sız  yazı, söz ve eylemleriyle desteklenmesini bekleyenlerin tahammülsüzlüğü ve bilinçli diskalifiye ile ‘medeni ölü’ sınıfına itilmesi bana göre.

Mesela Fehmi Koru“Tepkiler, yarının medya düzeninde, şahıslar değişse bile bugüne hakim olan anlayışın değişmeyeceğini düşündürüyor… İktidar nimetlerinden mahrum hale gelenler ortalığı terk ederken, yeni iktidarın nimetlerinden yararlanacak olanların zorlamasıyla, eski iktidarın itibarlı kıldığı medya organları ile muteber saydığı yazar ve yorumcular da ortalıktan çekilmek zorunda bırakılacaklar.” diyerek çekincesini kelimelere döküyor..  

Haksız mı? Bence de haklı ve öyle bir görüntü veriliyor.

Ama muhalif içindeki muhaliflerde de aynı şekilde bir ‘medeni ölü’ travması yaratılmadı mı?

Veya, iktidara karşı birleşen ve şimdiye kadar da önemli bir birliktelik kazanımı sağlayan sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP yönetimi, kendini CHP’li diye tanımlayan, ekmeğini yiyen, avantajını kullanıp da kenarda bekletilen bazı isimlerce en ağır eleştiriye tabi tutulmuyorlar mı? 

Mesela Barış Yarkadaş’ın yazılarını okuyanlar bilirler ki, enteresan eleştirileri(!) yapmayı kendine görev edinmiş.

Ben şahsen sayın Yarkadaş’ın yazılarının bir kısmına eleştiri demek istemiyorum…! 

Kendisini adeta “taban(!) sözcüsü” ilan etmiş. 

Kimden alıyorsa bu yetkiyi(!), CHP tabanı adına hükümler verebiliyor, bu hükümlere göre de önerilerde(!) bulunuyor…

Mesela; “Millet İttifakı ya da yeni adıyla ‘Altılı Masa’ bu basit gerçeği yok sayıyor(muş) ve “Bu iş bitti, kazandık bile…” diyor(muş). Umarım bu rahatlık ve rehavet, yerini bir an önce “seçim kazanma kaygısı”na bırakır(mış). Zira; bu bakış açısı seçim kazandırmaz(mış), aksine Türkiye’nin geleceğini yeniden AKP ve MHP’nin ellerine teslim eder(miş).

Doğru veya yanlış demiyorum. Kendisinin düşüncesidir elbette. Benim takıntım, kibir ve “en bilen” edasıyla kesin hükümlü üslubu..! 

Sadece sayın Yarkadaş için de değil bu takıntım ama. 

Benzer üsluptaki her düşünceye(!)… 

Bence sayın İmamoğlu’nun gezisi için şu sorular da sorulmalı(ydı)!

  1. Ekrem İmamoğlu, bilinen dışında hangi amaçla bu geziyi planladı?
  2. Bu gezi için, CHP Genel Merkezi ve Sayın Kılıçdaroğlu’ndan onay istendi mi?
  3. Bu bahsi geçen ve sayın İmamoğlu ile aynı fotoğraf karesinde olması eleştirilen gazetecileri kim, hangi amaçla davet etti?
  4. Bu ve benzeri eleştiriler, hesap edildi mi? Eleştirilerde hesap edilen siyasi kazanç neydi?
  5. Bu kazanç sağlandı mı?
  6. Bu gezinin en önemli amacı, sayın İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olarak isminin ön plana çıkmasına engel olmak mıydı?
  7. Ya da, tam tersi, mağduriyet ve gündem ile adaylığını mı hızlandırmaktı?

Ben şahsen, bu gezide en çok bu “yedi soruyu” merak ettim, ediyorum da!    

Neyse, lafı sanırım fazla uzattım.

Yazımı, sayın Fehmi Koru beyin gazetecilik ve üzerindeki baskılara dair, “Söyletmen, vurun” anlayışı üzerinden iki tane yüzyıl geçti; “Yazdırmayın, konuşturmayın, yanınıza yaklaştırmayın, unutulmaya gönderin” söylemi üzerine, sadece şunları ilave etmek isterim; 

Devr-i sabık medya hesabı yapmayın!

Bırakınız yazsınlar, bırakınız çizsinler, bırakınız oynasınlar, bırakınız söylesinler…




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —