Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Devletimiz Çok Düşüncelidir Abiler

Mustafa Şahin, perspektif.online’da “Devletimiz Çok Düşüncelidir Abiler” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.

Devletimiz Çok Düşüncelidir Abiler

Artık hiçbir mevzu cinlerimi tepeme çıkarmıyor ama şu ‘devlet aklı’ lâfını kimden duysam ortalıkta görünmeyen cinlerim azıcık kalan aklımı başımdan almak için sağda solda kara deliklerden çıkıp tepeme üşüşüyorlar. Oysa ben artık her şeyin böyle gelmiş böyle gideceğine, gelenin gideni aratacağına, değişmesi gereken hiçbir şeyin değişmeyeceğine, değişim arzusunun kendini taşıyamayan insanlara yüklenmiş bir ağırlık olduğuna, yokuş yukarı akıl yürütmeyle kurtarıcı bir akla varılamayacağına, toplumun asıl tercihinin pek de “ortak iyilik” olmadığına, insanların çoğunlukla başkasının gördüğü eziyetten keyif duyduğuna, Schadenfreude kavramının dünyanın en önemli kavramı olduğuna, hayır insandan insanlıktan umudu kesmediğime, “umut kapısının açık” olduğuna ve “iyiliğe” inandığıma ama iyinin robot resmini çıkaramayacağıma, güzelliğin resmini, adaletin portresini çıkaramayacağıma kaniyim. Gücü direnci olan “değişim” istemeye devam etsin. Bu geldiğim yerde her ne olmuşsa iyi olmuş demem lâzım ama “beyhude ömrüm” ile “alışkanlıklar” yüzünden kendimle baş edemiyorum. Üstüme vazife olmayan şeylerle kendimi telef ediyor, soğuk demiri nafile yere dövdüğümü bile bile şöyle olsa böyle olsa diyorum.

Birilerinin işleyen bir devlet aklından söz etmesine, bazı olağanüstü olayı, bazı akla zarar hadiseyi hikmeti hükümete, baş yüceliğe, tüzel kişiliğe, şahsı maneviye, çelik çekirdeğe, derin devlete, gladioya, gayri nizami harbe, garnizona, üst yapıya, üst akla, encümen-i danişe, kontr gerillaya, gözükmez karanlığa, mafyaya, maklubeye, imralıya, natoya, oligarklara, devlete topluma rota çizen hayali heyulalara, akil aksakallılara, türlü senaryolara, mistik yorumlara ve hayırlısı abi ve bardağın dolu tarafından bakmalı ve büyük fotoğrafı görmeli diyenlere mâni olunamıyor. Devlet adamına bile tanrısal sıfatlar atfetmekte bir sakınca görülmezken devletin kendine akıl atfedilmesini belki de normal kabul etmeli ama ortada her şeye vaziyet eden bir devlet aklından söz etmek akla zarardır. “Tüzel varlığın” keşke öyle bir aklı olsa da hepimizin yerine düşünseydi. Öyle bir akıl yoktur. Bu gerçeğin onun yüzüne söylenmesi lâzımsa da şu alacakaranlıkta bunu yapacak kimse yoktur.

 

 

Güce kudrete perestiş eden bu kadar mahlûkat varken biz kimseyi incitmemek için kesinlik bildirmeyelim de hikmeti hükümete iman edenlere bakarak bunca kabul görmüş bir yanlışta acaba bir gerçeklik payı var mı diyelim. Tabii ki devlet vatandaşının aklıyla, hukukla değil de kendinden bir cevherle iş görüyorsa kimseye hiçbir şey demek düşmez. Ben şahsen bu tüzel zâtın hayatını nasıl idame ettirdiğini, çarkını nasıl çevirdiğini uzun zamandır düşünüyor işin içinden çıkamıyorum. “Asiyabı devleti har olsa döndürür” diyen Ziya Paşa’ya katılmıyorum. Hayır, öyle şey olmaz. O kadar değil. Diyeceğim şu: Ellerinkini bilmem ama bu bizim devletimiz fevkalade düşüncelidir. Yalnız kendine tabi olanların yerine değil kafa tutan itaatsizlerin, mücrim asilerin, ağır cezalıkların, idamlıkların, müebbede mahkûmların, kanun kaçaklarının, tımarhaneliklerin yerine bile düşünmekten yüksünmez. 

“Aklı yok” dediğine “düşünceli” demenin bir çelişki olduğu aşikâr ama işini tesadüfe bırakmaması hasebiyle düşünceli, insiyakî olarak endişeli ve öngörülüdür devletimiz. Efsanesini kendi örer, takvimlendirmesini kendi yapar, istediği fayı kırar istediğini yarar, duyargaları açık, hassasiyetleri yüksektir. Endişeleri düşünceliliğinden, öngörüleri tecrübesinden, yüksek hassasiyetleri incelikli iş bitiriciliğinden, ufku manevra kabiliyetinin genişliğinden gelir. Elbet dünyanın gidişatını izler ve ona göre vaziyet alır ama daha çok kendine odaklıdır. Onun elindeki ip uzundur, aldatıldıysa aldatılmaya müsaade buyurduğundan, yara aldıysa iyileşeceğini bildiğindendir. Hukuksuz alanlara kaydıysa, mücrimlerden biriyle iş tuttuysa hukukun elastikiyetini ölçmek içindir. Hem bizde hukuk her zaman askıdadır malum. Askıdaki kitabımız ve ekmeğimiz gibi. Demek biz hürmet ettiğimizi askıda seviyor onu hayata indirmiyoruz. Bunu çeyrek asır evvel bir mecmuada “Gordion’u çözdüm” diye yazmıştım ama o zamanlar yazdığımın bir yankısı olmadığından -hiçbir yazının yankısı olmaz ya- ben de iş görmez teorimi işlemek yerine üstüne yatmıştım.

Memleketimize mahsus bazı hayati mevzuların döne döne tekrarı üzerine o fikrimin ana fikrini yeniden hatırlayınca siz saygıdeğer insanlara ziyanı yok bir kez daha hatırlatmak istedim. İnsan ikide bir ‘ben bunu demiştim’ demezse ‘evet evvelce sen bunu demiştin’ diyen olmuyor. Yani kendini takdir etmeyeni takdir etmeyen bir gizli yasası var hayatın. Gordion’u, yani kördüğümü çözdüğüm yazımın özeti mer’i sistemin -sahi öyle derdik, mer’i sistem, müesses nizam, zinde kuvvet, beşinci kol, imtiyazlı zümre, azgın azınlık… Ne kallavi laflardı ama- evet yürürlükteki düzenin tılsımı, sırrı herkesi, her fikri, her aktörü, her mevzuu, her meseleyi, düğümü kördüğümü, duvarı tel örgüyü, hâkimi, savcıyı, mahkûmu, gardiyanı, bekçiyi, kurşun askeri, mafyayı, fedaiyi, tellağı, teröristi, iç dış düşmanı ‘yedeklemiş’ olmasıdır. 

***

O kadar havalandırdın, mevzu bu kadarcık mıydı dediğinizi duyar gibiyim ama bu kadar. Her şeyin yedekli olduğunu çözünce anlamadığımız birçok şeyi -mesela kimin yedeği olarak kime yazıldığınızı, kimin hangi çekmecesinde olduğunuzu anlıyorsunuz. Kimin yedeği olduğunu bilmeden oyuna alınanlar geldikleri gibi gidiyor bu arenada. Şimdiki gençler hatırlamaz ama siz soğuk savaş günlerinden kalma soğuk nevale sayın ihtiyarlar nereden nereye geldiğimizi iyi hatırlarsınız. O yıllarda devlet türlü bahanelerle ikide bir ‘rutinin dışına çıkar’, ‘balans ayarı’ yapar, a acayip yüksek mahkeme kararlarıyla enva-i çeşit modern arkaik, siyasal mühendislik projesiyle raydan çıkma ihtimali olan topluma ve devlete şekil verirdi. 

Eskisini de yenisini de iyi bilen bazı zevat iyi saatte olsunlar hikmeti hükümetin yine devrede olduğunu, yine adımıza imkânsızı istediğini, yine bütün vatandaşlarından daha isabetli düşündüğünü, yine bütün kartları karıştırdığını ve sorunları, çözümleri, kadroları, elemanları yedeklediğini söylüyor. Hikmeti hükümetten sual etmemek sıkı devlet terbiyesi almışlığımızdandır. Yani bizim burada aklın yerinde “boyunduruğa boyun eğen” töre, teamül ve gelenek vardır. Herkesin legal illegal her hizbin, her örgütün, her cemaatin, her aktörün, her liderin, her ideolojinin, her meşrebin, her kadronun, her cezanın, her ödülün yedeği var ve o yedek de sisteme dâhildir. Biri tasfiye olunca öbürü devreye alınıyor. Barışın, huzurun, adaletin, kurumların yedeği olduğu gibi krizin, kaosun, kavganın, dostun düşmanın da yedeği var. Raf ömrü dolan yenisiyle değiştiriliyor. 

O zamanlar, yani çeyrek asır evvel Gordion’u çözdüğümü zannettiğim zamanlar herkesin aydınlanması herkesin işine gelir ve bu sırrı öğrenen bundan böyle aklını kimseye teslim etmez, faka basmaz, oyuna gelmez zannına kapılmıştım. O iş öyle değilmiş. Étienne de la Boétie’nin efsane kitabı Gönüllü Kulluk adlı eserinde son derece sarih biçimde teşrih edildiği üzere “gönüllü kulluk” diye bir şey varmış ve bu dünyada ‘haddini aşan’ herkes her şey “zıddına inkılap” edermiş. “Devrim irinle kanla…” olduğundan kafamıza çakılan buyurgan ve despotik inkılaplara karşı biz de inkılapçıydık. ‘Dünya bir inkılap bekliyor’du. ‘Şu İstikbal inkılabatı içinde en gür seda bizim olacak’tı. ‘İnkılap inkılap’ sloganlarıyla büyüyen, İnkılap tarihi dersleri alan bizim kuşaklara kimse zıddına inkılaptan, gönüllü kulluktan, boyunduruk hazzından, köleliğin lezzetinden, sürüye sayılmanın keyfinden söz etmemişti. Olan oldu. Kötülük meğer kötülerin tekelinde değilmiş, zalimin zulmünde mazlumun hissesi varmış.  Ali Çetinkaya’nın, Salim Başol’un, Ali Elverdi’nin, Raci Tetik’in, Yekta Güngör’ün, Vural Savaş’ın, Nuh Mete’nin, Zekeriya Öz’ün ruhu ruhları reankarne olabilir ve içimizden birine geçebilirmiş.  

Eskiden Türkiye’nin ruhuyla beraber ıstırap çekerdik. Meğer o acılardan haz duyarmışız. Ne garip değil mi? Her duruma intibak kabiliyetini henüz bilmediğimiz mahallemiz müesses nizama da dünyanın döngüsüne de fazlaca muhalif olduğundan ve henüz ‘devletin çelik çekirdeğine nüfuz etmediğinden bir keşif zannettiğim yedeklilik sırrını açığa vurmayı bir memleket borcu bilmiştim. Meğer Anadolu çocukları sessiz sedasız koynuna sokulmak istedikleri kurt kapanını lif lif çözmüşler de kurşun asker olmaya ta baştan yazılmışlar ki bugün öyleler.  

Ey okur, aklı olmayanın “düşüncesi”, “tılsımı” nasıl olur diyeceksin ama ben de zaten devletin çelik kasasını açtığım iddiasında değilim. Ulu devletin melekelerini tartışmak caiz olmayabilir ama galiba bir aklı olmadığını söylemekte bir sakınca olmadığı gibi belki kamu yararı vardır. Bu kamu yararı lafı kamu zararı gibi boş bir laftır ama o da başka. Döne döne yaşanan ve her neslin bir sonrakine miras bıraktığı hâdiselerin akılla izanla izahı yoktur. Ankara’nın folluğunda büyüttüğü -meşru gayrı meşru, paralel simetrik yapılarda- kendini niye klonladığının izahı da belki bu yedeklemedir. Birbirinde erimiş düşmanların birlikte çevirdikleri dönme dolaplara bakınca bu flu fotoğraf daha çok netleşiyor.  

Buna karşılık görmek ve göstermek istemeyen toplumun ergin, erişkin olmasına müsaade etmekte tereddüt eden fevkalade ‘düşünceli’ ve mahir bir sistemimiz olduğunu pekâlâ iddia edebiliriz. Bazı meseleleri unutturarak, bazılarını geniş zamana yayarak, bazı sorunları mobilya gibi eskiterek gözden düşürmesi, hasımları gibi uzun yıllar birlikte iş gördüğü dostlarının da tasfiyesini sabırla beklemesi, can yakıcı sorunları can yakıcı çözümleriyle beraber yedeklemesi ve uçlarını birbirine ulaması ve bazı arıza vatandaşların diğer bazı sorunlu vatandaşlarla karşı karşıya gelmesini örgütlemesi ve hüllesini temaşası, aralarındaki rekabeti yönetmesi, görünür görünmez aktörleri, örgütleri, temaları, kavgaları yedeklemesi, husumet miktarını örgütlemesi, tasfiye zamanını belirlemesi ve toplum için her zaman diken üstü hissiyat dozunu ayarlaması, dilediği başı ayak, dilediği ayağı baş kılması hiç de yabana atılacak bir kabiliyet değildir. 

Selefisinden Batınisine, Irkçısından Mistiğine, Türkçüsünden Kürtçüsüne, Nurcusundan Kemalistine irili ufaklı her unsuru birbirine yedekleyerek rekabete sürükleyen ve alnından gözünden öptüğüne diğerlerini çiğneten bir yapıya akıllı denemeyecekse düşünceli denmelidir. Kaldı ki şimdi binalara, sitelere, tahtalara, robotlara, insansız uçaklara araçlara, radarlara bile ‘akıllı’ denen post modern üstü bir acayip zamandayız. Bu hâl üzere kendini legal illegal örgütlerde klonlayarak büyüyen devlet hem insiyakî olarak kendini ağzı çorba kokan, göbeğini kaşıyan halktan korumaktadır hem de sıra dışına çıkmaması için halkı rızasıyla sıra dayağı kuyruğunda tutabilmektedir. Evet tebaasını tanıyan, sinir uçlarını bilen gerektiğinde sivrilten, bileyen, kalaylayan düşünceli bir devletimiz var. Duyguları karışık ve rafine olmayabilir, savunma saikasıyla kırıcı, nobran hatta alıngan ve saldırgan olabilir ama bütün bu işleri dizayn edebilmek için pek düşünceli, dikkatli ve sıkı bir müktesebata sahip olduğu muhakkaktır. 

Devlet toplumun nerelerde yoğunlaştığını, güç odaklarını, sıklet merkezlerini, fay hatlarını, kırılgan bölgeleri, asık yüzlü kalbi kırık vatandaşları ile mutlu Hollandalıların kümelendiği köşeleri iyi bilir, iyi tanır. Tebdili kıyafet türlü donlara girdiğinden toplum onu yeteri kadar tanımayabilir ama o tebaasının iliklerini, kemiklerini, kan değerlerini iyi bilir. Hangi malzemeden tetik hangisinden tetikçi, hangi odundan kütük hangisinden balta sapı olacağına bittecrübe vakıftır. Öyle ya devlet dediğin fiş tutar, koncept kurar, şecere bilir, iz sürer, eski fişleri çekmecesinde taşır, kimini parlatır kimini çürütür, yedek ihtimalleri muhtelif senaryolar eşliğinde analiz eder, her durum için yeni tavırlar üretir, reytinglere trendlere, eğilimlere, alkışlara kargışlara göre yeni dramalar, tragedyalar ve lüzumu hâlinde komedyalar sahneler. Daha açık söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Devlet dediğin uçları tutarak akla hayale gelen her şeyi yedekler ki hini hacette arıza çıkmasın, çıkarsa da anahtar cebinde olsun. Partileri, cemaatleri, örgütleri, dernekleri, medyaları, çiğnenecek çimenleri, ıskartaya çıkacak olan malları, geri dönüşüme gidecek fedaileri, kahramanlaşacak kurbanı, feda edilecek kurşun askeri, deve şeysini yağlayacak dalkavuğu, hayını, çakalı, mafyayı yedekler ki bir sibop kapağı yüzünden kamyon uçuruma yuvarlanmasın yahut uzun yolda kalmasın. 

Devlet-toplum ilişkisi bir mülkiyet ve sahiplik ve rıza ilişkisidir. Efendiye “Sahip” denir Şarkta. Ağa marabasının, efendi kölesinin, devlet vatandaşının, örgüt üyesinin, cemaat mensubunun sahibidir. Önce vatan evet ama ondan da önce vatandaş haddini bilecek. Şiddet ve nefret ve düşman üretme ve dilediğini affetme dilediğini recmetme tekeli ağada, derebeyinde değil devlettedir. Kaldı ki ağanın, derebeyinin hakkını da devlet tayin eder. Toplum devlet eliyle bir yere sevk edilmez ve gerekli ayarı almazsa ya davulcuya gider ya zurnacıya varır. Ona mecburi istikamet gideceği yön bildirilmezse ya yerinde sayar ya da geri gider. Aksi hâlde biri başına vurur ve ekmeğini elinden alır. İşte bütün bunlar ve başka olup bitenler derin düşünen sofistike bir akılla oluyor demeyin, bunlar artık müezzinsiz minareler, Q ar kodlu mihraplar, legal illegal şebekeler gibi otomasyonla, ezberden, insiyakî, reankarne oluyor. Yani çatışma çizgisinden ve iç dış düşman konseptinden gözünü ayırmıyorsun, onun ruhu öbürüne geçiyor ve sen yedekleme sayesinde sistemi tıkır tıkır işletiyorsun. 

Tabii ki her zaman ve her dönem yeteri ve gereği kadar kurban şart: Onda taviz yok. O kadim gelenek. Akacak kan yine illaki akacaktır. Kurbanlar da meşru gayrı meşru alanlarda yedeklenecek istiflenecek tabii olarak. Bir onlar vatan kahramanı olacak bir bunlar Silistre. Kurban etlerini lisanssız soğuk depolarda istifleyenlerin vakti geldiğinde kurban oluşları gibi. Bursları sadakaları, fitreleri, zekâtları istifleyip murdar edenler gibi. Ne olur ne olmaz. Ola ki bıçak kesmez, ola ki dana kaçar. ‘Bazı kelleler gidebilir’ gerçeği kadar ve meşhur ‘netekim paşanın’ ağzından kaçırdığı sırda aşikâr olduğu üzere kurbanlar karşıtlık esasına göre ‘bir ondan bir bundan’ seçilir ki mülkün temeli olan adalet yerini bulsun, denge sağlansın ve kurbanlar arası eşitsizlik yaşanmasın. Ey okur, ey kurbanlık okur, koyunsan hangi koyunun, kurbansan hangi kurbanın, kahramansan hangi şebekenin yedeği olduğuna bak. Bu önemli. ‘Çatışma’ zaten teorinin de pratiğin de kaidesidir. Bu heykel bu kaide üzerinde durur. Değil mi ki düşünceli devlet vatandaşını kaidesinin üzerinde tutar. Tabii ki devletin üstünde devlet var, patronun da uşağın da kolluğun da vatandaşın da yedeği var. 

Sürekli teyakkuz hâlinde, devamlı dikkat üzere olmak gerekir. Devlet zaten herkesin olamaz ve zaten herkes bilmez onun kadrini kıymetini. Herkes vatanperver, milliyetperver olamaz. Herkes adalet isteyemez. Öyle olsa bu kavramlar ayakaltına düşer. Dahası, herkes barıştan huzurdan, vatandaşlık haklarından, ifade hürriyetinden yana olmaz, olamaz. Vatandaş olsalar da bazıları vatandaşlık haklarını hak etmez. Burası Türkiye. Bazıları hemoglobin değerleri gereği af buyurun haindir. Bazılarının gözleri hep dışarıdadır. Kanları öyle cıvıktır. Trombositleri yoğunca tutmaz. Durup dururken ihanet ederler ki madem kendisi bir ömür acı çekti evladı iyali de acı çeksin, madem kendisi gün görmedi gelecek yedi sülalesi de gün görmesin. İşte düşünceli devlet o hinoğullarını bakışlarından, göz süzüşlerinden, yürüyüşlerinden tanır ve zamana yayarak onları tasnif ederek yedekler, fişler ve hini hacette illaki haklarından gelir.   

Hasılı bizim burada sabah akşam yedeklenir Gordion, kördüğüm, gardiyan. İyi Ramazanlar Ramazan.

 

Kaynak: Farklı Bakış



Anahtar Kelimeler: Devletimiz Düşüncelidir Abiler

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER